Zaman devam ettiği ve ölüm var olduğu sürece yazacağım. Bu süreç içerisinde geçmiş ve geleceğin etkileri bu satırlara kazınacak. Eğer ben yazıyorsam dizelerimde ruhumdan da bir parça vardır.
19 Mart 2020 Perşembe
Satranç
Saklanan bir göz, aniden hayatımızdan.
Birkaç gözyaşı demeti, içimizde hüzünle şahlanan.
Dilemek istediğim özürler ve zaruri bir sebepten kırbaçlanmak suçluluğu...
Okunmayacak, bilinmeyecek ve de hissedilmeyecek.
Gökyüzünden iğneler yağıyorken,
O izbe tepelerden yuvarlanmış eskiliğim.
An yok, tutunmak yok, sarılmaksa haram!
Kafiri de olsam, kendimi yakmanın bir kazancı yok!
Böyle geçecek bir ömür, ah bir geçmese!
Geçmese, birisi ölecek sanki!
Haklıydı, lakin bunun sonucunun ne kadar ıstıraplı olacağı hesaplanamazdı.
Tehlikeli bir yalnızlık haliyle, yeniden kaldırıyorum kadehimi hassasiyetime.
Krematoryumlar diledikleri kadar aksınlar damarlarımdan.
Acınası gün ölümlerinde haykırdığım, kaçıncı yok edişti bu?
Oysaki yok etmemiş yalnızca terk etmiştim.
Fakat hiçbir şey değişmedi, fark da etmedi.
Topuklarımın hemen ardından geçti yeni zamanlar.
Bırakmak, yapabildiğim en iyi şey,
Aynı zamanda da ne yazık ki en kötü şeydi.
Eğer iyi olsaydım, kanamazdım.
Eğer kötü olsaydım, uzaklaşmazdım.
Hayata uyum sağlamışken bir hamam böceği gibi,
Zannediyorken yalın ayak koşabileceğimi çayırlarda,
Yaşadığım en ağır kırgınlık, unutmamaktı.
Ne yaptım ben kendime, ne yaptım!?
Güzellik körlüğü müdür bunun tıptaki adı?
Yoksa bir başka cinayetin esrarlı kaçışı mı?
Bilmem gerekirdi, tanımam ve kendime sadık kalmam gerekirdi.
Bir ilkbahar sabahıydı, yaz gecesini de unutmamak lazımdı.
Aşk kadar temizdi fayanslar.
Ölüm, en az umut kadar yalnızdı.
Hangi, hangi şarap şişesine saklanmıştı bu ahval bilmecenin cevabı?
Bahtiyar geceler, beraberinde gelen tanımsız bir borçlu olma endişesi...
Paha biçilemezdi celladın anısına dağıtılmış hediyeler.
Er meydanında kılıç savururlardı pervasızca.
Son bağrışlarıydı, farkında değillerdi.
Yaralı bir sevginin ardından kalan son can tohumlarıydı sanki.
Ne acıydı ki bir çölün ortasındaydılar.
Ama yine de o tohumlar ekilecekti.
Çünkü bu, kralın vasiyetindeki son istekti.
Savaştan kısa bir süre önce kapamıştı gözlerini.
Birkaç dakikalığına kestirmek istemişti sadece.
Lakin bir daha açamadı gözlerini.
Uyanamadı o yorgunluk uykusundan...
Şimdiyse yüzyıllar geçti, feleğin çemberinden de geçildi.
Gökyüzü pek değişmedi belki ama, özür dilemek sanrısı aynıydı.
Belki de bazen yaşamaya çalışmak, yoklukla aynı yatağa girmek demekti.
Onunla sevişmek ve geride kalan birkaç nefes dolusu hakareti,
Bir akşam yemeği niyetine yemekti.
Karnım çoktan doydu benim.
Ama yüreğimse hala açtı.
Yenilikler toplanmadıkça,
Şüphesiz ki geride kalanlar içimden çıkartılacaktı.
Ya keskin bir bıçakla deşilerek,
Ya da ağlıyorken gülerek.
Yaşam hep aynıydı.
Ömrümüzün kaderi kaçınılmaz bir şekilde beyaz bir piyona benzerdi.
Eğer siyah olsaydı, yalnızca ama yalnızca birazcık daha az fedakarlıkta bulunacaktık.
Buna da pek lüzum yoktu zaten.
Hafızamın ölümüne satranç oynattığı bir başka akşamda,
Karanlığım tarafından mat edilecektim kuşkusuz.
Oyun bitmek üzereydi.
Son hamleler çoktan nefesimi kesmişti.
Özür dilerim, pek kalmadı savaşmaya mecalim.
Özür dilerim, özür dilerim...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder