22 Kasım 2022 Salı

Muhafız

 

Yaş alındıkça akarken tohumları yıllar evvel ektiğim yaşamın,

Hayat müsabakasında ya da nereye çıktığını bilmediğim sokakların,

An gelince dönüştüğü o kızgın sarmaşıklarında anlıyorum,

Var olmanın dayanılmaz ağırlığını...

Bir bakıma, bulunulan bütün fedakarlıklar şimdiyi inşa etmişti.

Yani birkaç davam olmuştu yukarıdakinin yarattıklarıyla.

Neticesinde ise bu kanlı veyahut huzur dolu arınışın,

Nice mayınları döşendi gönül odacıklarımın kurak topraklarına...


Her geçen gün, belli bir takvime uyum sağlanmaksızın yanı başıma gelen,

Geçmişin yeminli tercümanları ve sözünden dönmüş fedaileri,

Tutuyorlardı her iki yakamdan vaktinde sorulmamış soruların yanıtlarını talep edercesine.

Her göz kırpışımda, adım atışımda, sol iç cebimden çıkardığım sigarayı yakmak için,

Korkak bir edayla pantolonumun sağ cebinden çakmak çıkarışımda,

Kaçarken tozunu yuttuğum diyarlar savaş ilan ediyorlardı kan pompalayan damarlarıma...


Hep uyumluluk karşılığında daha az hissedeceğimiz yalanına inanmaktan mütevellit,

Bu saygıdan yoksun düzeneğin bir çarkı olabilmek için,

Nice hoyrat budalalıklara ve de aptallıklara boyun eğmek yanlışlığına düşüyoruz.

Bu durumun farkında olmak da ne yazık ki doğurmalarına yardımcı olmuyor bakire annelerin.

Yani, tanrı bizim için neyin imkansız olduğuna karar veriyorsa,

Vazgeçiremiyoruz onu bu kendince emin olduğu yok ve var et davasından.

Öksürüyorum, neyse ki asırlardır aynı veremden muzdariptim.

Özleme yakın bir yalnızlığın hastalıklı sarısıyla çevriliyorken baş aşağı kum saatim,

Ben ismini dahi bilmediğim evrenlerimde kendimle karşı karşıyaydım.


Bu gözümün önünde duran yaşamak ekmeğini,

Günahlarım için hangi başın üstünde kırmam gerekiyordu orası meçhuldu.

Vazifem bellemiştim beni korkutan yolları,

Gerek çıplak ayaklarla teptiğim gerekse gecelerce kendimi kaybettiğim...

Ve her daim ayağa kalkıldı her düşüşün ardından.

Nice anlaşmalar, çıkar ilişkileri üzerine kurulu alım satımlar gerçekleştirildi.

Bazense yalnızca içimden öte yangınlar bir çember çizdi etrafıma.

Varlığımın sınırlarını ufuk çizgisinden de öte olarak belledim.

Herkesi bir kişide, her şeyi ise bir şeyde aradım.

Yedi senedir ne kadar bir mana taşıyorsa var oluşum bu dünyada,

İlk günden beri hep benzer uçurumların kıyısından geçtim.

Bazen ayağım kaydı, bazense bile isteye atladım.


Eski öfkemi kaybettim.

Kırılganlığımı yalnızlığın soğuk duvarlarıyla ve öfkenin muhafızlarıyla müdafaa etmeye çalıştım.

Bilincim nasırlaştıkça etkisini kaybetmeye başladı duvarlar.

Muhafızların bazıları çekip gitti bazıları ise bu durumdan memnun olmamış olacaklardı ki,

Uykuya yakın olduğum her an ellerinde kılıçlar ve meşalelerle üzerime doğru yürüdüler.

Şu kısacık zaman diliminde bile tahmin edemediğim kadar güçlenmiş olmasına rağmen,

Yeni yeni görüyorum aslında hala da ne kadar kırılgan olduğumu.

Eskiyle yeninin arasındaki tek fark ise,

Alınan darbeye karşı gösterdiğim fiziksel reaksiyonlardı, yoksa içeride hala aynı.

Sadece biraz daha septik ve nihilist olan,

Bu yaşımın şeytanları pek aratmıyor bana hatıralarımın karanlık yüzünü.


8 Kasım 2022 Salı

Ahit

 

Nice betondan bozma isli sarmaşığımsı günlerin altında,

Geriye kalan başka bir yalnız uktesi ömrün...

Zaman çağlayan nehirler gibi yıkarken ürkekliğimi,

Eskittiğim her diyar, henüz var olmamış bir merhemiydi intiharın.

Yüreğimin üzerine basan her kağıdı,

Monarşisine saygı duyarak isyanın,

Bir ziynet misali işleyişimle tanıtmaya çalıştım kendimi kendime.

Ve şimdi ise elleri pek temiz değildir,

Uykumdan beni bölen gün doğumunun turunculuğu.

Ne de olsa geçmiş hakaretlerin üzerini örtemezdi,

Saklamaya çalıştıklarımızın o ağır küflü kokusu...


Dünyamı selamlamak maksadıyla öne eğdiğim başımda,

Gözlerimde, aldığım nefesle beni bana unutturan,

Bazılarının neşe bazılarınınsa suç kaynağı olan,

O kudretli, yabani hayvanın uğultusu yeterdi,

Birilerinin tarihine karşılık hiçbir gerekçe sunmadan soykırımlar gerçekleştirmeme.


Sırtındaki okların sayısından ve kırbaç izlerinden anlaşılıyordu kolayca,

Bugüne dek bulunduğu mücadelelerin veyahut sahip olduğu öfkenin ne denli yıkıcı olduğu.

Eğer batmasaydı hiçbir zaman inşa ettiği gemiler,

Büyük bir titizlikle yetiştirdiği elçiler,

Sevgisinden mütevellit korka korka öptüğü çiçekler,

Ölmeseydi, öldürülmeseydi,

Yaraları deşilip boş yere akıtılmasaydı kanı tanrının,

Yani bir kaleme bedel yaşantısı çiğnenmeseydi ayaklar altında,

Ne ben bilecektim siyahtan da koyu renklerin olduğunu,

Ne de o ezelden beri var olmuş olacaktı.


Peki kimdir esas bilen doğrusunu?

Neden bu kadar kolay olan cevabı,

Bavulumuza koyup gitmek yerine,

Sonsuz çöllerinde susuyoruz yaşamaya ölümün?

Seni tanıyorum...

Sen benden öte olsan da,

Ben onla tanışmadan önce sen hep orada olmuş olsan da,

Sen beni değil, ben seni tanıyorum.

Tırnaklarının arasında sıkışıp kalmış toprak parçalarının,

Kimlerin mezarının olduğunu da biliyorum.

Aldığım her yaşta, paltoma gizlediğim her günde,

Senin aslında ne olmak için kükrediğini de biliyorum.

Eminim ki o zırh kadar dayanıklı derinin,

O geceyi gece yapan karanlığı işlediğin ağzının ardında,

Kan dolu sivri dişlerinin arasında,

Yeni doğmuş bir bebek var.

Ve sen onu koruyorsun.

Yıllarca senden hep korkuyla bahsettiler.

Seni anlamadan senden kaçmak,

Hatta ve hatta seni yok etmek istediler.

Oysa bilmiyorlardı ki,

Sen bu üç kişinin idame ettirdiği düzenin bir parçasıydın.

Eğer sen hiç olmasaydın,

Yalancı bir gerçeklikte bulmaya çalışıyor olacaktık özümüzü.

Seni anlıyorum...


Uykuya düşman kesilen bulutların altında,

Ağlıyorken tanrı kurduğu "cennete" inat,

Cehalet ele geçiriyorken hayat mütarekesini,

Gördüğüm her siyahın karşısında bir de bir beyaz vardı.

Ne olursa olsun aklı savunan fakat yüreğe karşı olduğu halde ondan beslenen,

Ruha ise saygısını elinden geldiğince eksik etmeyen,

Ellerinde kılıç ve kalkanıyla,

O vardı karşımda, o meşhur ağacın sağ tarafında.


Öksüz kalan sevdaların kalabalık gecelerinde,

Var oluşumuza layık gördüğümüz potansiyeli,

Nedendir bilinmez hep o engellerdi.

Elbette ki gelişime karşı olacak kadar geleneksel değildi lakin,

Yine de aldığı kararlar mutlak doğruyu getirmiyordu başucumuza.

Neticede insan olan bizdik, gerektiğinde kendi nefesimizi bile kendimizden çaldığımız,

Yanlışlarımızla birlikte doğruluk savaşında,

Bazen hakikatin boğazını kestiğimiz,

Bazen ise evreni gözlerimizde yaşadığımız,

Tarihin tozlu sayfalarında gömülü medeniyetin piçleri olan insanlardık işte!


Belirli cinayetler sonrasında sana biat etmeye başladım.

Öldürdüğün veyahut cezasını kestiğin her şeyden,

Sana olan bağlılığımdan ötürü,

Her ne kadar istemesem de hep uzak durdum, kaçmaya çalıştım.

Sana bu misyonu yükleyen alıcı merkezinin,

Zamanla değişmesi,

Belki de Çuvaldız Katibi'nin ekselansları,

Artık o kadar da soylu kanı taşıyamadığından,

Sahip olduğun bu hakimiyeti artık elinden almam gerektiğine karar kıldım.

Sana hiçbir zaman iyi demedim.

Yalnızca doğru olduğuna inandım.

Kudretinin ve nüfuzunun son zamanlarda azaldığı aşikardı.

Bana öyle geliyor ki,

Belki yıllar, belki de asırlar geçmesi gerekecek fakat,

Eninde sonunda bu düzeni üç değil bir kişi sürdürecek.

Sen görevini layığınla tamamladın.

Artık bundan sonra yalnızca kıyametlerde ortaya çıkacaksın.

Hatırlanmak için var olmaya devam edeceksin.

Seni selamlıyorum...

Çuvaldız Katibi'nin doğuşu gözcünün ortaya çıkmasıyla gerçekleşmişti.

Elbette ki katip şu anda da olduğu gibi,

Her daim bir evrim içerisindeydi fakat gözcüde bu durum daha farklıydı.

O ezelden beri vardı, onun büyüsü ise evrimleşebilmesi için,

En az birkaç ömre ve evrene ihtiyaç duymasına rağmen,

Aralarındaki en bilgin kişi olmasıydı.

Çünkü o'dur yaşamı sonsuza dikte eden.

Ve yine o'dur her sayfasını durmadan okuyan.

Bazı efsanelere göre o'dur babası karanlığın.


Doğumdan beri devam eden savaşlarda,

Ne kadar yıpranmış, yara almış olsan da,

Sen hep oradaydın.

Güneşin ve ayın arasında,

Kıtlık, salgın ve savaş fark etmeksizin,

Yanan en güçlü alevlerin arasında bile dimdik duran bir ağaçtın sen.

Köklerinle muhafaza ederek kucak açtın dallarınla geleceğe.

Ve biliyorum ki,

Dünya kendi etrafında döndükçe,

Ben ölüme biraz daha yaklaştıkça,

Sükutun yanıtı oluverecek meçhulun.

Sahip olduğun kudreti gittikçe daha iyi anlıyorum.

Bir gün yalnızca geriye sen kalmış olacaksın.

Bundan da hiçbir zaman pişman olmayacağım.

Çünkü esas saklı olan ne yüreğimdedir ne de aklımda,

Esas saklı olan ruhumdadır...

Seni fark ediyorum...


Kırık

 

Bakir krallıkların yollarını eskiteli çok oluyor.

Aynı hınç ve içten bir özürle fırlattığım,

Peşi sıra yaktığım bu betondan cehennemde sitemkar sigaralar...

Tanımsız bıraktığım her duyguda,

Geçmişin ayrı bir tezahürü yatmakta.

Hangi sonsuzluğun yakasını tuttuğumu dahi hatırlamıyorum.

Gerisi zaten dilden dile dolaşan efsanelerden farksızdı.


Bu yolların tadını alıp kokusuyla sarhoş ediyorsan zihnimi,

Yüzyıllardır bir bedevi oluşumun başka bir delile ihtiyacı yoktur.

Ancak bir hamamböceği misali,

Uyum sağlamaya çalışırken kaybettiğimiz dişlerimizi,

Gücün zirvesindekilere bir inci niyetine pazarlıyor oluşumuz,

En ağır soruları sormama neden oluyor.


Yirmi senedir kendimi eskittiğim bu coğrafyada,

Yalnızlığının bile farkında olmayanlarla sarhoş olmuş,

Kendi cümlelerinin boğazını kesmişlerle kül olmuş isem,

İçiyor olduğum şarabın kirleteceği tek şey ruhumdur.


Kanayan çehrelere bulanmış hayatım.

Baktığım her su birikintisinde,

Utana sıkıla adımlar attığım sokak aralarında,

Cinayetlerimin failleri arasında o da varsa,

Yaşam muharebelerinde ben çoktan şehit olmuşumdur.


Gözlerimin altına çizgiler ekleniyor.

Neyse ki zaman bilinç dışı ayrı bir distopya.

İnsanlığın yoktan var ettiği demirlerin altında,

Dikmeye çalıştığım mezar taşlarım,

Saygınlığım, ideallerim...

Değişim rüzgarı üşütüyor beni.

Yeterli gelmiyor paltomun ardındaki o ipeksi dokunuş.


 Belki de en çok o'nu terk ettiğim için,

Ağır basıyordur ve sigarama karışıyordur öksüzlüğüm.

Yanılgılarımla hesaplaştığım gecelerde,

Cevabı tanrı hatırasına layık görmek,

Ne yazık ki artık yapamadığım bir ibadet.

Kemani bir virtüözün ikram ettiği alkolle,

Zamanı idare etmeye çalışıyorum.


Şüphesiz, sakladığım her kağıt,

Gün gelince şöminesine atılacaktır ihanetin.

Muhtaciyetimi saran külümsü gençliğimle,

Cesur bir süvarinin onurunu lekelemeyeceğim.

Ancak çirkin yansımalarıyla ay ışığının,

Ben suskun bir haykırışla, saklı bir bakışı,

Bu yıllarıma armağan edeceğim.


Bir veda busesi dahi alamadım senden.

Ve şimdi o kollektivizmin emriyle,

Haysiyetsiz bir serseri gibi hovardalık yapıyorum.

İniyorum, dar ağacından melankolinin, apansız.

Borçlu kaldığım o bencil kulelerinden,

Ne kuş palazından ne de geleceğin sığınaklarından,

Ne de ezelden beridir içimde yanan,

O çocukluk anıları, anlamsız duvar kirleriyle,

Ne olursa olsun devam eden ihtiyar, merhum o yüzbaşı,

Son bir emirdir, vasiyetine karmaşık bir gencin,

Durmaksızın onu arayışıyla çalkalanan deliliği...


Hayatın merdivenleri her daim büyümekte.

Gözlerimi zehirleyen bir sahil kesiti.

Dalgalar göz alabildiğince büyüyecek.

Kör kalacağım...

Farkında mısın sen de?

İnançsız bir deniz piyadesinin eşine yazdığı son mektuptaki,

O nokta bendim.

Yani kırgın bir günün gülümsemesi,

Ya da hiç var olmamış o meşhur veda busesi...

Dudaklarım kanıyor.

Yeryüzünü öpüyorum.

Rüyalarımda, yeryüzünü...

Eylemsiz

 

Ve kanadı yeryüzü.

Henüz doğmamış bebeklerin cesetleri,

Veyahut rüyalarımızın nefesi kirletti bizi.

Geçtiğimiz her yolun ardında,

Hırçın bir bakış bıraktık,

Geçmeyen bir günün sarhoş öpücüğüne.


Şuurunu kaybetmiş dakikalardayken,

Çocukluğumdan kalma yanık bir ten kokusu...

Kaç tane kıyameti susturduğum bilinemez.

Teorik eylemlerle doluyorken vadesi hayatın,

Ağlıyorken kafesinde tanrı göğsümün,

Doğacak olan her günün intikamını alıyorum.


Elbette ki terk edilircesine öpüldükten sonra,

Yılların yorgunluğuyla yoğrulmuş vücudumun,

Yalnızlık köşeleri...

Her odacığında gizin,

Aşk yanıtı alan bir ruh yansıması yaşatır ışığı.

Saklanır gece, kaçar karanlık.

Tabiatına sadık lakin zaruri bir sebepten olsa gerek,

Tükenik bir ayna kırıntısı,

Ne geçmek nedir bilecek,

Ne de bu hastalığa bir deva getirecek.


Akıyor sisli gözlerimden kanattığım kağıdın mürekkebi.

Yazmak artık bir cenazeden farksız.

Bir din adamı olmamın aksine,

Toprağı ölüm kadar sevemeyen,

Aldığı nefesin dahi farkında olmayan,

Bir mezarcı misyonuyla döndürüyorsam kum saatini baş aşağı,

Parmak uçlarımı yakacak yegane şey zamanın ta kendisidir.


Yandığım ateşe tapıyorsam,

Beni yakanları anlamak yerine,

Dolduruyorsam hayatı delik ceplerime,

Koşuyorsam en şahsi ve yakın infazıma,

Yazılsın seng-i kabrime:

"Her şey bir ümitsizlikle başladı, doğdu.

Ve her şey bir ümitleyse son buldu, öldü."