Zaman hep kaçtı bizden.
İnandığım, inanacağım kum saatinin hangi an asılacağı önemli olmaksızın boynuma,
Ben her daim öksüz kalmış sahillerde andım adını.
Dilimde, damağımda, kursağımda kalan bir sesi,
Veyahut yılların süregelmesi sonucu yaktığı koru,
O skalanın avcunda mahsur kaldığım anlarda,
Gözyaşlarıma kattım, zamanı yakalamayı dileyerek...
Akrebin iğnesinden daha korkutucuydu yelkovanın gölgesi.
Bir ölüyle sevişirmişçesine dokunduğumda aynalara,
Büyüyordum lakin kaybederek hazinemi...
Belki korsan değildim artık ama,
Denizlere olan susuzluğum sorgulanamazdı.
Ne bir gözü kör bir papaz tarafından,
Ne de çölde yalınayak yürüyen bir bedevi...
Rüyalarıma çarpıyor sesi nefesinin, dizlerimin üstüne çöküyorum.
Bir tanrı hatırası sarmalıyor beni,
Ne vakit düşlesem ormanları.
Ardından ise o balta ve yüzü kıyametimin...
Gözlerin...
Nefesimi...
İnfaz...
Uykumu parçalara bölüp sokaklara atan,
Durmaksızın halihazırda pek fazla olmayan ışığımı,
Yüzüne çalan, o muhterem, kutsi fakat...
Kimdin?
Esirgeme ne olursun yanıtını!
Uğruna bulanan yağmur bulutlarına aldırmadan,
Hafızamı bir şişeye, zamanı ise kayalıklara bırakışım,
Yüreğimi ise kağıda fırlatışım...
Hepsi, hepsi bir ibadeti miydi katibin,
Yoksa günah çıkarışı mı?
Kabul ediyorum!
Artık celladım olamasan da,
Kabul ediyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder