17 Mayıs 2021 Pazartesi

Üst


Puslu bir gençliğin yıkım harflerini,

Sayıkladım bir anın cıvıltısında.

Kurumuş göz kapakların,

Veyahut sönmüş bir ışığın çocukluk hatırasını,

Yaşatmak isteyen, avuç izlerimi oluşturan,

Ahengin yara izleri, ömrümün nice dövmeleri...


Eğrini kırmalıydın lakin kalakalmışsın kendi çemberinde.

Cirit atıyor semazenlerin bahçesinde kutsi acıların.

Var olmayan bir dili kazıyarak sırtına,

Sonsuz armağanlara sunuyorsun mihengini mevcudiyetinin.


Yanık bir gün pusulasına sahipsin.

Ateşlediğin her zamanda fitilini ve çakmağını,

Sen korkuluk misali duran saatinin,

Aktığı kumulları sarmalayan cam zerresisin.

Anlayamıyorsun kazdığın mezarların,

Aslında kimlerin beşiği olduğunu.

Tanı, bu meyus gecenin eteklerinde dolaşarak,

Sana kadehlerce ikramlarda bulunan duyguyu tanı.


Dolaşamıyorsan dahi unutma,

Ellerindir yaratıcın, zihnindir tanrı.

Söküp attın yamalarını gömleğinin.

İşte şimdi göreceksin çığlığını sessizliğin...


Öldürdüğüne gözyaşı dökersen,

Yaşatacağını bulamazsın.

Çarmıha gerildiğin zamandan kalan ellerini,

Sunduğunda aynaya, kapatırsan eğer biz gözünü,

Yeryüzündeki en yalnız korsan sensindir.


Deniz fenerlerinden atlayacak kadar cesur olmana rağmen,

Kumsallardan kaçınıyorsun hem de şaraplar içerek!

Veyahut şahsi tutsaklığını küfrederek!

Oysaki bilebilirdin...

Fakat arayışına engel olanı,

Yanlış yerde arıyorsun.

Çizdiğin haritayı fırlat şu kamp ateşine artık çuvaldız katibi!

En gerçek şeyin ne olduğunu ikimiz de biliyoruz...

Siyah perdelerini dikkatlice siper et,

Aksi takdirde kaybolacaksın...

16 Mayıs 2021 Pazar

Ahir


İnfazını meşrulaştırmak çabasında olan bir cadının,
Korkak olduğu kadar bir o kadar da kirli şapkasının altında yatan gerçeğin,
İbadethanelerime kutsal bir bomba düşürmesiyle,
Yangından mütevellit şahsi terk edişlerim,
Belki de ince işlenmiş gömleğinin bilincimin,
Yargısız anlatış kanunlarına bir demet hüzün armağan etmek istemişti,
Fakat yalnızlık ele geçirmişti hepsini gecelerin...

Nefesim yaşlanıyor adeta bir kumarmışçasına.
Bir ihtimal cehaletimin huzuru getirişi,
Veyahut karanlığın kuyuları eskitişi gibi...
Ve ömür hep benzer yanılgılar, yenilgilerle akıyorken,
Nice hükümdarların yasları boşanırdı gökyüzünden.
Geriye öksüz bir yalan kalırdı sadece.
Kimsenin yüzüne bakmadan labirentler inşa ederlerdi sessizce.

Tüm ani öldürüşlerin gerekçesini boğazlardı tünami.
Henüz doğmamış seslerin ruhunu öperek,
Ya da ölmemişlerin çaresizliklerine konarak,
Yeni var olan yaşam duymazlıklarını, sevdaların sağırlarını,
Bilmecelerin o meşhur cevaplarını fırlatıverirdi önümüze.
Lakin kimse gözünü açabilecek kadar anlamlı değildi fikrimce.

Şimdi ise sıradan bir katilin kanından farksız,
Ama bir o kadar da arsız bir hırs çıkmazıyla,
Sürünüşler sokaklarda, sevişmeler bireysel zamanlarda...
İnkar edemeyecek kadar yabancı,
Kanıksayamayacak kadar da öz.
Geçiyor ve gözyaşımızın hangi toprağa değiyor,
Ya da değecek olmasının geçerli bir hükmü yok.
Çünkü henüz kanamadı kanayacak olan.
Ağlamadı ağlayacak olan.
Sevilmedi sevilecek olan.
Yalnızca bencil olan zaman hatırlanarak,
Meydan okuma cüretini gösterdi insanlık...

 

Bereketidir suyumun çoğalttığı toprak.

Yanık bir ukteden farksızdır bazen zaman.

Lakin kırılmış dalların tümüyle,

Tünami rengini yaratabilmektir içimizde hayat.

Mezhebine karşı gelerekten,

En ağır itirafı sunabilmektir öksüzlüğüne yaşamak.

Kapatmaktır perdeleri...

Işığı düşmanın belleyesin diye değil!

İçindeki koru alıp götürebilesin diye!

Bilinmez yarınlara veyahut korkunun aşkına...


Bir yemini kurban edişimle karanlığa,

Nice yoklukların ahını hapsetmişim.

Bir damla gözyaşı döküşümle yanılgılarıma,

Cahilliğimle en ağır hükümleri giymişim üzerime bir palto misali.


Ki aslında kanatmaktır ömrümü sesimden çalan.

Ki aslında anlamayı istemektir tanrıdan cinayetler işlemek.

En ağır prangamla susturmaktır ayak bileklerimi.

Çalkantılı gecelere yeni bir yaşam bahşetmektir.


Lakin unutulmuştur çoktan Adem'in elmayı neden yediği.

Anlaşılamamıştır şeytanın aslında kim olduğu.

Herhangi bir aynaya karşı geldiklerinde,

Veyahut henüz güneş göğü öpmemişken saçtığı ışık düştüğünde tenime,

Kırılacaklar tıpkı vaktinde hepimizin kırıldığı gibi...

15 Mayıs 2021 Cumartesi

Dilekçe

 

Hükümlerime karşı itirazlarımda,

Ürkütücü bir yabancı dokunuşu zamanın...

Hep ölmek cehaletiydi ya da yaşam kibriydi.

Sona çıkan her basamağı hınçla çıkmamın ardından,

Sarhoş etmekti zihnimi bu tanımsızlığın devası...


Sessizliğe nice mayınlar döşedim,

Biraz da heykeller diktim yalnızlığımdan.

Göremedin, yenik bir yıldızın ömrü gibiydin çünkü.

Yani ben ne kadar hainsem,

Sen o kadar sadıktın karanlığa.

Benzer yıkımlarda armağan ettik tenimizi bakir krallıklara...


Şüpheme insan, öfkeme anne, sevdama karabasan...

Durmaksızın büyüdüm, avuçlarımdaki saati koruyamadan.

Gizli vasiyetlerimi yutamadan cenazelerine katıldım,

Biraz çaresizliğin biraz da hoşnutsuzluğun.

Hangi ses teline aldırmalıydım ki?

Bilmiyorum, ben her daim olmayana inanmıştım.

Niyetlerine barikatlar kurmak hatasından tut,

Gözlerine sonsuzluğu yakıştırma körlüğüne kadar,

Kendim hariç her yaşam formuna aşık kalmışım.


Geceleri saklanmış hikayelerin yaralarına basarak,

Kana kana içerek anlatırdım siyahı.

Yaşamak hırslı, gözü dönmüş bir diktatör gibi.

Ne vakit karşı koymaya çalışsam,

Başka başka intiharlar gömdü göğsüme dünden.

Göğün aslında ne kadar düzenbaz olduğunu,

Varlığımın ne denli bir deliye dönüştüğünü anlatmalıydım.

Lakin artık hiçbir zebaniyi dahi tanıyamıyordum.

Yalnızca akıntısına, rüzgarına şimdinin,

Arada bir kafa tutarak çalmasına izin veriyordum nefesimi.

Delicesine geçti, aşıkmışçasına hissetti,

Katilmişçesine yıktı, tanrıymışçasına ağladı.

Anlamadı...

8 Mayıs 2021 Cumartesi

Zaaf


Zaman hep kaçtı bizden.
İnandığım, inanacağım kum saatinin hangi an asılacağı önemli olmaksızın boynuma,
Ben her daim öksüz kalmış sahillerde andım adını.
Dilimde, damağımda, kursağımda kalan bir sesi,
Veyahut yılların süregelmesi sonucu yaktığı koru,
O skalanın avcunda mahsur kaldığım anlarda,
Gözyaşlarıma kattım, zamanı yakalamayı dileyerek...

Akrebin iğnesinden daha korkutucuydu yelkovanın gölgesi.
Bir ölüyle sevişirmişçesine dokunduğumda aynalara,
Büyüyordum lakin kaybederek hazinemi...
Belki korsan değildim artık ama,
Denizlere olan susuzluğum sorgulanamazdı.
Ne bir gözü kör bir papaz tarafından,
Ne de çölde yalınayak yürüyen bir bedevi...

Rüyalarıma çarpıyor sesi nefesinin, dizlerimin üstüne çöküyorum.
Bir tanrı hatırası sarmalıyor beni,
Ne vakit düşlesem ormanları.
Ardından ise o balta ve yüzü kıyametimin...
Gözlerin...
Nefesimi...
İnfaz...

Uykumu parçalara bölüp sokaklara atan,
Durmaksızın halihazırda pek fazla olmayan ışığımı,
Yüzüne çalan, o muhterem, kutsi fakat...
Kimdin?
Esirgeme ne olursun yanıtını!

Uğruna bulanan yağmur bulutlarına aldırmadan,
Hafızamı bir şişeye, zamanı ise kayalıklara bırakışım,
Yüreğimi ise kağıda fırlatışım...
Hepsi, hepsi bir ibadeti miydi katibin,
Yoksa günah çıkarışı mı?
Kabul ediyorum!
Artık celladım olamasan da,
Kabul ediyorum...