22 Ağustos 2020 Cumartesi

Belki


Fırtınalı distopyalarda hayatı aradığım kadar,

Başka hiçbir sözde karanlığı tanımadım.

Alacaklı nefeslere boyun eğdiğimde,

Bilincimin dudaklarını ısırtan yankılar oluşurdu gözlerimde.

Utancımın çığlıklarıydı zaten gözyaşlarım.

Şevk tohumlarına verdiğimde can suyunu,

Bilinmez bir senfoni büyülerdi ufkumu.

Acının serenatlarında, tuvallerinde, dizelerinde,

Bir kir gibi kalmıştı hatıralarımın sancısı.


Uykularımı emanet ettiğim ölümlerde,

Kabrimde bir türkü okurdum.

Düşlerimi iki kuruşa sattığım günlerde,

Cenazemde bir şiiri vururdum.


Bir şairin ölümü yazdığı satırlarda başlar,

Açığa çıkaramadığı anların nefesleriyle son bulurdu.

Kaç kez kendi sonuma,

En sevdiği şey deniz olan ufak bir çocuk misali kucak açtığımı,

Getirsem dilime, dost bilirdi beni zümrüdüanka.

Birkaç kadeh gözyaşından ikram eder,

Kanatlarını kesip uzatırdı yalnızlığın ellerine.


Mütevazı gecelerde şaha kalktı mı bazı yanılgılar,

Buluverirdim kendimi tanımaktan korktuğum akıntılarda.

Boğulan fikirlerimdi, can kurtaransa sevgim.

Lakin yüreğim bugünlerde fazlasıyla cimriydi, bana bile!

Ellerimi atarken ceplerime,

Nice yaralar gördüm, tanıdım, aldım ben,

İçim ister istemez naralar atıyorken!


Görmüyorum aynalara bağladığım kaderimi.

Kendi yazgımı uzun köprülere bağlıyor,

Soğuk ve ürkek yaz gecelerimde salıyordum.

Okumadığım her bir anı,

Yaşamın kırık merdivenlerinde arıyordum.


Bir deprem olsa...

Bir deprem olsa ve bu kanayan otobanlar yarılsa,

Gizlediğim gerçeklerin temellerinden yapılma apartmanlar,

Sevdalardan yoksun oteller yıkılsa,

Merdivenlerin enkazında kaybetsem cümlelerimi,

Ne yapılabilecek o zaman?

Yeni bir hikaye akabilecek mi damarlarımdan?

Hayatın suni teneffüsleri sonucu,

Hatırlayabilecek miyim o bahçeleri?

Dolabının anahtarını bulabilecek mi,

O yaşlı, meymenetsiz bahçıvan?

Bilmiyorum...

Belki de çoktan öldük kendi yarattığımız evrenlerde.

Belki de çoktan ağladı yıldızlar halimize.

Belki de çoktan uçup gittik ebediyete.

Heba ettik kendimizi boş yere bu haysiyetsiz zaman dilimlerinde...

19 Ağustos 2020 Çarşamba

Veda


Dumanların kucakladığı sokakların arasında, 

Kor gibi uğultulu bir sigara yanar yalnızlığımla.

Sahil kenarlarında, masalarda, sandalyelerde,

Dişlerimi kıran, içimi yakan ayazlarda,

Eskimiş bir tanrı gibi inananından yoksun, 

Hükümleriyse kahkahalara meze olan,

Dolaşıyordu tekil eksiklik aklımın kenarlarında aynı zamanda.


Fazla yakın başlangıçlardansa,

Ebedi sonlara, 

Aç bir köpek gibi koşuşum,

Elbette çaba sarf edilmeden geçilebilecek en ufak dalgaydı.

Ama ben unutmuştum. 

Yazılamayan manzaraları,

Okunmayan sevdaları,

Ağladığım şarapları unutmuştum...

En meşhur yalanımdı belki lakin,

Bazen kelepçelerinin çilingiri olamıyordu insan.

Benzersiz bir suçlulukla heba ettiğim uykularımı,

En çok böyle gidilesi zamanlarda aramak istedim.

Bulmaktan korktum...


Yıkıp geçtiğim nice mimarileri,

Üç beş kuruş için hurdacılara sattım,

Ya da birkaç dakikalık yolculuklara.

Çünkü yol uzundu.

Ölmek uzundu, anlamak uzundu.

Ama en çok, en çok da hissedilmek uzundu.

Kanıksayarak tüm yanılgıları,

Varlığımdan daha da emin bir şekilde, 

Yollarda çürüyüp gitmekti yüreğimin azameti.

Belki de tek bir nefeslik vedadan ibaretti,

Bu dönüp dolaşıp durduğum yazmak kimsesizliğinin akıbeti.


Eğer ki göğsümden söküp atıyorsam şiiri,

Omuzlarımdan düşmesine izin veriyorsam hislerimin,

Kararı verdiğimdendir.

Artık kendime bile anlatamadığımdan,

Kendimin bile beni dinleyemediğindendir.

Böyle duyulsun, bilinsin, yazılsın, 

Yalnızlığının bile farkında olmayanların,

Kirli coğrafyalarına.


Son hep yakın. 

Lakin ben daha da yakınım.

İki asteroidin birbirine çarpışı misali,

Dağılacağım, kalan parçalarımı ise,

Kara deliklere hediye edeceğim,

Gidiyor olmanın huzurundaki tebessümle birlikte...

1 Ağustos 2020 Cumartesi

Doğum


İstekleri usul bir ölümken kirlenen sözcüklerin, 
Atılan her adım ayrı bir veda,
İçimden akan tonlarca veba...
Hastalıklı ayazların yürek molalarında,
Kanattın, yaktın belki de yazdın,
Susamasın diye o bülbüller. 
En itaatkar gecemi,
İsyanın öncüsü olarak atadın,
Sınır dışı edilmiş yalnız aşkıma. 
Doğumunla öldüm, yokluğun ateşinde kavruldum.
Ölümünle doğdum, yokluğun kölesi oldum.

Sen şimdi saklıyorsundur avuçlarında gökyüzünü. 
Tanımadığın aynalara emanet etmişsindir eksikliğini.
Peki ya koridorlardaki cinayetler?
Mağduru mu olmuştu emellerim zamanın?
Yoksa yırtıp atmış mıydın öksüzlük bilmecesini?
Saklı cevaplara kendimi,
Beş parasız bir evsiz gibi adayışım,
Nasıl, nasıl mümkün olabilir?
Hangi yaranın içerisine düştüm de,
Kansızlığına ağlamaktayım hatırlayarak?

Yarım bırakılmış tek haneli bütünleme hikayelerini,
Bir ben mi kazıdım içime?
Sıçratılan her suyu bir ben mi çektim gözlerimle?
Yanıyor, tıpkı zerdüştlerin inandığı gibi,
Bir o kadar güçlü, bir o kadar nihai. 
Vesile olma kendimi ağlayışa bırakmama. 
Dağıtma saygınlığıma sahip niyetlerimi. 

Kanayan çehrelere bulanmış hayatımız. 
Sen attığın adımlarda, gittiğin diyarlardasın.
Ben ise ayak izlerinde, sessizliğe karşı aldığım nefeslerdeyim.
İç çekişlerdeyim, yabancısıyım okşadığım çiçeklerin...
Bak, bombalar yağıyor bulutların üstünden. 
Kırdığım her sözcüğe karşılık, 
Yeni şiirler yazdırıyorlar bana alıcısından yoksun.
Borç biliyorlar inancımla kazandığım zamanı.
Peki kum taneleri değiyor mu ayaklarına?
Gözlerini kapatıyorlar mı fark etmemen için?

Nice yangınlarda haykırmış saflığımız.
Sevenleri yakarak ısındığımız,
Veya eriterek kendimize acı geçirmez zırhlar yaptığımız dünyada, 
Yalnızlığımızın ederi ne kadar?
Bir damla gözyaşı?
Tek kullanımlık derin bir nefes?
Gerçekten cefa mı bulunduğum onlarca feda?

Ormanlardaki kükreyişinle uyandığım her sabah,
Durduk yere mi uzaklaştırdı beni rüyalarımdan?
Korkan bendim.
Sadece ama sadece bir çay kaşığı ışıltına hasrettim.
Yalanlardan maskeler yapıp, 
Yoksunluğunun en büyük nefretiydim.

Biliyorum, o pınarlarda temizleyemeyeceğim ruhumu.
O boğazımı yakan kadehlerde,
Ferdaniyetime ne kadar istesem de karşı gelemeyeceğim.
Bir yılan gibi saracak yüreğimi,
Veyahut gece misali üzerime çökecek. 
Ya daha çok içeceğim, 
Ya da daha çok seveceğim. 
Fazlasına hacet yok,
Her türlü bileceğim.
Lakin yine de devam edeceğim.

Sorgu


Bir gönül hazinesi gibi akıyordu gözlerimden, 
Zaman ve müptelası olduğum yollar.
Kaldırımlarda ruhu takılan, 
Yaşamın çakıl dolu yollarında düşüp,
Dizlerini kanatan sevdalara sahip olan,
Kendisine bir köle gayretiyle,
Dağ bayır aşıp öpücükler çalan, 
Ben değildim. 

Bir bilirkişi uvzuyla yad ettiğim geçmişi, 
Penceresiz hapishane hücrelerinde sayıkladım.
Gardiyanlar sürekli bir döngüye,
Farkında olmadan kurban gidiyorlarken,
Kırmıştım o içki şişesini. 
Kanayan her yarasına umudu basan,
Ben değildim. 

Borçlu bir anın kıyılarındayken,
Ezelden beri var olan koridorlardan,
Hep bilinen, hissedilen lakin,
Söylemeye dahi cesaret edemediğimiz,
"O" geldi üzüm bağlarının altına. 
"Kadeh" dedi, "Hayat" dedi.
Ama en çok "Ölmek" dedi.
Tıka basa, küçüle küçüle,
Korka korka ölmek. 

Sonu bilinir, başı bilinmez. 
Gideni iyi yapar, kalanı mahcup, riyakar. 
Gidersem eğer, 
Ki gideceğim, 
İyi mi yapacak beni,
Yoksa riyakar mı?
Belki de ben kalıyorum, 
Anıların enkazında,
Yüreğimin altında, 
Hayatınsa avcunda...
Ben değildim, 
Olmadım, olamadım da...