17 Kasım 2024 Pazar

Kadeh


Doğduğumda hangi geceden sürüldüğümü hatırlamıyorum. 
Zaman bir bıçak gibi geçti ve öğrendiğim tek şey,
Nihai bir düşünceler seliydi, boğulduğumda büyüdüm. 

Yaşım elbette aştı bir paketteki sigara sayısını. 
Ancak aşamadığım dağlar var daha.
Biliyorum manzarası güzel,
Lakin çakılmaktı hakikati bu işin...

Yanar döner gezegenler saklıyoruz ceplerimizde, yüzümüzde buruk bir gülümseme. 
Durmuyor gökteki, her daim yeni kumarlar, yeni kaybedişler,
Alım satımlar ve diz boyu keder.
Zara bağlanmış talih intiharları bağıran avuçlarımızdaki...
Geçiyor fakat kör ve sağır kalmak fayda etmiyor şu ana.
Zaman cepleri delik bir kumarbazdan farksız. 
Dilersen en büyük bahisleri yatırayım uğruna,
Değişmiyor aynı kadehten dökülüyorum yeryüzüne,
Ne fısıldandıysa artık kulaklarımıza...

Şehirler eskittik gün çekilmiş gözlerimizle.
Dökülüyor yudum yudum, fark edemiyorum nereden geldiğini ışığın.
Özlem bir lütuf aynı zamanda da bir küfür gibi geliyor kulağa.

Benim zamanımda peygamberler ne suç işlerse işlesin affedilirdi.
Oysaki şimdi ekip arabaları peşini bırakmaz yalnızlığın.
Siren sesleri durmaksızın yaralardı geçmişi.
Biz yine intikam, biz yine kan.
Ve kutsardı alkol tüm olan biteni.
Var olmayan neresi varsa, hangi acı kanatıyorsa yarayı,
Orasıdır benim mabedim, kan yutarım.
Bakmayın öyle yüzüme beni tanımıyormuşçasına.
Hepinizin günahı benim boynuma, yaşım aksi.
Ömrünüzce varım ben, geride kalanlarsa birer zelzele.
Varsın titresin yeryüzü parmak izlerimizce.
Dokunduğumuz bedenler anlatsın bize kim olduğumuzu.
Edilen hakaretler, sarf edilen sözler, 
Yıkılan mahkemeler değil. 

Biliyorum, karanlık saklayacak her şeyi.
Ben çırılçıplak koşacağım. 
Doğduğumdan beri yaşadığım bu sürgün ömrüne aldırmadan, 
İyi ki kül, iyi ki intihar.
Ve yaşama ait ne varsa...

6 Kasım 2024 Çarşamba

Uzak


Tarihin tozlu sayfalarını okuduğunda bir yaşındaydı ruhum.
Üzerlerine bir şeyler karaladığında iki,
Yazdıklarını yaktığında ise üç yaşındaydı.
Ardından tükürdü yüzüme zaman,
Utanarak aradım ne aradığımı dahi bilmeden.

Ey gecenin ardında saklı ecel!
Konuş bana, sustuğum cümleler haykırmakta.
Gündüzüm gecem daimi bir giz.
Önüm karanlık, yolum kayıp, yatağım çukur.
Bilirsin, senden geldim sana gidiyorum.
Işımasın yüzüme yeryüzü.
Ne aydınlık isterim ne karanlıktan kaçarım.
Yalnızca bir karar ver bana.

Kemiklerinden geliyor sükutun biliyorum.
Attığın adımlarca kazan devrilir solumda.
İsyan cıvıltısı derim gün doğumunda, korkmaz gözüm.
Anlamadığım kadar varım ben.
Veyahut vardım.
Sıra bana mı geldi yoksa?
Elbette biliyorsun, kaçırma gözlerini.
Doğduğumda ellerimi saklamıştım.
Şimdi ise yetmez ikisi,
Gözlerimle kulaklarımı kapamaya.

Ömrüm geçti bu hanedanlıklarda.
Gerek kölesi oldum gerekse sahibi.
Sabah uyandığımda ise bir bendim.
Rüyalarımdaysa bir kişi.
Sözüm ihanet, hareketim meçhul,
Kaderim yok ama,
Unutma korkularım en büyük şahit.
Ele geçirince maziyi hastalık,
Yalandır gelecek.
İnananın başı, konuşanınsa kesilir dili.
Şimdiden dahi bahsedemiyorum henüz.
Ne oldu bize?
Geç mi kaldık?
Ayaklarının altında çiğneme yaralarımı.

Görmüyor musun, bu mezarlıklarda ışık aramak,
İçimdeki korla mağaramda kalmaktan daha acı.
Daha silinmez, daha yok olunası...

Seneler geçti, dokuz yaşında ruhum.
Dokuz ayrı ömür yaşadı bu beden.
Dokuz kez katli vaciptir fetvası okundu adına.
Ve şu ansa,
Soğuk, eksik, uzak...
Kelimeler bir ayazdır eser durur.
Üşüyorum, ne olur uyandır uykumdan beni.

Çok uzak alemlerde bir uçurumun kıyısında,
Dalgaların kayaları ezdiği o şüphe anında,
Göz kırpan yüksekliğin, bir an uğruna harcanan hayatın,
Boşa harcanan ömrün, yarım kalan nefesin,
Kör çocukluğun duyularak öğrenilmiş büyümesinde,
Yeryüzü ruhum için en büyük hediye.
Oysaki asla doğmamıştı.

Geçti bir gün daha, tekrar başa döndü akreple yelkovan.
Sıfır noktasına geri dönmek uğruna,
Tüketilmiş nice yalnızlıklar gibi.
Lakin en çok da içimdeki...
Bu diyar, bu topraklar, bu sarmaşıklar,
Ne kadar varsa yoksa,
Kabulümdür sizin olsun.
Sizin olsun her şey.
Ömrüm sizin, yazdıklarım sizin.
Yalnızlığım da...
Ben cevaplarımı istiyorum.
Kimse esas bilen doğrusunu,
Varsın alsın canımı.

Öldüğünde hiç yaşındaydı ruhum.
Bir zamanı, mekanı, varlığı hepti. 
Sustum aynalara.
Kalktığımda bir el vardı başımda.
Önce utandım.
Sonraysa kaldım.
Tanıdım fakat anlamadım,
Tarihi ve tarihimi...

18 Eylül 2024 Çarşamba

Dip


Ve ansızın,
Bir çığlık gibi lakin ağır bir şekilde,
Bu şehir gözlerimde çürüdü.
Ben puslu bir gökyüzü hayal etmemiştim halbuki.
Her ne kadar yaşlı olsa da volkanlar.
Elbette kopuktu zaman, elbette yollar ayrıydı ancak,
Soğuk kış geceleri en büyük şahidiydi bu güzün.
Bu gelip geçen mevsimler,
Ve yakamdan koparıp atamadığım yaşamak kuralı...

Kayıp tarihin ilk çağlarında oysaki cahildik.
Cümleler ve yasalar o kadar yakmıyordu canımızı.
Lakin sustuk ve kelimeler gözümüzde büyüdü,
Umudumuz yerine...
Bilseydim en başında, yapmazdım.
Ben yolun başında olsaydım başka başka alemlere koşardım.
Ayağım kanasın kanamasın, çakıl taşlarına aldırmadan.

Ancak şimdi büyüyoruz.
İzin verilmemesi gereken günahlar çiziyor sırtımızı.
Eksik kalan bir günü taşıyoruz.
Ben azat etmiyorum zamanı, aksine,
Ne varsa çekilmesi gereken ceza olarak,
Hepsini boynumdan akan kanla kabul ediyorum.
Kutsuyorum kimsesizliğin o muhteşem mimarisiyle.
Tanıyamayacağımı adım gibi biliyorum saklanan ecelimi.

Aklımdan almıyor şüpheyi, şayet alsaydı kalmazdım köşelerde.
Ömür boyu uzayan bu bitmek nedir bilmeyen yolda,
Kaldığım kısa bi' an çıkmazıysa hayat,
Reddediyorum renkleri, karşı geliyorum doğaya.
Ölüm uğruna doğmak çarkı görevimden istifa ettiğimden beri,
İnsanlarca bahşedilen kıyametleri sineme çekip durdum.
Bakire anneler de tanıdım, kanatsız melekler de...
Ancak yorgunum, yaşamaktan daha çok yoruyor beni yaşam.
En yasaklı kelimeydi benim için huzur.

Doğduğumda ismim okundu kulağıma.
Sonrasında ise kimse konuşmadı.
Bilmeden ilerledim hayatın savaş sığınaklarına.
Uyandığımda kefenimdi bayrağım.
Sustum.
Üç gece bin ömür sustum.
Kadehlerin eşiklerinde alkolle kutsandı vücudum.
İstemeye istemeye kendimi sokaklara adadım.
Koştum...

Ben varamadım hiçbir yere, hiçbir noktaya.
Vazgeçtim varılacak bir diyardan.
Sürgün ömrü yaşadım gün çekilmiş gözlerimle.
Bakmadım da görmedim de.
Doğru ya da yanlış önemi olmaksızın,
Ne çıktıysa karşıma teslim oldum.
Aynada gördüğüm yüz bana ait değildi sabah.
Az yaşadım çok içtim, utanmadım.
Şayet utanmam gerekseydi doğmazdım.
Bu da başka iki bilinmeyenli denklemiydi var oluşun.
Kim olduğum ve olacağımın o karanlık yüzü...

Dönüşüm, dönüşüm ve o lanet dönüşüm.
Geçen her bir zaman ve ömrümden kopan bir parça...
Kırıntılarla yolumu bulmaya çalışıyorum.
Oysaki uyandığımda alıp götürürdü geceyi rüzgar.
Ben yine kaybolurdum.
Ben yine alemlerce yol, saatlerce intihar teper,
Yine geceyi mezarımda okşardım, ağlardı ay.

Yine de severdim, ne olursa olsun arardım.
Bulmaktan ziyade kendimi adardım.
Bir hiç uğruna, bir yanılsama uğruna.
Her daim ancak hiçbir yerde.
Gerek en uzak gerekse en yakından.
Gece gündüz demeden,
Bir ömür uğruna...
Ancak bi' an uğruna...
O çıkmazlar ve akıp geçen,
Seller, yağmurlar, felaketler, hepsi...

31 Mayıs 2024 Cuma

Beyaz


Tepelerin altındayım.
Tüm insanlığın sokak aralarında süzülüşlerini izlerken,
Ertesi gün doğacak güneşin,
Omuzlarımı ve rengini kaybetmiş ruhumu öpen bir fahişeden farksız olmayacağını,
Adım gibi biliyordum.
O tepelerde intihar güzel bir parfüm gibi sarmalardı burnumuzu.
Şuurumuzu kaybettiğimiz içkilerce,
Ağlayarak, parçalanarak zamana kestirttiğimiz bileklerimizi,
Her daim birileri öpsün istedik.
Yalnızlığın gözyaşları kuruyup gitmiyordu yakamızdan.
Acının en ala kölesi bendim ehlileştirilemeyen.


Utanacağımı bilseydin,
İlk fırsatta yüzüme tükürecek kişi sen olurdun, biliyorum.
Doğduğun gece, tecavüz ettiğim gündüzden farksız.
Yatağına hapis ettiğin dünya kirletiyor seni.
Bana başka bir gezegenden bahsetme.
Yürüyüp geçtiğin sokakların tadını dizlerim biliyor.
Beynim tükürüyor hayatın gerçeğine.
Dudaklarını benden başka kimse tanımıyor.


Ve elbette ki yazılan her vasiyet,
Günü gelince şöminesine atılacaktı yalanın.
Gözlerinin şahitlik edemediği bir mahkemeden bahsediyorum sana.
Utanç zincirlemiş boyunlarımızı, kıyamet kopsa kaldıramayız başımızı.
Üç maymunu oynadık üç gece bin ömür.
Kanattığımız günden bahsetmiyorum bile.
Dilerim affedilmeyiz.
Dilerim anlaşılır ve kazınırız çetelelerine bir sınır olarak.
Aşamasın kimse.
Ölüm dahi toy kalırdı yanımızda.
Azrail bizim ilk aşkımızdı...


Ağır adımlarla ilerliyorum şimdinin sığınaklarına.
Göğüs kafesime atılan bombalar ürkütemez beni.
Biliyorsun, aşka bir şans veririm,
Öte sokaklardan iki el ateş sesi duyulur.
Kader teslim olur ancak,
Çoktan yere düşmüştür umut ve masumiyet.
Can aldığımız kadar insanız...


Dilekçelerim ziyaret eder kimsesizlerin ayaklarını.
Gerek şikayet gerek teşekkür fark etmeksizin,
Bütün devlet daireleri, mabetler, cenazeler...
Her diyar, kanımın kutsadığı neresi varsa,
Bir an için unutulurdu hepsi.
Bazı bedeller ödenirdi hayatta sonsuzluk uğruna.
Her şey uğruna her şeyi gömmek...
Yere yığılsam tanırdı beni kara toprak.
Parçalanırdı ay,
Ve evet, bu ağıt da işlenirdi bazı kutsal kitaplara.
Yaşayan tanrısız, inanansa hain bilinirdi.


O yüzden şimdi bir dünya borçlusun bana.
Yeni bir kitap, yeni bir tanrı,
Yeni bir kan borçlusun bana.
Benim kanatlarımda bıçaklar gezinmez.
Dudaklarını kanatırcasına öpücükler çalmaz bakirelerden.
İçimdeki ateş gözyaşlarım hariç hiçbir şeyi yok etmez.
Kaybettikçe kazanmamız gereken bu diyarda,
Yüreğimi kaç haczin zehirlediğini hatırlamıyorum.
Bulaştırdığım veremden seni azat etmişken,
Kan kusuyorsun şimdi bana, bilmiyorsun.
İçten içe çürüyorsun gecelerce.
Biz hariç her bir yaşam kıyametimiz oluverecek bir gün.
Kirleneceğiz...
Unutmak adına bedenlerimizi kirleteceğiz bedenlerle.
Ödediğimiz bedellerle kirleteceğiz.
Çünkü biz buyuz.
Çünkü aşk bu!
Tüm pisliği içinde barındıran beyaz bir tanrı.
Ölümün ve yaşamın soyut efendisi...
Bizse somut olanlarız.
Ondan gelip ona giden kafirlerden farkımız yok.
İkimiz de biliyorduk,
Beyazı kirletebilecek siyahın yalnızca biz olacağını...


Dizlerinin üstüne çök şimdi.
Sen karanlıklar uğruna keserken kendini,
Ben o tepelerin altında,
Ruhumu ve omuzlarımı bırakacağım.
Ruhum şahit af dilemiyorum kimseden aşk dışında.
Bir de gelip geçen zamandan...

Saat


Tamam kabul gecenin en aykırısı sensin.

Omzundan düşen onur yanılgıları,

Yalnızlık söylemleri bir kenara dursun,

Tamam, namluya en çok senin başın değdi. 

Barut benden ibaret, kurşunlar gözyaşımdan.

Görmüyor musun?

Ağlatma beni.


En çok ben diktim heykellerini yeniden.

Nice başıbozuk, haysiyetsiz tüccarlar almak istedi hepsini.

Vermedim.

Şayet eğer bir gün gerekirse,

Alacak da verecek de sensin.

Silip geçmeye çalışma geceleri.

Eğik başının baktığı yöne koşan,

Cesettir benim ecel çığlığım. 

Duyma.

Kirlenmesin şayet, tertemiz ayrılalım.

Elbette tekrar söylüyorum,

Karanlığa yitip giden iki yıldızdık.

Nasırlarca hikaye, yalanlar boyu gökyüzü.

Baksana anlamıyorsun, işlediğimiz günahlar çoktan boyumuzu aştı. 

Sevgiyi arayıp duran katillerden farkımız kalmadı. 


O yüzden bu göller dolusu kar, 

Sönmek nedir bilmeyen ateş,

Ve sözlerimi üşüten umut tozları. 

Nefes almama gerek yok.

Ben senin coğrafyanı öğrendim.

Gezdim karış karış, okşadım avuçlarımca.

Hayatımın yumruğunu atma bana şimdi. 

Gidiyorsan eğer, sükutun ele geçirsin geceyi.

Hiçbir kuş cesaret edemesin uçmaya.

Ağaçlar ağlamasın, aşıklar kurban gitmesin karanlığa. 

Biliyorsun, bu kurulu düzende,

Yüreğiyle konuşanların asla bir yeri olmadı. 


Anlasan keşke, 

Benim kalacak yerim olmasa da,

Gidecek yerim belli, sil şu gözyaşını. 

Ağzımızı bıçak açmayacak zaten.

Kanatma daha fazla yaralarını. 

Çanlar çok uzun zamandır çalıyor. 

Hepsini dinliyorum ve biliyorum. 

İkimiz bir can olsak toplanıp,

Bir nefes, bir ümit olsak,

Bir ışık doğardı karanlığımızdan.


Masumiyeti öldürmek istiyorsan,

En yakınlarından başla.

Merak etme, gözlerim kaldırır tabutların hepsini.

Sen nereye gömüleceklerini düşün. 


Biz, karanlıklara, ihanetlere ve ateşe rağmen, 

İyi ki kül, iyi ki intihar.

Zaman işliyor.

Ve ben hala...

17 Nisan 2024 Çarşamba

IX.


Gözü yaşlı bir çocuk gibi karşında şimdi uyku.
Ceplerinde biraz umut kırıntısı,
Sırtındaysa o ayazın meşhur yükü...
Yüzyıllardır gelip geçen bir tevazu ile bakıyor kollarına.
Sen benim sessizliğimin narası,
Sen ki bu silik şiirlerimin ilham kaynağı...
Korkularından yüreğine kadar uzanan bu yolda,
Yalnızlığını takip ediyorlar, lütfen ağlama.
Ecel terleri okşuyor sırtını benim yerime.
Benim yerime aydınlatıyor seni ay, öpüyor güneş.
İnandığım ne varsa dökülen omuzlarından tutuyorum.
Gözlerini kapatarak var olduğun, beni andığın her an,
Ellerinden tutarak eşlik ediyorum sana.
Hiçbir söz söyleme bu delirmiş karanlığıma, biliyorum...

Sırtındaki kırbaçtan azat ediyorum seni.
Boynuma sarmam pahasına da olsa,
Ne olursa olsun, küllerim de ziyaret eder elbet bir gün saçlarını.
Yeni doğan gece saklanır nefesine.
Öpersin, yaşam bahşedersin toprağa, orman olur.
Yeni bir medeniyet kurarız coğrafyasız aşkımıza.
İklimi yüreğimizden gelir, sarılarak ısınırız.
O yerdir benim mabedim.
Dualarımda sen varsın, tanrı biliyor.
Kılıç dolu muharebelerden, bombardımanlardan,
Depremlere, tufanlara kadar ne kadar kanasam da,
Senin yanında durur kanım, kabuk tutar yaram.
Bir dövme gibi taşırım kefenimde.
Kıyamet sonrası seninle açarım gözlerimi.
Unutamam, uykusuz gözlerim haykırıyor kağıda.
Sakın sakınma, yeni baştan yarat hayatı.
Kana kana karışayım sana, susturma dudaklarımı.

Gördüğüm her şeyi sana atfetmek istiyorum.
Ancak yakışmayacaklarından adım kadar eminim.
Yazdığım kadar yaşarım, seni sevdiğim kadar varım.
Susmaz sana doğru koşan cümlelerim.
Ayağı takılan şiir olur,
Yanına gelense yemin...

8 Nisan 2024 Pazartesi

Katip


Ve gün gibi akıyorken kelimelerden ölüm,
Tane tane, ahiret için herhangi bir telaştan ırak.
Ve saklanıyorken koynuma heykelleri mazinin,
Çakır taşlarından ötürü kanayan dizlerimdi,
Bu süreksiz cezanın hükmettiği acı naralar.
En kutsal vazife ne ise onun uğruna ölmek,
Onur yanılgısıyla yok olup gitmekti ebediyete,
Küle dönüşmek demekti, esiyorken bu denli rüzgar.

Gözlerimde yaşardı eskiden elleri kesilmiş anılar.
Sonraysa ne yazık ki tüccarlar geldi ansızın.
Birkaç sikke karşılığı satın aldılar umudu.
Nice firavunlar, hükümdarlar karşı çıkmaya çalıştı buna.
En hakiki sevgiyi arayıp durdular ömürleri boyunca.
Ülkeler, kıtalar fethedildi, ancak hiçbir vakit o kapıdan geçilemedi.
Ve şimdi, şu an, geçmişten bugüne kaç ceset kaybolup gittiyse bu topraklarda,
Sıfır noktasına açılan kapının karşısındayım.
Hepsindeyim, hepsi içimde, hepsiyim...
Fısıltılarım utanmadan cenk ediyorlar karşımda.
En acı sözün hangisi olduğuna karar vermeye çalışırken,
Susuyorum, oysaki en güçlü pınar damarlarımdan akıyor.

Deliliğin azameti de ayrı bir vasiyetmiş zaten dünyaya yazılan.
Yeni anladım.
Her iki nokta arasında başka bir gönül kırgınlığı yaşarmış.
Zamanın küfü ve yokluğun tozu ele geçirdiğinde geceyi,
Geriye yalnızca içimden öte bir melankoli kalırmış.

Her daim susuldu, bilgelik düşü veya kötülük hırsının aksine,
Yalnız geçip giden yaralar hatırlandı,
İzler ise birleştirilerek yeni bir harita yaratıldı.
Yeni baştan yaratıldı aşk, nefes alıp verircesine bir devrim gerçekleşti.
Doğallığıyla eller titredi.
Ne bir resim çizilebildi,
Ne de bir kelime yazılabildi kağıda.
Bu küçük, hırs dolu yeraltında,
Yalnızlığın magmasıyla kendimizi ısıtmaya çalıştık.
Yaşıyoruz derken yandık ve bu yağan yağmur dahi,
Anca bir damla gözyaşımıza bedeldi.
Tanıyorum, yabancı gelmiyor bu kıyamet sonrası diyar.

Yüzlerine bile bakmadan yanlarından geçtiğim ruhların söylediği şarkılarla,
Bahşediyorum aydınlığı yalnızlığıma.
Bir mum gibi yanıp sönüyor inancım.
Derken en eski mağarama dönüyorum.

Şiir doğuyor ruhumda, yakıyor.
Peşinden geliyorken fark ediyorum zamanı.
Dizlerime aldırmadan yürüyorum ancak her şeyi hatırlayarak.
Her yıkımı, infazı, kıyameti kazımıştım duvarlarıma.
Soru sormuyorum artık tanrıya.
Yaşam durmadan koşan bir çocuktan farksız.
Ya kovalarsın onu nereye gideceğini bilmeden,
Ya da unutursun kendini yalnızlığa esir düşüyorken.

13 Mart 2024 Çarşamba

Aykırı


Çağlar kapanıp açıldı ağlayan gözlerimize aldırmaksızın.
Başı öne eğik bir kralın halkına son seslenişi,
Veyahut sevginin dikenlerinden kanayarak ölen bir aşık gibi.
Ateş herkesin içinde...
Dumanlarında öksüren ruhum en büyük şahit.
Duvarlarında iz bırakan gençliğim,
Ve bir ömür boyu süren gönül yaraları...
Yoktun, yoktunuz...
Kanı akmayan damarlarınızı öptüm bugün.

Özgür birer tutsaktınız, terk ediliş tohumlarına,
Öfkenin betonlarına, yalnızlık yeminlerine karşı çıkarak,
İki yüzünüzle öptünüz yaralarımı.
Kirim boğazınıza sarıldı, ateşe kaçtınız.
Saklanırdı yine de karanlık, ele geçirmişti bir kere.
Nefesi terk ediyorum, gözlerim yola götürmüyor beni.
Gözlerim o derin çukurdan gayrı bir direniş istemiyor.
Duyulan gururu ise ayaklar altına aldığım andan,
Bugüne, geçmişten şu ana,
Bu olağandışı intihara atfedeli bir aşk oldu.

Aşk eğer olmasaydı şüphesiz kimsesiz kalırdım.
Ölümle aynı yatağa sarılarak giren bir adamın,
Kucak açması, anlaması, dinlemesi,
İnancına teslim oluşundan gelse gerek.
Sonsuz ateşlere, yalana, iki yüzlülüğe bir an için inanmasıyla başlar.
Huzurun en borçlu elçisi...
Zamanı sırtından öperek öldürdüm.
Ellerinden öperekse affettim.
Yaramın tüküreceği bir yüzden dahi muafım.

Her gidişin var ettiği intiharı en çok "o" biliyor.
Uğruna savaşılacak şeyler için,
Uğruna savaşılacak şeylerden vazgeçen ruhum,
Karşıma çıktığında af mı etmeliyim onu?
Yuttuğu kanı kusan, ateşe koşan,
Onların kaçtığı geceyi yüreğince yakan,
O yapay, bir o kadar da aşkından olsa gerek,
O ışıltıyla ölüme yakışan gözlerin,
Bir vasiyeti, çığlığı dahi olamaz pervane böceğinin.
Elbette yalnızsın, elbette kaçıyorsun yok olmaya.
Erdemini takdir ediyor tanrı lakin,
En büyük ecelin o'na inanmakla gelir.
Aksi takdirde mezar taşın olur yeni ismin.
Gömüleceğin toprağı dahi öpmekten acizsin.

Eksiksin, eksiğim, eksiğiz...
Karşı çıkıyoruz yaşam izin verdiğince.
Yüreğin ölür, en derin çukura gömülürüm.
Aldığın nefes durur, okyanuslara yüzerim.
"Kalbim yaşatmak ve sevmek istiyor."
Yalan söyleme, dilin katil.
Cümlelerin yıktı bu şehri.
Öfken kül etti bu hisleri.
Çocukluğuna ne kadar uzaksan,
O kadar az yakınsın bana, affetmiyorum zaman şahit.
Yokluğunda yıkılıyorum ve biliyorum...
Sen hiç öldürülmedin.

Bıraktığım denizi öptüm bugün.
Her bir sigarada ölüm korkusu yaşarken,
Serbest bıraktığım duman çizdi portreni.
Neredesin?
İşlediğin günahları çıkarma yüreğimden.
Biliyorsun ellerimiz kanlı.
İnşa edeceğimiz put insanlardan farksız.
Ancak inanıyorum...
Ölüm sineme çektiğim sevgilimdir.
Aldatıldın, aldatıldım.
Oysaki hayata tekrar gelseydim,
Beni yok ederdim ki,
Biz özgür yaşasın...

Bir an için çıkabilseydim karşına,
Kaburgalarını kırardım.
Hiçbir vakit o ışık olamayacağını bilmesine rağmen,
Umuduyla ölen o böcek gibi,
Çırpan kanatlarıyla yüreğimin,
Sana koşardım.
Ellerinin arkasında saklanan hançere,
Rüyalarımızı esir alan hayata,
Dilimize varmayan gerçeğe,
Ve kimsesizliğimize aldırmadan...
Ben seninle ölürdüm,
Seninle doğmak,
Veyahut affetmiş olmak adına...

VIII.


Bakmadık ardımıza, haklı çıkmak istemedik.
Öldü gece.
Karnını birkaç kez bıçakladılar önce.
Ardından bir yığın dolusu tekme, küfür kıyamet derken,
Bir mezar kazdılar yüreğimizin yanına,
Gözlerimizi açamadık.
Ben bir sığıntı gibi terminallerde ağlıyordum kuşkusuz,
Sense saklanıyordun gözyaşlarının getirdiği karanlıktan.

Ağır bir sükut oturuyor içimde.
Kalbim dışında kimse çıtını çıkarmıyor.
Kulaklarımda moloz yıkıntısı.
Ruhumun dahi bilmediği en derin kuyudaysa senin fısıltın...
Gözüm döndüğünce yıkıp geçiyorum mimarileri.
Olabildiğince ölü, anlaşılamadığımca da canlı.
Akıp duruyorum ayaklarına, atlatıyorsun.
Kalbinde bir sızıyla karışıyorsun hayata.
Gözlerin benimle aynı dili konuşmuyor.
Neredesin?
Hangi kuyuya düştün, ne denli yücesin bulutlardan?

Kan içindeydi gece, yüzüne dahi bakamıyorduk.
Sokaklarca ağıt yakarak söndü biz uğruna.
Öksürerek yok saydık, devam ettik.
Birkaç hatıra sonra herkes aynı ceset olarak kalkıyordu yatağından.
Adım adım yaklaşan ecel, benim mi kapımı çalacak önce?
Bir öfke var içimde ve korku sinsice geçirdi dişlerini boynuma.
Görmüyor musun?
Bir yemin ettin mi ettin yalnızlığına?
Dönmek istemeyeceğin yollar mı aşıyorsun?
Kum tanelerini, çakıl taşlarını,
Yoksa senin de mi ayakların tanıyor?
Neden?

Uslanmaz bir çocuk gibi bekliyorum.
Göreceğim gün doğumu umurumda değil,
Işıtamaz beni.
Yoksun.

VII.


En yüce acılar kadehe yaklaşıldıkça çekilir.
Ancak o an anlaşılır insanoğlunun kabuğu.
Ne denli çekilmez olduğu...
Lakin yine de,
Üzülür insan bu denli kudretlice yalnız oluşuna.
Önce öldürdün ve haftalarca ağlamadım.
Ağlasaydım yol yakınken dönerdim.
Bazı sorulara cevap vermeden giderdim.
Ardından gidemedim...
Kaldım başkentinde, sokaklarında...
Arada sırada ise avuç içlerinde hayatın akışını seyrettim.
Kuşkusuz yıkım dolu anlarda,
Bu yüzden melekleri,
Hiç olmadık gecelerce affettim.

Ecel


Dünyanın hiçbir yerinden anıyorum adını artık.
Doğmuş ateşin ecelinin bu denli sinsi,
Bu denli ikiyüzlü ve siren dolu olacağını. 
Ne tanrı bekleyebilirdi sitemkar,
Ne de melekler göğe bakabilirdi ağlamaklı.
Sükutun isyan bayrağını çektiği bu krallıkta,
Mahşerin dört atlısı çiğniyor umutlarımı,
Kabuğu kırılıyor cesedimin, gidiyorsun...

Başıma geçirdiğin tacı,
Ölümünü tanıdığımdan beri taşıyıp durdum.
Bir veba gibi yayıldı çoğul ümitsizliklerimiz.
Kanımıza zehir karıştı.
Günahlarımıza dahi ağlayamaz olduk.
Duvarlar ördük gözlerimize, ziyaretçi kabul etmedik hiç.
Sırtına değdirdiğin tüm kırbaçları,
Ben aldım elime artık.
Bu kış ayazında, yeniden ve yeniden,
Doğacak güneşe aldırmadan,
Çiziyorum haritasını bu intiharın.
Bir veda busesinden ziyade,
Bir iç kanaması, ölüm gülümsemesi,
Ateş başında ellerini ısıtmaya çalışan çocukların yalnızlığı,
Ağır adımlarla gelen ecel korkusu,
Ve daha bir yığın yıkımla, kıyametle,
Nefesimi kesen şehvet dolu öpüşlerle,
Terk edişlerle, terk edilişlerle,
Hatalarla, doğrularla,
Bu lanet diyarın haksızlık dolu kurallarıyla,
Ve bu silinmez yazgıyla,
Bedenim, nefesim, ruhum, geçmişim,
Var oluşum, en kutsi şiirim,
Deli eden tutkum ve süreksiz uğultum,
Göçüyorsunuz...
Ancak saklıyorum hepinizi,
Zindanlara, satırlara, aklıma ve göğüs kafesime.

Şayet bir gün, bir mermi daha fazla dayanamayıp,
Cezasını kesmek isterse yüreğimin,
Vasiyetim olsun ne yazdıysam,
Ne yaşamış veyahut yaşayamadıysam.
Acılar en az kelimeler kadar kalıcı...

Biliyorum, koptu can damarım.
Ciğerlerimin istifası bir kenara dursun,
Tüm vücudumun çığlığı titretiyor içimi.
Karşımdaki beyaz duvarlara baktığımda,
Gözyaşların karışıyor kanıma.
Ağlıyorsun, cesedimi yıllar önce gördün.
Anlıyorsun, bu dünyada bana bir yer olmadığını artık.
Hediye diyorsun, söyle bana:
Ölüm bir hediye midir sevgilim?
Bir insanın avcuna kıyameti bırakıp,
Gitmek midir doğru olan?
Elbette biliyorum, kabul de ediyorum,
Ancak bu sonsuz döngü,
Senelerdir yaşadığım kişisel intiharlar...
Neyden bahsediyorsun sen?
Esas ölü benim, esas ağlayan, esas kanayan.
Ömrümce dilediğimi bana bir ders olarak verdin sen.
Benim ahiretim kaçmakmış.
Benim cezam bizi yok saymakmış.
Ben en uçsuz cehennem kuyularında,
Özgürlük ve var olmak adına,
Zebanilere göğüs gererek, şeytanı katletmek için,
Elimden geleni yaparak,
Yanarak ve yazarak yaşadım.
Bu denli günahın ve lanetin kucağında,
Hayatımın bekaretini verdim.
Bir adam yarattım, bir diyar, yeniden doğuş,
Bebek ve umut gibi,
Varlık, heplik ve anlama savaşı...
Her gece çaldım kapını.
Bazen nerede neden olduğumu anlamlandıramadın.
Sen içindeki kız çocuğunun korktuğu, ağladığı,
Yüreğinin ve ruhunun en kasvetli arafında,
Kim olduğunu dahi sorgularken,
Yaşamak haramdı sana.
Sevmek haramdı, bakmak haramdı.
Nefes almak, yürümek, dokunmak, var olmak,
Hepsi, neye sahipsen tüm yalnızlığınca,
Ne dilediysen, ne için öleceksen,
Yaşamdan vazgeçip ölüme koşabileceksen,
Haramdı.
Ben seni, ne kadar tırmanırsam tırmanayım bulamayacaktım.
Sense benim ne denli yandığımı, kül olduğumu,
İzlemekten başka bir şey yapamayacaktın.

Tanrı bizi, kaybolmamızı sağlayarak cezalandırdı.
Aynı dünyada olmamıza rağmen bulamayacaktık.
Oysaki evrenler fark etmeksizin,
İkimizden birinin bir yeri sancısın,
Hemen koşup biterdik yanımızda.

En imkansız bağı, en imkansız yerde,
En imkansız zamanda, en imkansız sebeple,
En imkansız şekilde kestik.
Bıçağın körelmişti esasen, işe yaramadı.
Ben izin verdim, bıraktım ellerimi.
Zaten muafım bir senedir yeryüzünden.
Zaten düşsem parçalanmaz bedenim.
Kopmaması için bıraktım.
Muhteşemliğini en azından izleyebileyim.

Hiçbir yerdeyim artık.
Çürüğüm.
Aldığım nefes bile daraltıyor içimi.
Gidiyorum.
Terk ediyorum bu satırları bir süreliğine.
Bu sancı için,
Ruhum yeterli kelimeye sahip değil.
Bu yıkım,
Kıyamet, veda...

Hainiz sevgilim, dünya utansın.
Haklıyız haksız olduğumuz kadar.
Kaderden nefret ediyorum.
Etmeyeceğim...

Elzem


Hükümetim kanıyor,
Ve göğsü en ağır utancı taşıyor..
Gözyaşlarından tanıyorum,
Kaburga kemiklerinden duyulur çığlığı mazinin.

Merhamet gösterin insanlığın ardından yarım kalanlar.
Ellerinde meşalelerle geliyorlar.
Her sevilmemiş kalpte aynı ateş.
Koru anlatıyor yüreğime tüm bu hikayeyi.
Onu görüyorum,
Yüzünde hiçbir duygu olmadan izliyor beni bir perde arasından.
Şiddete başvuruyor gece.
Nice bağırışlar da cabası...

Öldürüyorum, öldürüyor.
Ve yaşatıyorum ancak kimi?
Hangi yaşanmaz kılanı?
Hayatın yolları saklanıyor gözlerime.
Geceye saklanıp uykuyu anıyorum.

Ve bitkin düşen cesetler,
Ağızlarının suyu akan,
Öfke dolu melekler...
Lakin o,
O ise birkaç kül, iki gözyaşı uzağımda.
Arkasından takip etmiş yıldırımlar.
Sükutuma saldırıyorlar.
Aklımdan alıyor şüpheyi.
Evet, evet sen,
Aşkı izlerken sen,
Sana sesleniyorum, tüm kudretinle karşımdasın.
Dokunuşuna hasretim, yaratamıyorum.
Varsam yoksun, yoksan varım.
Hangi sağduyumun intiharısın?
Sana sonsuzluğu vermemi,
Adını anmamı,
Bilgeliğini yazmamı beklemeden,
Bahşet arınışı.
Hak etmiyorsun çünkü, belki de ediyorsun ancak,
Henüz doğurmadın beni.

İlk günden beri beni izliyorsun,
Gecelerimin ağzını elinle kapatıyorsun.
Gözlerinin içine bakıyorum.
Önceden büyük sözlerim vardı.
Nefes kesen hikayeler saklardım kavanozlarda.
Zamanın küfü ele geçirdi hepsini.
Düştüğüm cehennemin kapıları açık.
Hiçbir vakit de kapanmadı.
Bile isteye kaldım esasen.
Evimin neresi olduğunu unuttum.
Sevgimin ne olduğunu unuttum.
Sabrın ve acının kudretine karşı çıktım.
Sözlerime karşılık başını sallıyorsun.
Köprüde sallanan bedenim ne olacak?

Saygıyla ağlıyorum karşında.
Korku.
Saygıyla ağlıyorum sana.
Nefret.
Kalbim yol boyunca ufalıyor.
Korku.
Sigaramı sana yakacağım.
Saygı.
Rüzgar kaldırsın gözündekini.
Sevgi.
Görebileyim ardını perdenin, görebileyim seni.
Ne olursun,
Sen anla beni.
Hissettir...

26 Şubat 2024 Pazartesi

Pusula

 

Hatıralar haindi en çok, zamansa bozuk bir pusula.
Gidecek yer kalmadı gönlümden başka.
Her gece tanıdık taşlar takılıyor ayağıma.
Aynı yara, aynı kan...
Kefenimden kaçır gözlerini.
Bu karanlık ve kucakladığı tabut sana ait değil.
Ne kaldıysa benden geriye bıraktım avuçlarına.
Hayata karşı gardını alırken iyice sık yumruğunu.
Gözyaşların ve aydınlığın okşadığında yanaklarını,
Öpücüklerim gelsin aklına.
Sırtıma kazılı dünyada buzullar hakimdi yaşama.
Omuzlarımı öpüyor ölümün meleği.
Çürümüş umutlarla gölge oluyorum sana.
Yalvarırım yabancı kaldığında adımı anma.
Ne eline kürek alabilecek kadar cesur ol,
Ne de çamların dibine ateş atacak kadar umursamaz.

Cümlelerimin en ihtiraslı olduğu an şu andır.
Güneşe, aya aldırmadan takip ederler tozunu.
Kimisi birkaç kelimeyle şehit olur,
Kimisi ise şiire minnettar.
Yeni doğumlar derken sakladım her şeyi.
Arkada kaldım ancak önümde de kimse yok.
Ne tarihi bir duvar, ne de nehirler...
Terzinin beni dikmesinden,
İğnesini saplayacağı tek kişinin ben olmasından,
Kime dokunsam kanatıyorum.
Kime örsem sevgiyi içlerinde hep bir ayaz.
Hastalık, yenilgi ve en nihayetinde toprak...
Senden geldim sana gidiyorum, tanrı şahit.
Başka kimse değil.
Sırrım yazgıma bir pranga...

Buradayım ancak kış ağlamaklı.
Ecelinden korkuyor, baharın gelmesinden değil.
Unutacaklar, unutulacak.
Çünkü suyun akması için özgürce,
Yıkılmalı köprüler, esaretten kurtulmalı.
Sırada ben varım, adını biliyorum.
Beni yok ederek var olacağın günler gelir umarım.
İçindeyim, içimdesin.
Ruhumu öptün sen.

VI.

 

Sağlam değildir sözlerim, birkaç kırıntı yeterdi olmaya.
Ansızın gece çöktüğünde ruhuma,
Çığlıklarını duyardım kimsesizlerin.
Ömürler oldu haritamı ateşe terk edeli.
Başıbozuk ayna taciriyle tanıştığım günden beri,
Her daim bilmeceler çekiştirip durdu yakamı.
Sessizliğin deliliğini en yakından gözlerim tanıdı.
Ölümle bu gibi anlarda kavga ettim.
Kanım tecavüz ederken masumiyetime,
Unutmadım yaraladığım coğrafyayı.

Yazdım.
Hakaretler yağdırdığım bu pus,
Sonsuz bir telaşla kapımı tekmeleyen ecel,
Ve dilimi damağımı kurutan yaşamak delili...
Yetmez mahkemelerde suçlarımın düşürülmesine.
Ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum.

Dur durak bilmeden dokuz diyar gezdim en az.
Bin kez parçalandı ay.
İçim sancıdı, kabuğunu düşürürken yara.
Raylara, dağlara, denizlere,
Kim kendini bulmaktan biraz bahsedebiliyorsa,
Bozuk pusulayla aradım aşkı, kayboldum.
İnsanları değil, acılarını tanıdım.
Bazen gözyaşlarına kör,
İç çekmelerine sağır,
Yalnızlıklarına ise kayıtsız kaldım.

Kaçışım pek fark edilmedi ekiplerce.
Ardında saklandığım kapı,
Hiçbir vakit çağırmadı beni yanına, unuttum.
Verdiğim nefesi ne için aldığımı hatırlamıyorum.
Ellerimi soktuğum bu ateş,
Neden şimdi fısıldıyordu bana?
Olması gerektiği gibi...
Ucuz içki, bolca sigara,
Sarılan iki yüzlü melankoli,
Ve arayıp durduğum,
Mezarıma yakışacak çiçekler...

16 Ocak 2024 Salı

V.


Tavanda sallanmakta cesedim, aman üzerinde izmarit söndürmeyin!
Karışmasın kanım kül rengi bulutlara, neye sahip değilsem boğsunlar beni bir gece vakti.
Bu su birikintisine her bakışımda sanki ruhumdan bir parça kopuyor.
Kırgınlıklar bir kenara dursun, kabuğumun altında ezileli epey oluyor.

Sarı bir ışık lekeliyor melankolimi, bunun şerefine elimde bir kadeh şampanya.
Kendimi terk ettim...
Kendimi terk ederken yanımda kim varsa hepsinin katli vaciptir fetvası okundu.
Korkmadan ve umursamadan salladım bir cellat gibi kılıcımı.
Seneler de gözyaşlarım gibi akıp geçti yanaklarımdan.
Her bir ağlayışımın ardından nice çizgiler eklendi yüzüme.
Nice gölgeler eklendi gözlerime.
Kimim ben?
Ya da kimdim?
İşlediğim her günahın karşılığında karanlıkla kırbaçlıyorum sırtımı.
Çizdiğim resim çürüyor ve küflerini damarlarıma naklediyorum.
Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği...
Kelimelerimi dahi susturuyorum, bir ses etseler hemen dillerini kesecekmişim edasıyla,
Yeniden, yeniden ve yeniden zamanı alkolle idare etmeye çalışıyorum.
Gerçi o da fayda etmiyor artık vücudum daha fazlasını istiyor her geçen gün.

Öptüğüm yeryüzünün kırgınlığı ağıt yakıyorken mevcudiyetime,
Nasırlı parmak uçlarımı neşterle buduyorken tanrı,
Ve melekler birbirlerinin boğazına sarılıyorken sevdalarımdan mütevellit,
Ey artık ölmüş olan sevgi!
Söyle bana,
Dokunduğum tenler, ışığımı paylaştığım yürekler zehirliyorsa beni,
Cebimde de cennete dair geçerli hiçbir kuruş kalmadıysa,
Satacak neyim kalmıştı ki elimde?
Her sabah yüzüme bir tokat atıp ardından öpücük konduran rüzgar gibi,
Ben de bir o tarafa bir bu tarafa savruluyorum.
Bazen sevda sirenleri çalıyor kapımı.
Kısa bir süre için misafir edip onları postalıyorum.
Hiç gitmemeliydim çünkü biliyorsun,
Neyi istediysem bana en istemediğim zaman verdin.
Neyi istemediysem kendi ellerimle zorla canlarını aldım.
Ve şimdi muzaffer bir suçlu edasıyla her akşam,
Zincirlere vurduğum inancımın intikamını alıyorum.
Bazen ufak bankalar soyarak bazense çocukları katlederek.

O satırları ben yazmadım, o duyguları ben yaşamadım.
O kayalıklarda ya da duvar aralarında ağlayan da ben değildim.
Ne olduysa hepsi bir anda oldu, nefes dahi alamadan gerçekleşti...
Verdiğim sözü gerçekleştirmiş olmak için kendime verdiğim zamanın dolmasına dört sene kaldı.
Tutamazsam neler yapacağımı seninle konuşmuştuk.
O da ben değildim.
Gidersem eğer, ki gideli asırlar oldu esasen,
İyi mi yapacaktı beni yoksa riyakar mı?
Riyakar oldum baksana kendi yarattıklarımı dahi reddediyorum artık.
Yabancı ve sahte geliyor öz varlıklarım bile.
Sükuta kendimi hapsettikçe nasıl kurtulacağımı da unutuyorum.
Hayır kendimi şartlandırmıyorum, sadece aktaramıyorum işte.

Bir ölüm yası tuttum iki hafta kadar önce.
Her sene gittikçe azalan hazinemden pek bir şey kalmamışken elimde,
Kaybetmemek için onu muhafaza etmeye çalışırken,
Sanırım bu yasta elimde kalanın hepsini tükettim.
Bu konuda dahi sabırsızdım.
Ve her şeyi kanıksamış olmam sabırlı bir insan oluşumla karıştırıldı.
Oysaki içimde yüzyıllardır orada duran bir çocuk vardı.

12 Ocak 2024 Cuma

IV.


Sadece bir damla kanım aksa yeterdi.
Gözümü alan yolları ayaklarımın altında ezdiğimden beri,
Karanlık...
Nefesimi tutup, gözümü yumarak yok saydığım ruhum,
Ömürlerce geçip giden keder,
Ancak en ağırı umudun yıkıntısı...

Moloz yığınlarının arasında arıyorum çocuğun naralarını.
Yaşam ellerimden tutmaya çalışıyor lakin,
Jilet dolu halatları teğet geçiyor boynumdan.
Vazgeçmek istemiyorum.
Uzun süreli anlaşmazlıklar, savaşlar derken,
Bombardıman uçaklarının neye benzediğini dahi bilmeyen o aileden,
Böylesine hain bir mağlubiyetin doğmuş olması,
Lakin en yakın sokağa bile götürecek ayaklardan,
Canlarını acıtacak bir ruhtan, zihinden, utançtan yoksun olması,
Karartıyor feleğini cümlelerimin, kirleniyorum.
Gözlerim yorgun, ruhumun başı öne eğik,
Daimi bir arınış hayali ancak kırbaç kendisinin elinde.
İnanmıyor, inanamıyor ki açılsın gözler...

Yok olup gitsin başkalarının hayatından bir yabancı madde olarak.
Varsam eksiğim, yoksam özgür...
Kadifeden dikilmiş kefenlerin içinde yanılsama haykırışı.
Elbette kendimi kandıracağım, elbette ki boyun eğeceğim bazı çakılmalara.
Vadeden bağımsız ömrüm yettiğince...
Terk etmek istediğim bir dünya soru.
Sonra içimde, ellerimde, gözlerimde Samanyolu'nun en riyakar gezegenleri...

Gök kubbe biliyor ya!
En çok neyden kaçtığımı, en çok neyi yok etmek arzusuyla dolup taştığımı.
Uzaklaşamıyorum, kurtulamıyorum bu densiz intihardan.
Her daim bilmecelerle, şifrelerle yaşadım.
Nice gizemler, üç kağıtlar derken,
Her şeyini yavaş yavaş,
Aldığı nefesi veremeden kaybeden bir kumarbaza dönüştüm.
Zamanımı, ruhumu, duygularımı, umudumu ortaya koyarak,
En büyük aşklara en büyük bahisleri yatırdım, umursamadım bile.
Kazansaydım değecekti hepsine, yaratacaktım tanrı şahit!
Oysaki başka gönül kırgınlıklarıyla masadan kalkıp gittim.
Geri gelmek kazandırmadı ama, ben hep koştum.
Göz bebeklerime, kalbime aldırmadan orada bulundum.
Mağlubum ve şu an içinse bir kanun kaçağı olarak yaşamama rağmen,
Dayanmıyor polis ekipleri kapılarıma, alıp götürmüyorlar beni.
Uykuya boyun eğiyorum an an.
Parmaklarım geziniyor karanlıkta, bir pim arıyorum,
İçimdeki bu bombanın patlaması için.
Siyah perdeden yetme bir köle olarak,
Dökülüyorum, dağılıyorum pul pul.
Haklarımın karşılığını bir ihtimal öldükten sonra alacağım...

2 Ocak 2024 Salı

III.

 

Yeryüzünün ağırlığını kaldıramıyor artık ruhum.
Bakışlar boyu kül, aldığım nefeslerce pus...
Yırtıp attığım haritanın parçalarını,
Gömdüğüm mezarlarda arıyorum.
Doğacak olan güneş en çok senden çekiniyor.
Senden utanıyor, aydınlatıp yaktı bu yüzden.
İçimize gizlenmiş hayal torbaları dağılıyor.
Kanımıza zehir karıştı bir kere.
Her uyandığımızda cehennem görüyoruz haliyle.

Ben şimdi bir orta çağ hokkabazı olmama rağmen,
Hiçbir güllenin yıkamayacağı kaleler inşa ediyorum.
Bir set çekiyorum yalnızlığımıza.
Yasaklısın, gözlerinden okudum.
Yasaklıyım, başımdaki tetikle konuştum.
Yasaklıyız, denizin dalgaları kazandı.

Hür olmak adına tutsaklığımıza boyun eğdik.
Yazılı tarihin ilk çağları gibiydik, kuşkusuz.
En uzak yıldızları avcumuzda bulduk.
Yaşam ve ölüm dudaklarımızın arasındaydı.
Lakin sustuk, konuşabilecek herkesi idam ettik.
Kanattıklarımızı ise yok sayarak ilerledik.

Ve şimdi bir kolye asıyorum darağacına.
Artık ölüm yok sevgilim, yaşamın yanına gitti o da.
Bir biz kaldık geriye hiçbir yerinde dünyanın.
Hangi sokağı geçsem, hangi karanlığı işgal etsem,
Biliyorum ki senin korkularınla selamlaşmış olacağım.
Ben ciddiye almıyorum zamanı.
Olması gerektiği kadar yakın,
Olmaması gerektiği kadar uzaktı her şey.
Kanımız çoktan kurudu, temizleyemeyiz ellerimizi.
Bir saat kulesine rastlarsan eğer,
Zaferlerimizi düşün, yenilgilerimizden ders al.
Öğren, ancak öldürme...
Bırak daha fazla ne gözlerin konuşsun artık,
Ne de ben tetiği çekeyim.
Başını çevir, en iyi bildiğin kaldırıma çıkıp,
Devam et her ne yapıyorsan.
Bense kalelerin duvarları arasında,
Bir muhafız edasıyla,
Koruyacağım.
Her daim...
Ancak hiçbir yerde...