Hakimiyet uğruna deryalarca kar,
Gezip görülmedik rüyalarca kılıç yuttuğumda,
Boynumdan akan dumanlı bir çehre...
Sükutu mezar taşı dikiyordu geceye.
Mecalin kalmadığı zaman dilimlerinde,
Kanayan her bir parmağımla,
Atıyorsam eğer en öfke dolu imzamı,
Yumruğumdan gayrı körpe bir direniş istemem.
Ölümüme bahtiyar bir ruhu içimde hissedemem.
Çiçeklerimin benden alacağı var...
Neyse ki binlerce merhumun,
Tonlarca gözyaşı boğmaktaydı kafesini göğsümün.
Aftan ırak topraklara ayak bastığımda,
Kendi tapınağını kendisi yıkmış bir keşiş misali,
Ardımda bıraktığım her bir anı,
Günü geldiğinde ölüm fermanım olacaktır.
Çünkü milada ihanet edeli yıllar oluyor.
Gözlerimi sarmalayan bulutlardan aşikardı zaten.
Fakat yağmura dahi tövbeliydi yürek.
Haliyle de en büyük cezaydı sabretmek.
Zamanımın failleri arasında sen de varsın.
Kendi nefesini kestiğin kadehlerin kırıkları,
Şimdi ise benim ayağımı kanatıyor.
Lakin sen kırmızıya bile kör kalmışsın.
Baksana ruhunun dahi farkında değilsin!
Ki gerçi en vazgeçilmezinden vazgeçtiğinde,
Çoktan kaldırılmış olmalıydı perdeler.
Çıplak bir şekilde atıyorsun kendini sahneye.
Oysaki seni izleyerek ağlayan, senden utanan tanrı değil,
Durmaksızın çarmıha gerdiğin benliğindir...
Kendi yoluma hendekler kazarak,
Yüzümü en karanlık yöne çeviriyorum.
Daha da tatsız olacak içtiğim sigara.
Daha da yaşlandıracak beni.
Yaşım, ihanetinin inancımla olan çarpışmasının,
Altında yatan infaz sayısıyla eş değerde.
Biliyorsun fakat yaşadığının bile farkında değilsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder