26 Ekim 2020 Pazartesi

Dilhun


Son cıvıltılarıydı, kırılmış aynalarla kaynayan koridorun.
Nüfuzlu işlemelerin söküldüğü halılara basan,
Ben değildim.
Parça parça süzülür kırgınlığı yaşayışın.
Bir damla şaraba susamış,
Bir anlık gündüze razı.
Lakin hali hazırda yaratılmış ahenge yasaklı.

Bilinç sarmalından başlayıp,
Karanlığın labirentine doğru açılan kapıyı açan,
Ben değildim.
Korkularım yansır penceresinden gün doğumunun.
Yavaş yavaş gösterir yüzünü yalnızlığın.
Ne tanıdık bir ses,
Ne de kısa bir huzur uykusu.
Ellerim kirleniyor, akan su yok.
Meşaleler söneli çok oluyor mağaralarımda.
Ürkütücü bir telepati,
Bencilliğin damarına basan,
Bir vurdumduymazlık coşkusu,
Kimsesiz bir empati...

Git gide hızlanıp, anılarımı bir sandığa hapseden,
Anahtarlarını da bir kuyuya atarak yüreğimi mühürleyen,
Bir kurallar zinciri, boyun eğiş mecburiyeti...
Acımasız gökdelenlerin arasında, bayrağını yırtan özgürlüğün,
Ben değildim.

Şimdi ise bir menekşeden farkı kalmamıştır.
Ormanlar kül oldu.
Son çığlıklarını attı ağaçlar.
Son kez bakışlarını bıraktı bülbüller.

Yüreğimden akan bir damla sızı,
Yerleri umursamadan kirleten,
Ben değildim.
Kana kana içmek arzusuyla yanıp tutuşurken,
Ateşim yakamayacak kimseyi.
Yardım ekipleri dayanmayacak kapıma.
Ben sonsuzluğu bekleyeceğim...

Kalelerim kuşatma, evlerimse bombaların altında.
Bu mazlumun haykırışını duyan yok!
Herkes sağır yabancı acılara.
İş tanıdıklara geldi mi, hepsi küstah.

Bu merdivenleri yıkıp, molozlarını pazarlayan,
Ben değildim.
Duvarlara asılmış yalnızlığın gözleri.
Ne zaman acısa içim, keserler nefesimi.
Bağı çözülür dizlerimin, gerisi hep aynı hikaye,
Umutla başlayıp, ölümle biten.
Ankayı yaktılar, yeniden doğamadan,
Zamanı ise infaz ettiler.
Tıpkı diğer tüm canları yakışları gibi...
Tıpkı beni karanlığıma terk edişleri gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder