Fırtınalı distopyalarda hayatı aradığım kadar,
Başka hiçbir sözde karanlığı tanımadım.
Alacaklı nefeslere boyun eğdiğimde,
Bilincimin dudaklarını ısırtan yankılar oluşurdu gözlerimde.
Utancımın çığlıklarıydı zaten gözyaşlarım.
Şevk tohumlarına verdiğimde can suyunu,
Bilinmez bir senfoni büyülerdi ufkumu.
Acının serenatlarında, tuvallerinde, dizelerinde,
Bir kir gibi kalmıştı hatıralarımın sancısı.
Uykularımı emanet ettiğim ölümlerde,
Kabrimde bir türkü okurdum.
Düşlerimi iki kuruşa sattığım günlerde,
Cenazemde bir şiiri vururdum.
Bir şairin ölümü yazdığı satırlarda başlar,
Açığa çıkaramadığı anların nefesleriyle son bulurdu.
Kaç kez kendi sonuma,
En sevdiği şey deniz olan ufak bir çocuk misali kucak açtığımı,
Getirsem dilime, dost bilirdi beni zümrüdüanka.
Birkaç kadeh gözyaşından ikram eder,
Kanatlarını kesip uzatırdı yalnızlığın ellerine.
Mütevazı gecelerde şaha kalktı mı bazı yanılgılar,
Buluverirdim kendimi tanımaktan korktuğum akıntılarda.
Boğulan fikirlerimdi, can kurtaransa sevgim.
Lakin yüreğim bugünlerde fazlasıyla cimriydi, bana bile!
Ellerimi atarken ceplerime,
Nice yaralar gördüm, tanıdım, aldım ben,
İçim ister istemez naralar atıyorken!
Görmüyorum aynalara bağladığım kaderimi.
Kendi yazgımı uzun köprülere bağlıyor,
Soğuk ve ürkek yaz gecelerimde salıyordum.
Okumadığım her bir anı,
Yaşamın kırık merdivenlerinde arıyordum.
Bir deprem olsa...
Bir deprem olsa ve bu kanayan otobanlar yarılsa,
Gizlediğim gerçeklerin temellerinden yapılma apartmanlar,
Sevdalardan yoksun oteller yıkılsa,
Merdivenlerin enkazında kaybetsem cümlelerimi,
Ne yapılabilecek o zaman?
Yeni bir hikaye akabilecek mi damarlarımdan?
Hayatın suni teneffüsleri sonucu,
Hatırlayabilecek miyim o bahçeleri?
Dolabının anahtarını bulabilecek mi,
O yaşlı, meymenetsiz bahçıvan?
Bilmiyorum...
Belki de çoktan öldük kendi yarattığımız evrenlerde.
Belki de çoktan ağladı yıldızlar halimize.
Belki de çoktan uçup gittik ebediyete.
Heba ettik kendimizi boş yere bu haysiyetsiz zaman dilimlerinde...