9 Nisan 2020 Perşembe

Hain


Her şey o ormanlardan geçtiğimde başladı,
Kapıyı çalmadan açtığımda,
Veyahut perdeyi açmadan taşlar fırlattığımda başladı.

''Bir sır seçip uğruna hayatımı adadım.''
Fazlasına lüzum yoktur, onu yeterince tanıdım.
Geceyi tanımaz, karanlıktan korkardım.
Belki de bu yüzden sevmedim dere kenarı gecelerini,
Unutmak istedim yalnızlık terminalindeki hikayeleri

Çok uzak bir galaksiden sesleniyorum meteorlara.
İçimde mahsur kalmış asteroidleri,
Büyük bir eksen kaymasında harcıyorum.
Patavatsız bir kumarbaz gibi...

Yalın olmalıydı, pürüzsüz olmalıydı.
Lakin hayat fazla kalabalıktı.
Bir başka sayacı daha kırıyorum göğsümde!
Hakaret sayılırdı, masumiyetim boyunca uzayan kaldırımları unutmak.
En büyük günahtan farksızdı, cenazemden kaçmak.

Derken yeni bir yaşam silsilesinin kucağında,
Mahşer gününe kurban gidiyordum aşk umuduyla.
Küllerim de yandı, anıtlarım da yıkıldı.
Olacak şey değildi elbette fakat,
Haytanın biriyle bir anlaşmam yoktu.
Ne tanrıya avuçlarımı açardım,
Ne de diğerlerinin ellerini tutardım.

İlk fermanımı, hasta gecenin ayazında imzaladım.
Şartlar ve sonuçlar, çelişkilerim kadar açıktı.
Fetvalara pek gerek duymamıştı yalnızlığın saltanatı.
Defalarca köşeye sıkıştırıldım, tüneller kazarak kaçtım.
Firari sevdalara tutuldum sonra, hala bileklerimdeydi kelepçeler.

''Tanıdığım en açık sözlü yalancıydın.'' demiştim.
Dinlemedi, hiçbir zaman dinlememişti zaten.
Yalnızca canı her sıkıldığında, başka kuyulara itmişti beni.

Unutulmaz bir arınıştı, verilen zaiyatlar,
Kağıtlara da saklanmıştı, saray kitabelerine de.
Mücevherler boğazımı keser olmuştu.
Karnım silahlarım kadar doluydu.
Tek problem, kusamıyor oluşumdu haksızlıkları.
Belki de bu yüzden, daha fazlasını tıktılar ağzıma.

İyi bilirim duvarların ardında hangi canavarın uyuduğunu.
Eğer uyandırırsanız onu uykusundan,
Çalacaktır en kıymetli hazinenizi, gözünü kırpmadan.
Pazarlayacaktır kuyumculara.
Sonrasında ise, yiyecektir sizi.
Kaçtığınızı zannedersiniz ama o çoktan girmiştir kafanızın içine.
Çoktan var olmuştur karanlık bahçelerinizde.

Büyük bir yangın çıkmıştı, kimin sorumlu olduğu ortadaydı.
Yeniden inşa ettiğim, bütün galaksi yine kül oldu.
Malzemem de yoktu artık, ruhum da.
Sancılarımla, sakladıklarımla birlikte,
Alem-i zulümatı terk ettim.
Ardımda yalnızca onu bıraktım,
Bir de diğerlerini...

Teslim edişlerim fazlaydı kendimi klasiklere.
Nehirler kuruyana, ağaçlar budanana dek,
Panzehirsiz akşam doğumlarında haykırdım.
Ancak o zamanlarda anlaşılırdı tek ölenin kendim olmadığı.
Bunu çok sert gecelerde, içkilerle unutmaya çalıştım.

Ufak bir ateşkesin ardından o kaldırımlara dönmüştüm.
Yeniden akıverdi kabullenişim, mahmurluk göstergelerimden.
Bazen hala da çalardı kapımı özlem.
Pencereden bakarak gitmesini bekler,
Gittiğinde ise bu sefer kapıyı ben çalardım.
Açmazdı tabii olarak.
Ruhum bükük bir şekilde çukuruma geri dönerdim.

Önce gitmeyi öğren, sonrasındaysa gelmeyi.
Önce öldürmeyi öğren, sonrasındaysa yaşatmayı.
Önce yalanı öğren, sonrasındaysa güvenmeyi.
Önce ölmeyi öğren, sonrasındaysa yaşamayı.

Mevsimler değiştikçe, çanlar daha heyecanlı çalar.
İnsanlar yalnızlaştıkça, ihanetler artar.
Gayrimeşru atlılar sarar etrafını.
Gökyüzü dahi kalmamıştır artık ortalıkta.
Geriye yaşamın gıcırtısı kalır yalnızca.

Ellerimde kalmamıştı, fazla bir seçeneğim.
Ya insanlığımın beni öldürmesine izin verecektim,
Ya da yalınlığa ulaşmak adına,
Masadakileri tek tek infaz edecektim.
Gizli yeminlerimden geriye dönecektim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder