6 Eylül 2021 Pazartesi

Cıvıltı

Henüz yıkanmamış bir merhumun,
Yılların bencil savaşları neticesinde,
Sükutuna karşı armağan ettiği ufak bir tebessümün acısı,
Veyahut camsı ölümü barındırdığında zamanı,
Gönlüme sapladığında mızrağını,
Ne denli ağır ve yaşlanmış hissediyorsam,
O denli kudretli bir karabasan misali üzerime çöken,
Beraberinde ise kanımı emen,
O iki yüzlü gecenin eteklerinde,
Bir damla gözyaşını dahi toprağa değdirmemeye yemin etmiş,
Gözlerimin yarattığı savaş alanındaki mayınlara adım atmış benliğime inat,
İlk kez isyan ediyordum ağlayamadığıma.

Günlerden kırık bir sigaranın yakılmasıyla başlamış,
Devamında ise şüphesiz yüreği zehirlemiş,
Üstüne üstelik bu bedenin sahibinin hakimiyetini,
Üç beş kuruş için hurdacılara satmış,
Sonrasında ise bulabildiği en ucuz şarabı almış,
Boğazından geçen her yudumda tanrıya sorular sornuş,
Alamadığı her yanıta ilaveten bir sigara daha yakmış,
Emekli bir arkeleoğun kanayan yarasına,
Zamanın tuzunu basıp umut ekmeğini bandırmış,
Bu kurak geçen iklimin son cıvıltısındaki,
Hüznüymüş, yanan ömrüymüş, öksüzlüğüymüş,
Sahtekarlığıymış lakin en çok yalnızlığıymış...
Bir intihar notuymuş ki ölüm zaten biricik var oluşuymuş.

Bakışı mıydı tanrının bizi karanlığa mesul eden?
Kanadığı yarayı öpmek miydi şefkati bir annenin?
Mevcut değildi tabii olarak bazı köklerin bağlılığı.
Haliyle de boy göstermişti,
Hırçınlığı yaşayışın veyahut hiddeti yalnızlığın...
Yabancısı olmuşsun ister istemez bu ahval kalabalığın...
Baksana, adın gibi biliyorsun!
Bir gülün neresini öpersen kanayacağını,
Bir yüreğin neresinden tutarsan,
Kendi içine gömüleceğini,
Biliyorsun fakat unutmuşsun,
Kalbinin neyden yapıldığını.

Geçiyorken bir gül çemberinden feleğin,
Ağlıyorken tanrı nasırlı parmak uçlarımdaki zamana,
İçiyorum...
Öyleyse tüm ölü düşlere şerefe!

Nice menekşe kokulu kumulları bağrıma basarak,
Veyahut her daim alınan yaşa bir kurbanda bulunarak,
Başkentinde çürüyüşlerim kimsesizliğin...
Başıma diktiğim şişenin bile bir rengi var!
Mevcut mudur öksüzlüğümüzü yakan ateşin,
Uykuyu hasmımız ilan eden rüyaların,
Kalabalıkların arasından geçebilmek için bağladığımız pranganın,
Bir kurtuluşu ya da en azından bir hecesi?

Çoktan kirlettin mi yoksa parçalara ayırdığın semayı?
Ellerim yanıyor tanrım, haini miyim aynaların?
Çizdiğim çemberleri kendi hudutum bildim.
Nice ölmüşlerin kabrini yatağım belledim.
Hayatın her odacığında çözmeye çalıştım kilidini kelepçemin.
Yoksa yeni rotam yok oluşuma bağlı bir doğum mudur?
Bencilim...
Neyse ki sen de aynı hırstan müzdaripsin.
Baksana!
Durmaksızın dönen çarkın bir dişlisi olabilmek için,
Geri dönüşü olmayan yollara benliğimizi kurban ediyoruz.

Hangi ibadeti boynuma asmam gerekir?
Hangi cehennemin ateşine aşık,
Hangi cennetin suyuna oruçlu olmam gerekiyor?

Henüz gerçekleşmemiş ölümüme aşıksın.
Zira geri dönmüyor melekler opera binasından.
Yoksa son bir tirat mı arzularsın?
Sahnenin benim veyahut dünyanın olduğu...
İlahi komedya...
Farkındasın sen de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder