İnfazını meşrulaştırmak çabasında olan bir cadının,
Korkak olduğu kadar bir o kadar da kirli şapkasının altında yatan gerçeğin,
İbadethanelerime kutsal bir bomba düşürmesiyle,
Yangından mütevellit şahsi terk edişlerim,
Belki de ince işlenmiş gömleğinin bilincimin,
Yargısız anlatış kanunlarına bir demet hüzün armağan etmek istemişti,
Fakat yalnızlık ele geçirmişti hepsini gecelerin...
Nefesim yaşlanıyor adeta bir kumarmışçasına.
Bir ihtimal cehaletimin huzuru getirişi,
Veyahut karanlığın kuyuları eskitişi gibi...
Ve ömür hep benzer yanılgılar, yenilgilerle akıyorken,
Nice hükümdarların yasları boşanırdı gökyüzünden.
Geriye öksüz bir yalan kalırdı sadece.
Kimsenin yüzüne bakmadan labirentler inşa ederlerdi sessizce.
Tüm ani öldürüşlerin gerekçesini boğazlardı tünami.
Henüz doğmamış seslerin ruhunu öperek,
Ya da ölmemişlerin çaresizliklerine konarak,
Yeni var olan yaşam duymazlıklarını, sevdaların sağırlarını,
Bilmecelerin o meşhur cevaplarını fırlatıverirdi önümüze.
Lakin kimse gözünü açabilecek kadar anlamlı değildi fikrimce.
Şimdi ise sıradan bir katilin kanından farksız,
Ama bir o kadar da arsız bir hırs çıkmazıyla,
Sürünüşler sokaklarda, sevişmeler bireysel zamanlarda...
İnkar edemeyecek kadar yabancı,
Kanıksayamayacak kadar da öz.
Geçiyor ve gözyaşımızın hangi toprağa değiyor,
Ya da değecek olmasının geçerli bir hükmü yok.
Çünkü henüz kanamadı kanayacak olan.
Ağlamadı ağlayacak olan.
Sevilmedi sevilecek olan.
Yalnızca bencil olan zaman hatırlanarak,
Meydan okuma cüretini gösterdi insanlık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder