Puslu bir gençliğin yıkım harflerini,
Sayıkladım bir anın cıvıltısında.
Kurumuş göz kapakların,
Veyahut sönmüş bir ışığın çocukluk hatırasını,
Yaşatmak isteyen, avuç izlerimi oluşturan,
Ahengin yara izleri, ömrümün nice dövmeleri...
Eğrini kırmalıydın lakin kalakalmışsın kendi çemberinde.
Cirit atıyor semazenlerin bahçesinde kutsi acıların.
Var olmayan bir dili kazıyarak sırtına,
Sonsuz armağanlara sunuyorsun mihengini mevcudiyetinin.
Yanık bir gün pusulasına sahipsin.
Ateşlediğin her zamanda fitilini ve çakmağını,
Sen korkuluk misali duran saatinin,
Aktığı kumulları sarmalayan cam zerresisin.
Anlayamıyorsun kazdığın mezarların,
Aslında kimlerin beşiği olduğunu.
Tanı, bu meyus gecenin eteklerinde dolaşarak,
Sana kadehlerce ikramlarda bulunan duyguyu tanı.
Dolaşamıyorsan dahi unutma,
Ellerindir yaratıcın, zihnindir tanrı.
Söküp attın yamalarını gömleğinin.
İşte şimdi göreceksin çığlığını sessizliğin...
Öldürdüğüne gözyaşı dökersen,
Yaşatacağını bulamazsın.
Çarmıha gerildiğin zamandan kalan ellerini,
Sunduğunda aynaya, kapatırsan eğer biz gözünü,
Yeryüzündeki en yalnız korsan sensindir.
Deniz fenerlerinden atlayacak kadar cesur olmana rağmen,
Kumsallardan kaçınıyorsun hem de şaraplar içerek!
Veyahut şahsi tutsaklığını küfrederek!
Oysaki bilebilirdin...
Fakat arayışına engel olanı,
Yanlış yerde arıyorsun.
Çizdiğin haritayı fırlat şu kamp ateşine artık çuvaldız katibi!
En gerçek şeyin ne olduğunu ikimiz de biliyoruz...
Siyah perdelerini dikkatlice siper et,
Aksi takdirde kaybolacaksın...