Korkunun yuttuğu nefeslere kurban gitmiş olmak hüznüyle,
Aldığım yudumlar, içimde söndürdüğüm izmaritler,
Ağlamaklı gözlerime aldırmaksızın geçen zaman,
Ve daha birçok ölüm kırgınlığıyla,
Kendimi adeta bir şişeye harcayışım,
Bardak kırıklarına hınçla basışım,
Hepsi, hepsi bir özür dileyiş, ayrı birer veda mektubuydu,
Kendimin dahi okumayı bilmediği,
Duyguların ise kendisini ilelebet saklamak istediği...
Vicdanımın sıkıyor boğazını eylemlerim.
Hep aynı ateş saklanıyor öksüzlüğüme.
Benzer bilmeceler ve tanıdık labirentlerle,
Şimdiyi bir kenara fırlatmasını izliyorum ruhumun,
Dikkatlice bakıldığında bir vasiyetin tünediği gözlerimle.
Oysaki çoktan anılmıştı kanımın boşaldığı sahillerde,
Edilmiş yeminlerin çürüttüğü yarınlar.
Uçsuz bucaksız okyanuslarda bir ses bekleme çaresizliği...
Durmaksızın yeni doğumlardan kaçmak haklılığı...
Belki de öldürme ve ölme çilesi...
Bir ihtimal olgunluğun yıkımıydı fakat,
Gök gürültülerinden dahi korkan bir çocuğa sahipken içim,
Mümkünatı yoktu benliğime değer biçmemin.
Yalnızca kısa bir süreliğine,
Acımasızca yakmak, kahkahalarla yanmak,
Ve de kendi külüme muhtaç kalmak vardı...
Sararmış her resimciğin ellerini tutarcasına,
Geçmişi çalmak lakin azametine esir düşmek saklı sözlerin.
Cahiline dönüşmek şahsi hissiyatların.
Öylece yutmasına izin vermek.
Sükuta boynunu eğerek,
Son darbenin indirilmesini beklerken,
Geçip giden her bir an kırıntısında,
Boğulmak, boğulmak ve yeniden yaşamak...
Halbuki dünden dahi hazırdı yeni yetme intiharlar.
Bazı kimsesizlerin ellerine emanet edilen merhameti,
Yüzümü görmekten korktuğum aynalar fısıldamıştı.
Esas katilin ben olduğunu bilme zayıflığıyla,
Çok sert gecelerde bilincimi kovma çabalarım,
En acımasız krallıklarına göndermişti evrimimi.
Bir gardiyan misali birçok sözü mahzenlere hapsederek,
Bu tekdüze dünyada hayatta kalmıştım.
Sahi hayat denilebilir miydi sadece nefes almaya,
Veyahut henüz düşmemiş olmak bir mezara?
Farkında olmadan silahlar verilmişti ellerime.
Cümlelerime bombalar yüklenmiş,
Gördüğüm her aydınlığa ise nice mayınlar dizilmişti.
Bilmeden kaybetmiştim uzuvlarımı.
Boynuma kaç madalyonun asılmış olması anlamsızdı.
Hepsini eriterek o müdavim yaşamın alevinde,
Bir hançer yaptım kendime,
Nerelerde kaybolduysam ortadan ikiye ayırdım her yeri.
Çünkü bazen insan, unuttuğunu dahi unutmak isterdi.
Çünkü bazen insan, gördükleri yüzünden görmediklerine zulmederdi.
Hayatı hep yabancı bahçelerin çiçeklerinde arıyor oluşum,
Kendi içimin bile kurak oluşundan,
Duygularımın ise erozyona kurban gidişinden midir?
Yoksa bir hediye mi aramaktayım yanışıma?
Öfkenin örsünde indirdiğim her bir darbede,
Sanki içimden kopan bir damla aşk,
Lakin var olmanın karanlığına ihtiraslı bir aşk!
Dövdükçe kılıcımı, kaybettiğim insaniyetim,
Adeta bir kabusa dönüşüyor.
Ve ne yazık ki ne kadar arzulasam da,
Açamıyorum gözlerimi, alışmışım karanlığa.
Alışmışım kötü ve çirkin olmaya.
Nasıl olduğunu bilecek bir yaştayım ama,
Nasıl sonlanacağını tahmin edemediğim bir andayım.
Aramak için çıktığım her yoldan geriye dönüşüm,
-Kendi öz karanlık inancımdan mütevellit-
Benliğime karşı gerçekleştirdiğim büyük bir ihanet demekti.
Unutulmayacaktı kitabelerimin arşivlerinde,
Cesaretimi elimden alan bulmak korkusu.
Ben okumayı dahi unutsam,
Onlar her gece fısıldayacaklar kulaklarıma.
Kendimden nefret edeceğim...
Aynı sokaklardan geçiyorken adımlarımı hızlandırırsam,
Bil ki en ağır küfürleri ederek kaldıracağım başımı.
Hürriyeti suistimal eden kalabalıklara kurban gitmemek için,
Yeryüzündeki en hasta, en deli ve en acımasız adam,
Ben olacağım!
Keşke olmasaydım diyerek,
Kendimi soğuk gecelerde kaybedeceğim...
Durağan salkımlarda hatıralar toplanıyorken,
Ezilen her bir gaye dönüşüyorken bir şaraba,
Sarhoş olacağım her gecede atacağım çığlıklarım,
Böylesine harcanmış bir ömrün selameti içindi.
Çünkü ancak o vakit kayıtlara geçerdi,
Faili meçhul cinayetlerimin meleği.
Yani büyük bir acımasızlıkla öldürüldükten sonra dedektifler,
Açlıkla terbiye edilmeye çalışıldıktan sonra arsızlığım,
Dayanamadı polis ekipleri kapılarıma.
Mahsur kaldığım, korktuğum koridorlarda,
Sonsuzluğu beklemek ümidine yenik düşmüşken,
İntiharı sayıkladım masum bir çocuk yalnızlığında.
Söz konusu olamazdı tabii olarak yaradılışın meyvesi.
Ne de olsa uzun bir zamandır yasaktı huzurun dengesi.
Yeni bir fidan dikmeye çalıştığım her bir anda,
Hep bu yüzdendi ellerimin kesilişi...
İnkar ettiğim her yüce duyguya,
Ayrı bir tezahürle, buruk bir karşı gelişle,
Darağaçlarında sallandı şefkatin nice yıldızları,
Beraberinde ise sevdanın yaldızlı gece yarıları...
Bitkin düşmüş aşıkları göz kapaklarımda gizledim.
Yabancısı kaldığım tavernalarda,
Kendime en sert içkiyi ısmarladım,
Kör bir ozanın dileklerinin gerçekleşmesi inceliğiyle.
Zincirledim yenik düşmüş, uğultulu yalnızlığımı.
Bir kez daha dokunamadan o çayırlara...
Kulağımda hep aynı çınlama...
Bilekleri bağlı meleklerin sitem dolu gözyaşlarıyla,
Yanmış mevcudiyetimi yıkama telaşı...
Ardındansa başarısız olma suçluluğu...
En sonundaysa kaybolup gitmek belirsizliğin cehennemine...
Lakin gidememek, yaratıcısının ben olduğu çorak topraklarda,
Birkaç damla yağmur için göktekine yalvarmak...
Cevap alınamadığında ise,
Kadehlerden boşanan mücevherlerle,
Ağrılı bir o kadar da sonsuz bir uykuya kucak açmak...
Ve öylece bir daha uyanamadan,
Küfretmek karanlığa, düşmanın bellemek zamanın -dı ve -mış eklerini.
Ki tekrardan okunmasın şarkılar.
Tekrardan açılmasın çiçekler mezarımda.
Yalnızca kalakalsın varlığım yokluğun aynasında.
Bir daha da ortaya çıkmasın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder