30 Kasım 2023 Perşembe

Ufuk

 

Ellerimle yıkıyorum geceyi, boğazımda yarım bir orkide.
Utancın, çaresizliğin yüküyle geleceği siper eden,
Ölümlerin en yücesi, aşkın en itaatkar olanı...
Gözbebeklerime çektiğim günlerin sinesiyle,
Başıma diktiğim şarap ve çürüttüğüm yeminler.

Göğe değdirdiğim her bayrağın altında saklandı nice bedel çığlıkları.
Hüznümü aç köpekler gibi bağırarak akıttım.
Kimisinin gömleği kirlendi böylece,
Kimisi ise daha rahat anladı hayatı sessizce.
Kendin dışımda hiçbir şeyi anlayamadım esasen.
Veyahut buna inandım tıkladığında penceremi melankoli.
Hatıraların puslu ağır atmosferlerinde, iç çeke çeke,
Ayaklarım yaralandı ümitsizliğimce sakladım yaza ait sarı otları.
Yaktım ve yangını hep güneşe bağladım...

Yozlaşmış bir peygamberin ettiği dualarda,
Yorganın altına saklanarak ağlayan bir çocuğun gözyaşında,
Ruhumun dokunmak için çırpındığı her duygunun enkazındayım.
Vakit her daim şımarık bir çocuk misali alıyorken aklımdan şüpheyi,
Ben aldığım her nefes boyunca yüreğime hizmet etmeye çalıştım.
Bir kaldığıma inanıyorken geri kaldım.

Onsuz geçen ömre bağırdım bugün, elimde söndürülüp geri yakılmış bir sigara.
"Varlık yazgısına ettiğin ihaneti küçümseme!"
Damarlarımdaki kan kirlendi diyorum size!
Hayır piçlerimden bahsetmiyorum, cesetlerimden de.
İşlediğim günahlardan, astıklarımdan, kestiklerimden de değil!
Eskiden semazenlerin bahçesinde dans ederdi kutsi acılar.
Oysaki şimdi ne acılarım kutsi, ne de kutsalım acı...
Aynalardan beni izleyen gözlere bakıyorum,
Yıkım dolu bir coğrafyaya göç etmek istiyor içim.

Ahengi öldürürken parmaklarım,
Ve yazılan her satır boyunca yeryüzünü öpüyorken,
Kanıksadığım gerçeklerin tümü,
Bilmeceler, taralar, enkazlar, vedalar...
Hepsi hala nefes almaktaydı içimde.
Öldürmeme rağmen küllerinden doğuyordu her şey.
Bu bedene ait olmak için savaşan ruhum hariç...

Kirletiyorum ki okunabilsin yalnızlığım sallanan masalarca.
En çürük iskemle hanginizinse bana verin.
Dar ağacına çıktığım zaman ihtiyacım olacak.
Geceler boyu hep aynı sığınış, inanış.
Ama en fenası o kutsi mücadele ruhu...
Dizlerimi kanatırcasına, nefesimi çalarcasına,
Gözlerimi kanatırcasına o sonsuz,
O başıbozuk ayna taciri...
Bazısının umudu bazısının katili.
Delirtiyor...
Başıma diktiğim her duygunun ayrı bir kırbacı var.
Sırtımdaki haritanın nereye götüreceğini bilmiyorum.
Ancak hissediyorum ve sadece,
Her şey kısa bi'an çıkmazı.
Bedevi olmak da kurtarmıyor beni artık.
Aksine tüketiyor diğerleri gibi...

Suret

 

Önce intiharı yakıştırdım yüzüne külle kaplandı gece.
Oyuncağı kırılmış çocuk bir tanrı,
Avazı çıktığınca kustu hırsını, zaman ise utandı.
Boynumdaki kolyenin ipi sıkıyor boğazımı.
Nesiller boyu yeşile kırmızıyı anlattım bir ağacın gölgesinde.
Göğün en kızgın ve üzgün olduğu anlarda,
Yeryüzünde geçirdiğim gün kadar kelimeyi kırbaçladım.
Tanrı hala büyüyememişti ne yazık ki.
Gözlerime perde çektim, ağladı güneş...

Sonra sonsuz bir iç kanaması eklendi gözlerime.
Veremim meşru kılıyorken bencilliğimi,
Ben evrenin en ıssız noktalarında,
Kendi çizgilerimin arasında mahsur kaldım.
Rüyalarımda saklanan kutsalı bile isteye inkar ettim.
Okuma yazmayı yasakladım, ardından yazıyı ortadan kaldırdım.
Tek tek düşüncelerimin aktığı tüm pınarları,
Gece gündüz demeden içerek kuruttum.
Kanatlarını kendisi kesmiş meleklerle durmaksızın seviştim.
İki dudağımın arasındaydı cennet, bağırdığımda kovuldum.

Gözyaşlarını sürgün ettim yanaklarından.
Acıyı işledim dudaklarına diz üstü çöküyorken umudum.
Sararmış hüznüm melankoliyle çalkalanıp dururken,
Göğsüme hapsettiğim dumanlar gözümü alıyorken,
Yere çakıldığım her uçuruma geceler boyu küfrettim.
Ruhumdan öte bir kuşak bağlıydı içimde.
En sert içkilerde durmaksızın onu çözmeye, kesmeye çalıştım.
Her başaramadığımda evimi terk ettim.
Öksüzlüğümü öldürmek için çıktığım her yoldan,
Ağır cevaplar kazanmış bir şekilde geri döndüm.

Adına aşk denildi, adına neşe denildi.
Kimilerine göre ise ilk nefes, ilk günah.
Bu yüzden tanrının avcumda olduğuna inandın.
Yeniden doğmak uğruna her adım atışımda,
Ayak bileklerime prangalar eklendikçe,
Sırtımdaki ulvi yük arttıkça,
İnancıma zincirler vuruldukça,
Tutamadığın elimi sana uzanabilmesi,
Seni o çukurdan kaldırabilmesi için,
Ömrüm boyunca soğuk musalla taşlarında dövüp durdum.

Kafir oldum, en ağır bedellerle sarayın bahçesinden kaçtım.
Yüzüne bakamadım, sesini duymamak için kalabalıklara karıştım.
Vasiyetimizi dahi yazdım asırlar önce.
Ruhuma kazıdım her cümlesini.
Kara topraklar dahi silemeyecekti bu yazgıyı.
Yollarda, kadehlerde tüketircesine harcıyorum şimdi gençliğimi.
Geleceği terk ediyorum sessizce.
Birbirimize karşı kuramadığımız cümlelerin manifestosu sağ olsun.
Siren sesleri saklayacak ağlayışlarımızı.
Büyüyeceğiz, yukarıdakinin aksine...

Son olarak nice cinayetler yakıştırdım güzelliğine.
Dilinin kaldırdığı tabut sayısını en iyi gözlerin biliyor.
Yorgun argın ve özlem dolu kör uyanışlarımızda,
Eksik olduğumuzu bileceğiz lakin,
Nasıl tamamlanacağımızı dahi tahmin edemeyeceğiz.
Farklı sıfatlar takacaklar bize.
İkimiz de hem en iyi hem de en kötü olacağız.
Bütün günahlarını ben devralıyorum artık.
Çünkü tekrar kaybolacağım bu karanlıklarda.
Yıldızlararası bu kısa yolculuğumuzda,
Mahvettiğin her şey için teşekkür ederim.
Asırlar önce affetmiştim seni oysaki.
At artık üstünden şu ölü toprağını.
Sana sarılarak ağlayamıyorum biliyorsun.
Keşke daha çok şey bilmeseydin.

Çanlar benim için çalıyor yeniden.
Beraber olmasak da ayrılacağız.
Yeniden terk edeceğim seni.
Dünyanın en kötü insanı olacağım yeniden.
Belki de en bencil, belki de en öksüz.
Güzel olan her şeyi hak ediyorsun.
Hoşça kal...

19 Kasım 2023 Pazar

Kut


Kutlu gün esas bugündü, ölüm oynuyorken endişeyle.
Aşılmış sokaklar, geçilmiş eşikler derken,
Elimde kalan yokluğun terzileri,
Ya da aklımı ele geçirmeye çalışan yalnızlık diplomatı.
Dilinin sivriliği ve salt gerçekçi işkenceleriyle,
Göz boyayan, çocukları kandıran, kendinden emin, hırslı,
Zamana boyun eğmeyen...
Ancak puslu gözüküyor her şey, titreyen bardaklar dahi...
Yandım, küllerimi dolma kalemimin içine hapsettim,
Ve o an silinmez yazgıyı kazıdım duvarlarıma.
Ben o'ydum.
Birkaç damla şarapta, saklı bir gözyaşında,
Veya şehvet dolu öpücüklerin arasında,
Kendi yükünü kendisi taşıyan bir anlar silsilesiydim.
Şimdinin küfünü unutalı çok oluyor.
Şiirim, içime gömdüğüm maktullerin son nefesinden ibaretti.
Toprağı bir iki santim yerinden oynatacak,
Yağmuru yeryüzüne tutsak edecek,
Yorgun bir çift göze hesap veremeyecek olan,
Hepsi, doğumdan itibaren kim hain olmuşsa,
Sıktıysa bilekleri, akan kanları da sakladıysa sandığına,
Doldurup içtiyse kadehinden,
Gözü döner elbet, idrak edemez hikmet dolu sözcükleri.

Bir an uğruna yırtıldı kağıt ve bir yarık açıldı evrende.
Diz boyu karanlık şahitleri...
Ancak anlayamazlar kudreti.
Boynumdaki pranganın zincirleri öksürüyor artık.
Neyden yapıldıklarını bile hatırlayamıyorlar.
Attığım her adımda "isyan" diye bağırıyorlar pervasızca.
Ve sonra dizlerim yeryüzünü öptüğünde,
Alnım da değiyor yanıttan yoksun yaşayışlara.
Masumiyeti unutan o yara...
Kabuğu göz kapaklarımın yerini alır oldu.

Küfrettiğim bu yıkımın tozları,
Döndürüyor başımı.
"Dünyanın en uzak noktası insanın kendisini affetmesidir."
Diyor ne idiği belirsiz bir hayvan.
Pençeleri çiziyor sırtımı.
Alıp götürdükçe acımı,
Yenisini ekledikçe sırtımdaki izlere,
Ağlayarak huzuru zikrediyorum.
Kimse benimle aynı dili konuşmuyor.

Her ayağa kalkışımda belimi doğrultmak için,
Ezip durduğum gönüller ve battığım çamur...
Altı heykel beliriyor karşımda, susuyorlar.
Belki bilgeliklerinden, belki de çaresizliğimden.
Ölü otlar sarıyor ve saklıyor ayak bileklerimi.
Bilirsiniz utancım sırtımdakinden daha da ağır.
Bir yemin sıkıştırıyorum parmaklarımın arasına,
Sigaram örtbas etmeye çalışıyor bu savaşı.
Öyle ki dumanları siren çalıyor.
Suyun altındaki gibi bir uğultu istila ediyorken hatıraları,
Bir kılıç engel oluyor göğün ışığına.
Ayrıldığım iki parça birbirine düşmansa,
-Ki öyle zaten-
Bu yıldızlararası bir yolculuk demektir.
Ancak kutsallığını çiğneyip tükürmek gerekir.
Aksi takdirde kırılır dişlerim.
Kendimi dahi anlamak bir kenara dursun,
Kim olduğumu unuturum sükuta gömülerek.

Bir sevgiliyi öper gibi öpüyorum günahlarımı.
Siz benim kirli cehaletim ancak çocuksu!
Siz benim arınışım için gereken cinayetlerim!

Boyun eğme yanılgılarım ansızın bir yasaya dönüştü.
Hakikat ile yüreğin mücadelesiydi bu.
Asırlar önce yazılmış canavar ve savaşçı ne ise,
Sonbaharın son demleri de o denli kasvetliydi.
Lakin hakkını vermek de gerekliydi.
Sonsuzluğa aç bir faninin,
Bu yeryüzünde, benliğini kaybetmişlerin kucağında,
Ötesini düşünmeden kendi imkansızlığı uğruna,
Binlerce kırbaç darbesinden, onlarca kıyametten,
Yüzlerce yalandan sonra,
Hala da o beş para etmez öğretisine sadık kalması,
İnancından gelse gerek doğru veya yanlış.
Esas yıkım kendi inşa ettiğin tapınağı kaybetmek değil,
Var etmeye çalıştığın kimliğin yok oluş tarafından öpülmesiydi.
Onunla aynı yatağa girmek,
Kendi yaralarınla sevişmekti,
Bu hastalıklı sağduyunun azameti.
Artık tek kişi var karşımda.
Aynayı kırsam da kırmasam da,
Her daim orada,
Her daim o kutlu günde...