1 Aralık 2023 Cuma

II.


Ellerinde ezgilerle geldiler, boynum bükük.
Geçmişin utancıyla ayrılıyor ortadan ikiye göğsüm.
Bir tarafı külyutmaz nerede görsem tanırım.
Diğer tarafım kör, ne yazık ki anlıyorum.
Doğdu ve nefesimi bir kavanoza sakladı melek.
Gerisini zaman teslim edecekken,
Çıktı ortaya yeniden en zor bilmece.
Bazen ölünürdü ancak virgül infaz edilmemişti henüz.
Her yıkım sonrasında noktaya yaklaşılırdı.
Nefesimin sesi kısaldı ki, bir sen,
Bir sen doğurabilsen masumiyeti bu gece vaktinde,
Bileceksin yarın hangi güneşin doğacağını.
Boğazımda tüm kelimeler kendilerini asıp duruyor ancak,
Hala ölesiye karnım aç, durduramıyorum.
Halbuki tek bir ses yeterdi, o da gelmedi.
Koynundayım karanlığın, bu gece onu bulacağım.
Her şeyi biliyorum ruhumdan,
Veremli bir sağduyu kadar iki yüzlüsü yok.
Ne yeraltında ne de üstünde.
Yalnızca sen ve ben, arkamızda ise bir ihtimal Etna...
Görkemi, hıncı ve kudretinden ziyade,
Durdurabilmek için zamanı geliyor o da.
Bütün umutlarımızı doldurdum ceplerime,
Bu gece sokakta uyuyacağım belki seni görürüm.
Tarihi bir duvardan selam verirsin bana.
Yeniden yazarız, yazarken de yaratırız.
Hem bir süreliğine insan da sayılmayız.
Bilirsin uykuya teslim oluyorum.
Bileklerimi öp ve bana bak.

I.

  

İçim dışım zamanın küfü ile kaplıysa,
Ve çaresizliğin bıçağı ele geçiriyorsa yaramı,
Akan kanım mı silecek, kapatacak üstünü bu yazgının?
Çanların bugün için çalacağını ilk günden beri biliyordum.
Ancak inanmak istedim sadece.
Sahnede ışığın kamaştırdığı yüz ben olsun istedim.
Hazırdım halbuki her şeye ancak bu yük,
Bu doğumumla başlayan ağır ukteyi yok sayarak,
Çoğula ait olmak istedim, başaramadım.
Artık rüzgar nereye eserse oraya giden bir yaprak dahi değilim.
Hiçbir kıymeti, saklı olan bir evreni yok düşündüklerimin.
Geldi, beni buldu ve vurdu.
Ortadayım işte, çırılçıplak, yarasından utanmaktan ziyade,
Vazgeçmişliğin hoyratlığı kol geziyor içimde.
Bir yol arıyorum...

30 Kasım 2023 Perşembe

Ufuk

 

Ellerimle yıkıyorum geceyi, boğazımda yarım bir orkide.
Utancın, çaresizliğin yüküyle geleceği siper eden,
Ölümlerin en yücesi, aşkın en itaatkar olanı...
Gözbebeklerime çektiğim günlerin sinesiyle,
Başıma diktiğim şarap ve çürüttüğüm yeminler.

Göğe değdirdiğim her bayrağın altında saklandı nice bedel çığlıkları.
Hüznümü aç köpekler gibi bağırarak akıttım.
Kimisinin gömleği kirlendi böylece,
Kimisi ise daha rahat anladı hayatı sessizce.
Kendin dışımda hiçbir şeyi anlayamadım esasen.
Veyahut buna inandım tıkladığında penceremi melankoli.
Hatıraların puslu ağır atmosferlerinde, iç çeke çeke,
Ayaklarım yaralandı ümitsizliğimce sakladım yaza ait sarı otları.
Yaktım ve yangını hep güneşe bağladım...

Yozlaşmış bir peygamberin ettiği dualarda,
Yorganın altına saklanarak ağlayan bir çocuğun gözyaşında,
Ruhumun dokunmak için çırpındığı her duygunun enkazındayım.
Vakit her daim şımarık bir çocuk misali alıyorken aklımdan şüpheyi,
Ben aldığım her nefes boyunca yüreğime hizmet etmeye çalıştım.
Bir kaldığıma inanıyorken geri kaldım.

Onsuz geçen ömre bağırdım bugün, elimde söndürülüp geri yakılmış bir sigara.
"Varlık yazgısına ettiğin ihaneti küçümseme!"
Damarlarımdaki kan kirlendi diyorum size!
Hayır piçlerimden bahsetmiyorum, cesetlerimden de.
İşlediğim günahlardan, astıklarımdan, kestiklerimden de değil!
Eskiden semazenlerin bahçesinde dans ederdi kutsi acılar.
Oysaki şimdi ne acılarım kutsi, ne de kutsalım acı...
Aynalardan beni izleyen gözlere bakıyorum,
Yıkım dolu bir coğrafyaya göç etmek istiyor içim.

Ahengi öldürürken parmaklarım,
Ve yazılan her satır boyunca yeryüzünü öpüyorken,
Kanıksadığım gerçeklerin tümü,
Bilmeceler, taralar, enkazlar, vedalar...
Hepsi hala nefes almaktaydı içimde.
Öldürmeme rağmen küllerinden doğuyordu her şey.
Bu bedene ait olmak için savaşan ruhum hariç...

Kirletiyorum ki okunabilsin yalnızlığım sallanan masalarca.
En çürük iskemle hanginizinse bana verin.
Dar ağacına çıktığım zaman ihtiyacım olacak.
Geceler boyu hep aynı sığınış, inanış.
Ama en fenası o kutsi mücadele ruhu...
Dizlerimi kanatırcasına, nefesimi çalarcasına,
Gözlerimi kanatırcasına o sonsuz,
O başıbozuk ayna taciri...
Bazısının umudu bazısının katili.
Delirtiyor...
Başıma diktiğim her duygunun ayrı bir kırbacı var.
Sırtımdaki haritanın nereye götüreceğini bilmiyorum.
Ancak hissediyorum ve sadece,
Her şey kısa bi'an çıkmazı.
Bedevi olmak da kurtarmıyor beni artık.
Aksine tüketiyor diğerleri gibi...

Suret

 

Önce intiharı yakıştırdım yüzüne külle kaplandı gece.
Oyuncağı kırılmış çocuk bir tanrı,
Avazı çıktığınca kustu hırsını, zaman ise utandı.
Boynumdaki kolyenin ipi sıkıyor boğazımı.
Nesiller boyu yeşile kırmızıyı anlattım bir ağacın gölgesinde.
Göğün en kızgın ve üzgün olduğu anlarda,
Yeryüzünde geçirdiğim gün kadar kelimeyi kırbaçladım.
Tanrı hala büyüyememişti ne yazık ki.
Gözlerime perde çektim, ağladı güneş...

Sonra sonsuz bir iç kanaması eklendi gözlerime.
Veremim meşru kılıyorken bencilliğimi,
Ben evrenin en ıssız noktalarında,
Kendi çizgilerimin arasında mahsur kaldım.
Rüyalarımda saklanan kutsalı bile isteye inkar ettim.
Okuma yazmayı yasakladım, ardından yazıyı ortadan kaldırdım.
Tek tek düşüncelerimin aktığı tüm pınarları,
Gece gündüz demeden içerek kuruttum.
Kanatlarını kendisi kesmiş meleklerle durmaksızın seviştim.
İki dudağımın arasındaydı cennet, bağırdığımda kovuldum.

Gözyaşlarını sürgün ettim yanaklarından.
Acıyı işledim dudaklarına diz üstü çöküyorken umudum.
Sararmış hüznüm melankoliyle çalkalanıp dururken,
Göğsüme hapsettiğim dumanlar gözümü alıyorken,
Yere çakıldığım her uçuruma geceler boyu küfrettim.
Ruhumdan öte bir kuşak bağlıydı içimde.
En sert içkilerde durmaksızın onu çözmeye, kesmeye çalıştım.
Her başaramadığımda evimi terk ettim.
Öksüzlüğümü öldürmek için çıktığım her yoldan,
Ağır cevaplar kazanmış bir şekilde geri döndüm.

Adına aşk denildi, adına neşe denildi.
Kimilerine göre ise ilk nefes, ilk günah.
Bu yüzden tanrının avcumda olduğuna inandın.
Yeniden doğmak uğruna her adım atışımda,
Ayak bileklerime prangalar eklendikçe,
Sırtımdaki ulvi yük arttıkça,
İnancıma zincirler vuruldukça,
Tutamadığın elimi sana uzanabilmesi,
Seni o çukurdan kaldırabilmesi için,
Ömrüm boyunca soğuk musalla taşlarında dövüp durdum.

Kafir oldum, en ağır bedellerle sarayın bahçesinden kaçtım.
Yüzüne bakamadım, sesini duymamak için kalabalıklara karıştım.
Vasiyetimizi dahi yazdım asırlar önce.
Ruhuma kazıdım her cümlesini.
Kara topraklar dahi silemeyecekti bu yazgıyı.
Yollarda, kadehlerde tüketircesine harcıyorum şimdi gençliğimi.
Geleceği terk ediyorum sessizce.
Birbirimize karşı kuramadığımız cümlelerin manifestosu sağ olsun.
Siren sesleri saklayacak ağlayışlarımızı.
Büyüyeceğiz, yukarıdakinin aksine...

Son olarak nice cinayetler yakıştırdım güzelliğine.
Dilinin kaldırdığı tabut sayısını en iyi gözlerin biliyor.
Yorgun argın ve özlem dolu kör uyanışlarımızda,
Eksik olduğumuzu bileceğiz lakin,
Nasıl tamamlanacağımızı dahi tahmin edemeyeceğiz.
Farklı sıfatlar takacaklar bize.
İkimiz de hem en iyi hem de en kötü olacağız.
Bütün günahlarını ben devralıyorum artık.
Çünkü tekrar kaybolacağım bu karanlıklarda.
Yıldızlararası bu kısa yolculuğumuzda,
Mahvettiğin her şey için teşekkür ederim.
Asırlar önce affetmiştim seni oysaki.
At artık üstünden şu ölü toprağını.
Sana sarılarak ağlayamıyorum biliyorsun.
Keşke daha çok şey bilmeseydin.

Çanlar benim için çalıyor yeniden.
Beraber olmasak da ayrılacağız.
Yeniden terk edeceğim seni.
Dünyanın en kötü insanı olacağım yeniden.
Belki de en bencil, belki de en öksüz.
Güzel olan her şeyi hak ediyorsun.
Hoşça kal...

19 Kasım 2023 Pazar

Kut


Kutlu gün esas bugündü, ölüm oynuyorken endişeyle.
Aşılmış sokaklar, geçilmiş eşikler derken,
Elimde kalan yokluğun terzileri,
Ya da aklımı ele geçirmeye çalışan yalnızlık diplomatı.
Dilinin sivriliği ve salt gerçekçi işkenceleriyle,
Göz boyayan, çocukları kandıran, kendinden emin, hırslı,
Zamana boyun eğmeyen...
Ancak puslu gözüküyor her şey, titreyen bardaklar dahi...
Yandım, küllerimi dolma kalemimin içine hapsettim,
Ve o an silinmez yazgıyı kazıdım duvarlarıma.
Ben o'ydum.
Birkaç damla şarapta, saklı bir gözyaşında,
Veya şehvet dolu öpücüklerin arasında,
Kendi yükünü kendisi taşıyan bir anlar silsilesiydim.
Şimdinin küfünü unutalı çok oluyor.
Şiirim, içime gömdüğüm maktullerin son nefesinden ibaretti.
Toprağı bir iki santim yerinden oynatacak,
Yağmuru yeryüzüne tutsak edecek,
Yorgun bir çift göze hesap veremeyecek olan,
Hepsi, doğumdan itibaren kim hain olmuşsa,
Sıktıysa bilekleri, akan kanları da sakladıysa sandığına,
Doldurup içtiyse kadehinden,
Gözü döner elbet, idrak edemez hikmet dolu sözcükleri.

Bir an uğruna yırtıldı kağıt ve bir yarık açıldı evrende.
Diz boyu karanlık şahitleri...
Ancak anlayamazlar kudreti.
Boynumdaki pranganın zincirleri öksürüyor artık.
Neyden yapıldıklarını bile hatırlayamıyorlar.
Attığım her adımda "isyan" diye bağırıyorlar pervasızca.
Ve sonra dizlerim yeryüzünü öptüğünde,
Alnım da değiyor yanıttan yoksun yaşayışlara.
Masumiyeti unutan o yara...
Kabuğu göz kapaklarımın yerini alır oldu.

Küfrettiğim bu yıkımın tozları,
Döndürüyor başımı.
"Dünyanın en uzak noktası insanın kendisini affetmesidir."
Diyor ne idiği belirsiz bir hayvan.
Pençeleri çiziyor sırtımı.
Alıp götürdükçe acımı,
Yenisini ekledikçe sırtımdaki izlere,
Ağlayarak huzuru zikrediyorum.
Kimse benimle aynı dili konuşmuyor.

Her ayağa kalkışımda belimi doğrultmak için,
Ezip durduğum gönüller ve battığım çamur...
Altı heykel beliriyor karşımda, susuyorlar.
Belki bilgeliklerinden, belki de çaresizliğimden.
Ölü otlar sarıyor ve saklıyor ayak bileklerimi.
Bilirsiniz utancım sırtımdakinden daha da ağır.
Bir yemin sıkıştırıyorum parmaklarımın arasına,
Sigaram örtbas etmeye çalışıyor bu savaşı.
Öyle ki dumanları siren çalıyor.
Suyun altındaki gibi bir uğultu istila ediyorken hatıraları,
Bir kılıç engel oluyor göğün ışığına.
Ayrıldığım iki parça birbirine düşmansa,
-Ki öyle zaten-
Bu yıldızlararası bir yolculuk demektir.
Ancak kutsallığını çiğneyip tükürmek gerekir.
Aksi takdirde kırılır dişlerim.
Kendimi dahi anlamak bir kenara dursun,
Kim olduğumu unuturum sükuta gömülerek.

Bir sevgiliyi öper gibi öpüyorum günahlarımı.
Siz benim kirli cehaletim ancak çocuksu!
Siz benim arınışım için gereken cinayetlerim!

Boyun eğme yanılgılarım ansızın bir yasaya dönüştü.
Hakikat ile yüreğin mücadelesiydi bu.
Asırlar önce yazılmış canavar ve savaşçı ne ise,
Sonbaharın son demleri de o denli kasvetliydi.
Lakin hakkını vermek de gerekliydi.
Sonsuzluğa aç bir faninin,
Bu yeryüzünde, benliğini kaybetmişlerin kucağında,
Ötesini düşünmeden kendi imkansızlığı uğruna,
Binlerce kırbaç darbesinden, onlarca kıyametten,
Yüzlerce yalandan sonra,
Hala da o beş para etmez öğretisine sadık kalması,
İnancından gelse gerek doğru veya yanlış.
Esas yıkım kendi inşa ettiğin tapınağı kaybetmek değil,
Var etmeye çalıştığın kimliğin yok oluş tarafından öpülmesiydi.
Onunla aynı yatağa girmek,
Kendi yaralarınla sevişmekti,
Bu hastalıklı sağduyunun azameti.
Artık tek kişi var karşımda.
Aynayı kırsam da kırmasam da,
Her daim orada,
Her daim o kutlu günde...

8 Ekim 2023 Pazar

İz


Ağır ağır işlendi her şey yollarıma.
Yaşamak uğruna ucuza çalışan bir memur gibi,
Sabırlı, kanaatkar ve kendi dünyasına hapsolan...
Dirilttiğim her fikrin bir taşı var,
Ve nehirler göz alabildiğince kızgın.
Balıklar göğe bakıyor usanmaksızın.
Bulutların yüzünde hep aynı eskimişlik,
Ufak ufak sekip batıyor duygular.
Ey kelimelerden muaf olan!
İyice çıkmadan kanı yarasının insanın,
Deryalara, çöllere düşmekten ne anlar?
Yalnızca kısa bi'an çıkmazı hepsi bu...
Elde var sonsuzca yollar.
Elde var fütursuzca esen rüzgarlar.
Elde var yalnızlık ve birtakım mücadele esirleri...
Akıyor gözlerinden gün ayak uçlarıma kadar.
Hepsinin umudu, sakladığı hüznü ve dahası...
Nereye adım atsam her köşe kapılmış.
Hangi geceyi benimsesem hepsi aydınlık.
Yetmez boynundaki kurumuş kanı temizlemeye hiçbiri.
Karanlığımın esareti öperdi bu şuursuz anlarda ellerimi.

Eski çağlardan kalma bir kralın,
Her gece tahtında sükuta boyun eğmesi,
Tokmaklı kapıları yalnızca ölümün aşabilmesi,
Geri getiremezdi baş ucuna eksik acısını...

Çektiğim acılar dahi yarım artık bugünlerde.
Var olma telaşına yenik düştüğümden midir?
Bilemem, ağzımda acı ucuz bir şarap tadı ve sigara,
Aklımdaysa ulvi bir kargaşa...
Haykırışlarımı terk ederken bulanıp durduğum çamur,
Ve ellerimle yaptığım, kanımı emen o hain putlar...
Duvarlarımı kendime yasaklıyorum.
Ruhumu pislikten değil, bu andan kurtarıyorum.
Mahkumun sonbahar olduğu yerde gardiyan ise umuttu.
İnzivaya çekilirken zaman,
O yara kabuğunu unuturdu...

Ağır ağır kazındı her şey duvarlarıma.
Ne hissettiysem hepsi iki kişilikti.
Ne yazdıysam hepsi tek kişilikti.
Ne yaşadıysam hepsi eksikti.
Yazgı çoktan fethetti alnımı.
Artık satırlar konuşmalı.
Kelimeleri hapsedemiyorum daha fazla zindanlara.
İsyan alevi büyümekte içimde.
Kül bulutlarına baktığımda gençliğimin yüzünü görüyorum.
Bazen tanrıyı anlıyorum...

Feryat

Yalnızca bir kelime ile yeni baştan yaratıldı idam.
Karanlığımın seçtiklerinin boğazında düğümlenmiş,
Yalnızlık fısıltıları, yürek naraları ve o...
En hırçın, en kötü, en kirli,
Hangi yaşanmaz zerresi varsa hayatın,
Hepsini geçirdim boğazıma, nefes alamıyorum.


Nice ilahiler kirletiyor melankolinin çıplaklığını.
Nesillerdir hep aynı hikaye dolaşıyor ağızlarda.
Bu korkunç uğultu nereden de geliyor?
Hangi mezar taşımda yazmakta geleceğin silinmezliği?
Hainim ve parmak uçlarıma değen saçların,
Kime ait olduğunu bilmeyi reddediyorum.
Esirgediğim her yanıtı oysaki yıllar evvel sırtıma kazımıştım.
Çizdiğim, benimsediğim her hudut,
Akan duyguların tümü ve anlamını yitiren dünya...
İki yenik yıldızın karanlığa kurban gidişini,
O iki yenik yıldız hariç herkes bilir.
Bilir kara deliğin neye benzediğini.
Tanır ölümlerin en yücesini.
Sakladığım her yemin kırıyorken göğüs kafesimi,
Ben bu kimsesiz sokaklarda haykırıyorum içimdekileri.


Çarkın yazdığı kitaba sığabilmek için,
Bir dişlisi olabilmek maksadıyla vazgeçtiğim,
Yalanlar, gerçekler, hatıralar...
Her adım atışımda bir çiçek eziliyor.
Yakında çölden başka hiçbir şey kalmayacak.
Nefret ettiğim hakikatin bu denli kudret sahibi olması,
Delirtiyor beni, var ettiğim nehirleri ölene dek içmek istiyorum.
Sahip olduğum hiçbir şey yok.
Kazandığım veya kaybettiğim bir savaş da...
Esasen bir savaş da yok, hiç olmadı.
Zehirlerin en yücesini içimden atma mücadelesi var sadece.
Asırlardır üzerine mermi yağdırdığım, boğazını kestiğim,
Derisini yüzdüğüm o lanet hayvanın zehri,
Ve gecelerimi boğazlayan yıkım dolu uluması var.


Ve bense tüm bu, iki yakamdan tutan kıyametin,
Gece gündüz demeden gerçekleşmesini izliyorum.
Tıpkı o bunağın durmaksızın bizi izleyişi gibi.
Dizlerimi kanatan mahcubiyetim geçmişte bana güç verirken,
Bugün ise mezarımı daha da derin kazmamı sağlıyor.


Terk ettiğim bedenimi zamanın eline bıraktım.
Haykırış dolu kahkahalarla ise ruhumu okşuyorum.
Başım öne eğik değil çektiğim, tutunduğum ipler kısa.
Boynumu dahi saramıyorum...


Ruhumu ortadan ikiye ayırıp yarısını gömüyorum,
Bu kağıda her kelime yazışımda bir kürek daha ekleniyor aramıza.
Gördüğüm tüm beyazları şömineye fırlatıp,
Siyahın dişlerimi kırmasına izin veriyorum.
Yarından nefret ediyorum, bir sonraki günden de,
Gelecek haftadan da, aydan da, yıldan da...
Çok mucizevi bir şekilde, inancımla, yüreğimle, duygularımla,
Varlığıma ait olanı yok sayıyorum.
Korkağım çünkü!
"Hayır, şansın yok!"
Ama hissediyorum, ateşi, enkazı, gözyaşını.
"Bu senin lanetin biliyorsun, sen bu şekilde doğdun."
Hiçbir zaman bunu istemedim.
"Biliyorum ama devam etmekten başka şansın yok."
Ama kanıyor.
"Kanayacak, durmayacak da belki de.
Yarandan utanma, gizleme silinmeyecek izlerini.
Bırak onlara sarıl."
Üzerimde sonsuz bir yük var, taşıyamıyorum değil,
Sadece eziyor beni sanki her adım atışımda gittikçe yerin altına giriyorum.
Ancak devam edebiliyorum yürümeye.
"Nelere karşı çıktığını çok iyi biliyorsun."
Biliyorum, her zaman böyle olacak değil mi?
"Kim olduğunu ve olabileceğini asla unutma."
Ben hiç kimseyim...
"Hiç kimse olsaydın benimle kağıda yazarak konuşmazdın."
Artık ne için yazdığımı bilmiyorum.
"Hayır, artık ne için tutkulu olduğunu bilmiyorsun.
Buz tuttun ve çözünemiyorsun."
Mağlup bir nefesle içime çektiğim duman yaşartıyor gözlerimi.
Çok uzun zaman önce öldüm, haberim yoktu hepsi bu...

5 Ekim 2023 Perşembe

Kesit

Zamanın en korktuğu an aşktı.
Ruhuma değen sıcak dokunuşların arasında,
Çığlık çığlığa kalan ise yalnızlıktı.
Yollarını eskittiğim her çürüyen simada,
İçimde kırılan birkaç kadeh,
Ve asırlar süren yarı yorgunluk uykuları...
İnanç ateşinde yaktığım her cadının büyüsü,
Her daim kanlı bir öksürüğe,
Biraz da mazlum bir kız çocuğunun cesedine benzerdi.
Yazgıma bulanan puslu intiharı arındırma umuduyla,
Sürekli unutulan benliğin çıkmaz sokağıyla,
Geçmişin çalkantılı gönül ilişkileri,
Veyahut geleceğin tek gecelik hırs dolu sevişmeleri...
Her öpücüğünde bir kelime yazıyorum dudaklarına.
Ölüm öptüğünde seni anlasın kimden kime geldiğini,
Belki de ebediyen gittiğini...


Her daim yarayla yaralanan, umutla şahlanan,
Aşkla gözleri kanlanan sağduyumun, çocuğumun haklı isyanı,
Kopartıyor gönlümüzce ekilen hazineyi...
Evet yaşıyoruz ve ayrığız bir olmak uğruna kirlenen.
Evet yazıyoruz bir an için de olsa susuzluğumuza deva,
Yırtık bilincimize bir iki yama,
Ve kabuğunu ısrarla soyduğumuz o ağlayan yara...
N'olursun çekme perdelerimi, yıkma inşa ettiğim evi.
Beşiğinde çürüyor iskeleti coşkumun ahenginin.
Külleriyle ulvi bir porte çiziyorum.
Gökten bir kitap indiriyorum ancak görmüyor gözlerim.
Yalvarırım karanlığımı artık işgal etme.
Zihnimi daha fazla meşgul etme.


Miladın hainlerinin ağızlarında hep aynı o kirli kelime var.
"İhanet!"
Çarmıha gerdiğim salgının, savaştığım kıtlığın,
Kıyametime tecavüz ediyor olması,
Nihayetinde doğan gayrimeşru huzurun,
Henüz canımı almamış olması katil olamayacağı anlamına gelmiyor.
Gözlerimle dövdüğüm prangalar hala sarıyor bileklerini meleklerin.
Oysaki zikretse biri adımı şarkı söylemek yerine,
İnandığım her şeyden vazgeçeceğim...


Tiyatroma dahil ol, suflör benim!
Başrol gökyüzü, oyun ise söylemlerim.
Yani, bir budalanın daha doğrusu haytanın,
Ruhuna denk gördüğü yanardağların,
Öldürmeye en yakın olduğu an kendisini,
Okkalı birkaç tokat atmasını konu alıyor.
Takdir edersin ki hayatın tokadını çok önceden yedim.
Şimdi ise tekmelemesine boyun eğiyorum.
Ancak hissediyorum, bir şeyler var aramızda.
Ya günü geldiğinde ben onun boynuna atlayacağım ya da o var oluşuma... 

11 Şubat 2023 Cumartesi

Tarumar

 

Dünyanın en uzak yerinden yazıyorum sana sevgilim.

Değmemiş avuçlarımıza düşen ateş önce hasta etti bizi,

Sonrasındaysa veremli ciğerlerimizi emanet ettik birbirimize.

Ve çürüdü böylece geceye saklanan ayın karanlık yüzü.

Hastalığım o denli kudretliydi ki ay ışığı çaldım gökyüzünden.

Böyle de devam etti ardından en şahsi cinayetler.

Ekip arabalarından nefret etmek için bütün deliller elimde,

Yeni bir kıyamet başlatmak için gereken hüzün de...

Ancak izin vermedim ve fısıldadım kulağına tanrının,

Ne de olsa o peygamber değildim artık.


En son tanışmak isteyeceğim şeydi yokluğun.

Ancak görünen o ki herkesi tanımam gereken bir dünyada yaşıyorum.

Durmaksızın döktüğüm gözyaşlarımın hiçbirinin bir anlamı yok elbette.

Baksana, hala yeni yeni fırtınalar keşfediyorum içimde!

Başım dönüyor, neyse ki yeryüzü mevcut değil.

Ruhumu yıllar önce satsaydım şeytana olmazdı bunların hiçbiri.

Lanet olsun hepsine, sana, bana, ne kaldıysa geriye,

Tümünü o aleve bırakmak istiyorum.

Ancak biliyorsun ki benim gibi bir bedevinin yapabileceği bir eylem değildi bu.

Ölümüne saklayacağım, kaybettiğim kumarı unutmamak uğruna.


Kendi kendimin hainiyim lakin bu engel olmuyor ellerinden şaraplar içmeme.

Bu demek değildir ki cennet senin kollarında saklı değildir.

Esas cehennem tenine dokunamamışken bu denli yanabilmektir.

Esas cehennem gözlerinden vazgeçmektir.

Zebanilerden aldığım orakla saldırıyorum uykuya.

Başımı hissedemiyorum...

Zaten enkazdı doğduğum yer!

Zaten enkazdı tanıştığımız yer!

En ufak bir sarsıntıda ölüm ele geçirecekti bizi apansız.

Ve esmesi gereken rüzgarlar böylelikle kapımı çaldı.

En azından ben zatürre olacağım,

Senin kanın akacağına benim ciğerlerim kusacak saklı olanları.

Uyurken sen ay ışığıyla çizeceğim o güzel yüzünü.

Yakalamayı tercih etmiyordun yanındaki ışığı.

Kendi karanlığınla örtbas ediyorsun riyakarlığını.

İhanet dahi çok yakışıyordu sana.

Ve ben bundan emin olmak uğruna,

En yıkım dolu maceralara atılacaktım kuşkusuz.

Ardımda her zaman bir not bırakarak,

Kaybedecektim şuurumu bu korkunç yeraltında.


Beni parçalara ayırıp vaktinde düştüğün çukurlara gömmeni istiyorum.

Tanrı hatırasına karşı geliyorum bir ihtimal lakin,

Beynim bir kez olsun açığa çıkabilseydi,

Hiç de mütevazı olmayan bir isyanın koptuğu kolayca fark edilirdi.

N'olur sen beni fark et sevgilim.

Gözlerini kamaştırıyor ışığım, görüyorum.

Kör kalıyorum, cebimde yalnızca hayallerimle,

Sensizliğin en soğuk ayazlarına meydan okuyarak,

Bu karla kaplı tepeleri aşıyorum.

Senle hiç tanışmamış olmayı düşünmekten dahi korkuyorum.


Buz kraliçem benim, görüyorsun ya!

Beni en zamansız anda dondurdun.

Artık hangi günü, saati yaşamam gerektiğini bilmekten acizim.

Kendimi gerçekten hasta hissediyorum, ne acı...

Bu arayışımda soluklanmamı sağlayan,

Dünyanın en güzel nefesiydin.

Bu acımasız ve kargaşa dolu senfonideki,

İçime işlenen en güzel estin sen.

Sen çıktın karşıma ve durdu o an kim varsa.


Işığın kızının yanlış inançlarından dolayı,

İntihar etti ne yazık ki az önce evsiz zenci.

Bu iklime ait olmadığı aşikar,

Ne işi vardı ki burada?

Sanırım gerçekten aradığını bulduğuna inanıyordu.


Kendini uykuya emanet ettiğin gecelerde,

Ayda bir kere seni en vazgeçmeyecek şekilde öpeceğim.

Dudaklarım o denli emin ve kudretli ki,

Sen gerek bana bakıyorken,

Gerekse gözlerini kapatmış kendi şeytanlarınla savaşıyorken,

Senin etrafındaki dönüşümü her tamamladığımda,

Hissedeceksin beni,

Hissedeceksin bizi ve yalnızlığımızı.


Merak etme, hakkında bir tane dahi şikayet dilekçesi yazmayacağım.

Belki bir gün evine bir tebligat gelir,

Ve gönül mahkemelerinde nasıl yargılandığıma karşılık şahitlik edersin.

Ya da kim bilir belki avukatım olur,

Ve beni yeniden doğurursun.

Bir şey de onlara,

Lütfen...

Hapse girmek istemiyorum sevgilim.


Artık başımı hissediyorum çünkü bu ağrı beni öldürecek.

Kaybettiklerimi geri kazanamam,

Ancak yeni şeyler yaratabilirim.

Seni seviyorum.

19 Ocak 2023 Perşembe

Kayıp

 

Apansız, kurak bir yalnızlık yüküyle,

Terk ettiğim bu sokak...

Yanıyor, dökülüyor mezarlığımın küllerinden farksız.

Yarım kalmış bir tanrı hatırası ısırıyor elimi.

Sigara yakıyorum, yıldızları insanlardan farksız görüyorum.

Dualarımın canını alıyorum kapladığında geceyi melankoli.

Öksüzlüğüm karışıyor yaralarımdan akan kana.

Ey yalnızlığın yaratıcısı!

Var ettiğim tüm hudutları aşmak uğruna,

Kaç tane gönlü ayaklarımın altında çiğnemem gerekir?

Hangi inançlının gözlerini,

Yüreğini içimdeki ateşle yakmam gerekir?

Milada durmaksızın ihanetlerde bulunuyor oluşum,

Kırık ayna parçalarında gördüğüm suretler,

Boy gösteren korkunç dizeler,

Ve o kutsi arzu...

Gerçekten yok edilmiş midir o peygamber?

Gözlerime zamanın kumları kaçıyorsa,

Ve kanıyorsa ister istemez ağzımdan dökülen kelimeler,

Gök kubbenin ahengine elinde olmadan hakaretler ediyorsa,

Hangi meleği hakikat için infaz etmek gerekir?


Perdelerden ölüm akıyor ne vakit içeri ışık girse.

Susturun şu rüyaları da hangimiz riyakarız görelim!

En çok hangisinin rengi çalıyorsa cinayetimin öfkesine,

Bilemiyorum, bu karanlık beni yoruyor...

Bu da söylediğim elbette ki başka bir yalan.

Kirlettiğim halılara saklıyorum hikayemi.

Çünkü içki kadehinde bir gizdir acının eşiği.

Gözlerime gölgeler ekleniyor,

Günbegün, anbean,

Sevdaya sevda, yalnızlığa yalnızlık,

Tanrıya ise karanlık.

Ne anlatıp durur geceleri bilemem.

Dinlemediğim her bir öğreti için ayrı bir kırbaca sahibim.

Hırçınım neyse ki bu kırmızıyı görmek için bir engel değil.

Yani ben ne kadar hainsem,

O denli anlam kazanıyor bu süreksiz cefa.

Ne de olsa köprü yıkıldı diye,

Zamanı hapsetmekten vazgeçmez hiçbir zaman o kervanlar.


Sonsuzluğum giderek kısalıyor.

Yani yeni diyarlar ve darağaçları kazınıyor duvarlarıma.

Adımlar atmaya devam ettiğim yollar değişse de,

Varacağım yer neresi olursa olsun,

Aynı son bekliyor beni.

Namütenahi bir ışığın alacaklı sesi,

Evet bir ses, ve yıkılması farzdır artık opera binasının.

Koridorlara saklanmış portrelerin,

Sığınılacak bir an olduğunu anlamış oluyorum böylece.

Esas sanat budur, esas yıkım budur.

Esas ölüm, sonsuz olanın ecelini yüreğine hapsetmek zorunda kalmaktır.

Kasvetine ne kadar tapıyorsa çölün kendini bilmez bir bedevi,

Ruhum bu bedeni terk edene dek içme arzum,

Beni öldürmenin aksine yaşatacak olan yegane şeydi.

O halde şerefe tüm mezarı olmayan ölülere!

Şerefe bu şehrin iffetli orospularına!

Şerefe bu hapishanenin tüm mahkumlarına!

Elbette ki eceliniz sonuncusunun öldüreceği günle gelmiş olacak,

Ancak benim istediğim ilkini bana vermeniz.

Elinizde hangi hatalar, aptallıklar, ihanetler varsa,

Hepsini bir şırıngayla ciğerlerime hapsedeceğim.

Veremimi bulaştırmaktansa,

En kirli olanı muhafaza ederek,

Zerdüştlerin ateşine boyun eğeceğim.

Kudretine ve nihailiğine biat edeceğimden değil, hayır,

Aksi de değil, yalnızca bu,

Var olduğu andan beri bilincimin,

Bir mana kazanması, en değerli hazineye sahip olması için,

Yerine getirmek zorunda olduğum bir görev olduğu için...

Hangi tanrılardan özür dilemem gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok.

Ancak illa birinden özür dilemem gerekiyorsa,

Ekselanslarından özür diliyorum...


Ömrümü bu satırlarla bu kağıtlara harcıyor oluşumdan,

Hiçbir zaman pişmanlık duymayacağım.

Hatta ve hatta yemin ediyorum tanrım:

Yok olana dek, kendimi,

Bu yerde, bu kendini bilmez zaman dilimlerinde anacağım.

Yani fırtına ne kadar kasvetli olursa olsun,

Kağıtlarımın uçup kaybolmasına izin vermeyeceğim.


İstikametten yoksun bir gemi yolculuğu armağan ediyorum cenazeme.

Gelmesini dilediklerimden ziyade,

Gelmesinden utanç duyacağım kişiler geliyor aklıma.

Beni affedin.

Yaratıcılarım, deliler ve o üç kadim olan.

Ötesini düşünmeden,

Geçmişimi bir kokteyl gibi çalkalayıp sürekli içiyorum.

Yaşadığım sarhoşluk hissinden güç alarak,

O sahillere kendi kanımla imzamı atıyorum.

Hepsini hatırlıyorum esasen.

Ancak, yorgunum...

İlerlediğim, kat ettiğim yolun dahi farkında değilim.

Bir ses istiyorum sadece, sadece bir ses.

Sıra dışı, çığırtkan bir sahilin yanlış durağından geçen,

O beyaz yol arkadaşı ve elbette ki yanında sigarası...

Hırçınım ve gözlerimi uyku ele geçirinceye dek,

Bu korkunç yeraltındayım.

Henüz aydınlığı tahakküm etmemişlere selam olsun.

Ben pek beceremezdim zaten,

Durmaksızın yeni hikayeler anlatabilmeyi.

Sessizliği varlığımla rahatsız edemezdim.

Ben de durmaksızın burada buldum kendimi.

Böyle yarattım şu anı.

Özüm elbette ki kirlendi farkındayım.

Hangi zaferin kesin bir şekilde kazanıldığından emin değilim.

Kabiliyetlerim hangi kapıyı çalıyorsa,

Ben o sokaklara aitim.

Aşıktan ziyade bağımlıyım karanlığa.

Yarım bir cümle bırakarak ardımda,

Yüzümü saklıyorum kirli kalabalıkların arasından geçerken.

Eksiğim, neyse ki bir olmuş olan hiçbir şey yok.

Aykırı ve asi olduğum kadar bazı yasalara da bağlıyım.

Ve yaşam,

Tüm bu kıyametin koynunda sevişiyorken,

Bir kapı arasından beni gözetliyordu.