22 Nisan 2020 Çarşamba

Giz


Darmadağın edilmiş an hasılatlarında,
Bu ne biçim bir yüz?
Bu nasıl bir veda?
Göklerden düştü yere kırmızı lekeler.
Başka bir günü daha hapsediyorken avuçlarımıza,
Yenik düştük sıra dışı bir yalan sayacına.

Kesilen dallar kanatırdı ormanlarımı.
Bir bıçak yarası gibi sızlardı göstergeler.
Zamanı geldiğinde, unutulurdu bazı mücevherler.
Kuyumcularsa, çoktan kurban gitmişti,
Başka faili meçhul cinayetlere.

Hakaretlerin diz boyu olduğu bir akşamda,
Çalarak kaçardım kendi kapılarımı.
Eksik olmazdı, kısa vadeli mektuplar.
Son nefesin verilemeyen evraklarıyla,
Ama daha çok bir bakış kırgınlığıyla,
Son sigaramı yaktıktan sonra,
Bırakırdım kendimi yaşayışın tabiatına.

Elbette susturulmuştu, kederli günler.
Elbette yasaklanmıştı düşlerin sevecenliği.
Fakat bazen, bütün dayatmalara karşılık tek bedeldim.
Eğer ulaşacaksam içimdeki bana,
Her şeyi küle çevirip, giderdim karanlığa,
Ardımda bir sevgi kırıntısı dahi bırakmadan.
Bazense, gizli hatıralarda kadehler kaldırarak,
Giderdim karanlığa.

Yaralı sokakları bağrına basmış,
Birkaç kez için de olsa, ruhunu pazarlamış bir ceset gibi,
Veyahut yangınlara boyun eğmiş doğa gibi,
Sükut ve yalnızlık içinde,
Unutmak isterdim bazı kumar yanılgılarını.

Saklı bir gün doğumudur medeniyetim.
Aydınlığı çayırlardaki günlerden,
Bakiliği ise cehennem geçitlerindendir.
Ya azılı bir suçlu olmak gerekir kaderde,
Ya da aşka ibadet etmek gerekir yürekte.

Ayrı bir çaba,
Zamanında kestirip atılmış bir fırsatlar topluluğu...
Yeni yetme sevdaların hayalperest şairi...
Belki de kendi davalarının tek mübaşiri...
Önemli olan ne kadar hissedileceğiydi,
Ne kadar yarınların eskitileceğiydi.
Yollara, sokaklara, kapılara çoktan şeritler çekilmişti.
Özümüz çoktan manasızlığa teslim edilmişti.

Eğer ki bir gün, geçilirse kainatın kapıları,
Ruhlarımız, bir yıldız ömrünün sonuna dek,
Şarkılar söylesin.
Eğer ki bir gece, kırılırsa inancımızın dişleri,
Ruhlarımız, mahşer gününe dek,
Ağlasın, bir daha da var olmasın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder