4 Eylül 2020 Cuma

Cam

 

İlmek ilmek örülüyor kaderim.

Geçirilen her şişte eziliyor ciğerim. 

Kışın soğukluğu hesap edilmeden,

Atıyorlar beni bir kuyuya içim harap olurken.


Her daim yumruğunu oturtur masaya,

Fırtınalar, kara topraklar, ardımdaki dağlar. 

Herkes çoktan çekilmiştir kendi yalnızlık köşesine. 

Şu cellat benim geleceğim, 

Suçluysa benim eksik kalan huzurum.


Yabancı dillerin bencil sahipleri yüzünden, 

Tükürdüğüm her kaldırım uzamakta uykularım boyunca.

Devalar zaten yitip gitmişti o geçitlerde.

Sessizlik, sessizlik!

Bitmeyen bir bitkinlik, akıl dışı beni boğan hiçlik!

Anlaşılmaz, anlaşılamaz!

Gürültü patırtı, ömrümü emen onlarca gönüllü...

Böyle mi çizilmiştir çizgi?

Bileğimi kesip yüreğime şeritler çeken, 

Benden beni çalan, haysiyetsizce yakan, 

Sessizlik, sessizlik!

İşte şimdi geçecek boynumdan o değersiz bilezik!


Öldür bilincime takılan yaşam formlarını.

Namluların başıma doğrultulması anlamsız!

Çoktan okundu fetvalar.

İçim çaresiz, insanlığımsa cahil!


Lütfen, lütfen!

Kaldırılmalı ne varsa gördüğüm ortadan.

Sonsuzluğa açılan bir kapı...

Basamakları karanlıktan, 

İndiği yerse korkularımdan.

Yuvarlanıyorum dizlerime sarılamadan,

Başımı koruyamadan, bağıramadan...


Yok yok, hiç var olmadı ki!

Saklı kaldığım aydınlıkların içinde,

Gönle itaatkar bir oda yok!

Bitmeyen bir savaş...

Gözyaşlarımca erler,

Ağızlarında tek bir kelime ile,

Koşuyorlar ölümü selamlayan siperlere:

"Huzur, huzur, huzur!"


Mayınların altında ağlayan ezgiler...

Parmaklarımı kıran dizeler...

Suçlu, masum ayırt etmeksizin,

Bütün cenazeler sessizliğimin!

Bazıları yalandan yoksun,

Bazılarıysa gerçeğe kör.

Kitapların tozlu sayfalarında, 

Eriyen bir çehre, tükürüyor hayatın yüzüne. 


Sirenler, çanlar ağlıyor. 

Elleri cebinde, paltosu üzerinde, 

Yürüyor o adam belirsizliğin cehennemine.

Metanete sağır, vicdana bencil,

Kendisine de bir o kadar mahkum bir edayla,

Fırlatıyor şapkasını yoksunluğun okyanuslarına.

Boğuluyor, boğuluyor canından arda kalan,

Düzene ayak uyduramamış hepliği.


"En unutulmaz anlarım kendimi unuttuğum, 

En korktuklarımsa kendimden korkamadıklarımdır." 

"Bu yazılmalıdır." diyor mezar taşına bir asker.

"Eğer ölürsem o karanlık cephelerde, 

Bunu bilsin yalnızca yalnızlığım."

Tamamlandıktan sonra tüm bu kağıt işleri, 

Gelecek olan kurşunlara hevesli bir şekilde, 

Kaçıyor bu korkunç distopyadan.


Kurban edilesi gemiler sarmalar bekleyişlerimi.

"Şu liman senin, şu gördüğün denizse benim!

Sen her daim bana açılacaksın.

Bense her defasında seni selamlayıp,

Seni yutmaya çalışacağım."


Tanımıyorlar, tanımıyorlar!

Enkazları, kraterleri, sönmüş volkanları,

Hala kendi isimleri zannedip,

Felaketlere aldırış etmeden,

Üstünmüşler gibi kendi düzenlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. 


Veremli gecelerden arda kalan neyse,

Kefenime işlerim. 

Gömlek niyetine giyip,

Ahval bilinçleri istila ederim.

Kayıtlara geçmez, puslu hatıralarda bir iz bırakmaz bilirim,

Lakin huzurun yoksunluğundan,

Belki de biraz sahtekarlıklarından,

Arınmış olmak isyanıyla,

Kirleteceğim, kirleneceğim.

Ulu orta yerde çıkmış her yangını, 

Kendimden bileceğim. 

İnfaz edilmiş her mazlumu,

Masalarına servis edeceğim, 

Ya ufak bir propaganda yaparak,

Ya da kendimi şımartarak.

Ve sonrasında tekrardan o meşhur cümle duyulacak ağzımdan:

"Beni sizler yarattınız!"