12 Nisan 2020 Pazar

Yüce


Nazik bir ölüm kırgınlığından farksız,
Teller ise sarılmış vicdanımdan arsızdı.
Olağan dışı bir mezarlık bereketi,
Tıpkı yaşamın aldığı canlar gibi...

Verdiği nefesten,
İnandığı tanrıdan,
Veyahut işlediği günahlardan,
Daha yakındı.
Başka bir tanrı hırçınlığıydı.
Lakin ne yazık ki kara topraktaydı.
Heba görülmüştü, göğün ağlayışları.
Zayıflığındandı, çaresizce bel bağlayışları.

Hissedilmesi gerekiyordu,
Saklanılmış, o meftun sözcüklerin.
Noktalamaların ardında bir başka var oluş...
Bitkin bir gece, omzumdan düşen veda mektupları...
Ama en çok, en çok da korku...
Güneşi öldürürcesine, bakiliği reddedercesine,
Meydan okuyordu, o mahzun korku hüviyetime!

Yakılan bir yüreğin, harabe an geçitlerinde,
Çarpan bütün kapılar, benim içindi.
Bütün yeraltı tünellerinin, yalnızlık planlarında,
Yasaklanmıştı, alıp satılacaklar.

Hangi gözyaşım söylemekteydi bu ağıdı?
Hangi ölü geceden, bakire bir aşk doğacaktı?

Sorumsuz oluşundan terk edilmiş bir akşamda,
Fırlatılan bütün güller, senin içindi.
Ay ışığına küfrederken, karanlığı kandırmak,
Yokluğa karşı gelirken, şeytana yalvarmak,
Yalnızlığımın yüceliği içindi.

Antlaşmalara attığım her imzada,
Ağlardım kanımın boşaldığı mezara,
Son kez dokunamadan aydınlığa.

Çaresiz bir mahkum misali çağırırdım gardiyanları.
''Açın kapıyı, içimde kendisini asan bir adam var!
Vazgeçmiyor korkulu rüyasından!
Her geçen gün, daha da utanıyor insanlığından!
Yorulmadınız mı, sizi öldürecek olan bu manasız savaştan?
Nice titanlar, canavarlar yaratmış olsanız da yalnızlığınızdan,
Unutmayın ki sizlersiniz,
Sonsuz uçurumlardan düşecek olan,
Gözü dönmüş tanrılardan merhamet isteyecek olan!''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder