28 Mart 2020 Cumartesi

Bilinç


Salkım salkım, yaradılışın gereğiyle duran,
Gizli bir sözün yürek aynasında,
Durgun geçen bir an...
Karanlığa bel bağlamış birkaç yalan dolan,
Ağır ağır verilen alacağım var nefesi,
Hemen üstüne yakılan bir erdem sigarası...

Yollar, düşünceler boyunca düşüyorken,
Unutkan bir sahilin yanlış durağındayken,
Bir başka intiharlı sevdanın üzeri toz tutmuştu.
Bir başka buruk bir nefesin sesi unutulmuştu.

Çok yeminler edildi, çok ihanetler edildi.
Sevgisizliğin papazları da vaazlar verirdi.
Ulaşılmaz yarınları, bir gaz lambası gibi kullanıp,
Satarsak eğer hurdacının birine,
Ancak o zaman milyarderlerin koynunda uyuyabilirdik.
Ancak o zaman kirli bir toplumun parçası olabilirdik.

Kaygıdan ırak,
Bir masum bakışa, geçmişi layık görmekti,
Büyüklüğün, kör noktalarımıza hançerler saplamasının neticesi.
Eğer feda edilmeseydi savaşa giden aşıklar gibi,
Unutulup giderdi yaralarımın izleri.

Keşke bir öpücük kondurmasa gökyüzüne de,
Bu ruh aşarı alınan densiz cezayı heba görmese.
Bir türkü tuttursa uzaklardan,
Hani şu çocukluğumuzun geçtiği çayırlardan,
Çağlayarak gelse üzerimize doğru,
Anlasa, sonra da anlatsa...

Gelmezdi bilekleri burkulmuş, tecrübesizlik dolu heyecanlar.
Aksine, yanan bir sigara gibi, uçuverirlerdi öylece.
Daha gelmeden, giderlerdi sessizce.

Uzun süreli bir arınışın saygınlığı itibarıyla,
Çiçek açtı salkımlar, büyülendi aynadakiler.
Kimsenin kırgınlığımı göremediği bir anda,
Karıştım o müdavim okyanus akıntılarına.
Yolunu tuttum yeni yaşamların.

İnançsız bir deniz piyadesiydim.
Dik başlı bir korsan oldum.
Boş bir tuvaldim
Bir sanat eseri oldum.
Yitip giden bir karanlıktım,
Sonsuz bir gece oldum.
Çünkü gözcüyü korumaya mecburdum.
Aksi takdirde yakacaktı ormanı yok oluşum.

19 Mart 2020 Perşembe

Satranç


Saklanan bir göz, aniden hayatımızdan.
Birkaç gözyaşı demeti, içimizde hüzünle şahlanan.
Dilemek istediğim özürler ve zaruri bir sebepten kırbaçlanmak suçluluğu...
Okunmayacak, bilinmeyecek ve de hissedilmeyecek.

Gökyüzünden iğneler yağıyorken,
O izbe tepelerden yuvarlanmış eskiliğim.
An yok, tutunmak yok, sarılmaksa haram!
Kafiri de olsam, kendimi yakmanın bir kazancı yok!

Böyle geçecek bir ömür, ah bir geçmese!
Geçmese, birisi ölecek sanki!

Haklıydı, lakin bunun sonucunun ne kadar ıstıraplı olacağı hesaplanamazdı.
Tehlikeli bir yalnızlık haliyle, yeniden kaldırıyorum kadehimi hassasiyetime.
Krematoryumlar diledikleri kadar aksınlar damarlarımdan.

Acınası gün ölümlerinde haykırdığım, kaçıncı yok edişti bu?
Oysaki yok etmemiş yalnızca terk etmiştim.
Fakat hiçbir şey değişmedi, fark da etmedi.
Topuklarımın hemen ardından geçti yeni zamanlar.

Bırakmak, yapabildiğim en iyi şey,
Aynı zamanda da ne yazık ki en kötü şeydi.
Eğer iyi olsaydım, kanamazdım.
Eğer kötü olsaydım, uzaklaşmazdım.

Hayata uyum sağlamışken bir hamam böceği gibi,
Zannediyorken yalın ayak koşabileceğimi çayırlarda,
Yaşadığım en ağır kırgınlık, unutmamaktı.

Ne yaptım ben kendime, ne yaptım!?
Güzellik körlüğü müdür bunun tıptaki adı?
Yoksa bir başka cinayetin esrarlı kaçışı mı?
Bilmem gerekirdi, tanımam ve kendime sadık kalmam gerekirdi.

Bir ilkbahar sabahıydı, yaz gecesini de unutmamak lazımdı.
Aşk kadar temizdi fayanslar.
Ölüm, en az umut kadar yalnızdı.

Hangi, hangi şarap şişesine saklanmıştı bu ahval bilmecenin cevabı?
Bahtiyar geceler, beraberinde gelen tanımsız bir borçlu olma endişesi...
Paha biçilemezdi celladın anısına dağıtılmış hediyeler.

Er meydanında kılıç savururlardı pervasızca.
Son bağrışlarıydı, farkında değillerdi.
Yaralı bir sevginin ardından kalan son can tohumlarıydı sanki.
Ne acıydı ki bir çölün ortasındaydılar.
Ama yine de o tohumlar ekilecekti.
Çünkü bu, kralın vasiyetindeki son istekti.
Savaştan kısa bir süre önce kapamıştı gözlerini.
Birkaç dakikalığına kestirmek istemişti sadece.
Lakin bir daha açamadı gözlerini.
Uyanamadı o yorgunluk uykusundan...

Şimdiyse yüzyıllar geçti, feleğin çemberinden de geçildi.
Gökyüzü pek değişmedi belki ama, özür dilemek sanrısı aynıydı.
Belki de bazen yaşamaya çalışmak, yoklukla aynı yatağa girmek demekti.
Onunla sevişmek ve geride kalan birkaç nefes dolusu hakareti,
Bir akşam yemeği niyetine yemekti.
Karnım çoktan doydu benim.
Ama yüreğimse hala açtı.

Yenilikler toplanmadıkça,
Şüphesiz ki geride kalanlar içimden çıkartılacaktı.
Ya keskin bir bıçakla deşilerek,
Ya da ağlıyorken gülerek.

Yaşam hep aynıydı.
Ömrümüzün kaderi kaçınılmaz bir şekilde beyaz bir piyona benzerdi.
Eğer siyah olsaydı, yalnızca ama yalnızca birazcık daha az fedakarlıkta bulunacaktık.
Buna da pek lüzum yoktu zaten.
Hafızamın ölümüne satranç oynattığı bir başka akşamda,
Karanlığım tarafından mat edilecektim kuşkusuz.
Oyun bitmek üzereydi.
Son hamleler çoktan nefesimi kesmişti.
Özür dilerim, pek kalmadı savaşmaya mecalim.
Özür dilerim, özür dilerim...

15 Mart 2020 Pazar

İşkence


Tahrip edici, kutsal bir işkence...
Günahlar en az o volkan kadar yakıcıydı.
Her bağırışta biraz daha akardı yalnızlığın cıvıltısı.

Gizli bir sözdü, eğer açıklansaydı doğmadan ölürdü.
Eksik kalmış bir hatıraydı, eğer yaşansaydı ölmeden doğardı.

Geçip gitti, avuçlarıma birkaç mücevher verdi.
''İmkansız, hayır, henüz değil!'' dedi biri.
Ama ne yazık ki kırbaç darbeleriyle işkence devam etti.

Göğe uzanan salkımların arasında,
Bir ölüm çekimi gibiydi, hiç unutulmayacak cinsten.

Duvarların ardı yasaklıydı, eğer geçilirse yüreğim yanardı.
Çoktan kül olmuştu, gökyüzünü kirletemeden döküldü bilinç uçlarıma.
Bu, soysuzlaşmamış bir yaşayışın mükemmel bir serenatıydı.
Bu, bir başyapıttı lakin herkes sağırdı.

Göz alıcı saniyelerin altına saklanan acıydı gerçek.
Bu yüzden kimse kalmamıştı geriye dönecek.
''Durun, birkaç dakika verin bize!'' dedi biri.
Sanılanın aksine, işkence fütursuzca devam etti.

Delirircesine, biraz da severcesine,
Hissedercesine veyahut ölümden dahi gözetircesine,
Her resimciğin altına çekilmişti tebessümle.

Kaç kez yutulmuşsa karanlığa gezegenler kara delik yüzünden,
O kadar kez aklımı kesti, çaresizce boğulurken.

Son nefese ithafen gerçekleştirilen teslim olmak ihaneti,
Çığlıkların duvarlara çarpıp geri geldiği şüphe anında,
Dişlerimi aniden kırıp son bir savaşa sebebiyet verdi.
''Rahat bırakın bizi artık, çıkın gidin yalnızlığımızdan!'' dedi biri.
Büyük bir şaşkınlıkla, kırbaç darbeleri sessizliği terk etti...

Bu sadakate hakaret edenler birer ip bağladılar boyunlarına.
Onlar acımasızlığın cehennemine atladı,
Mahkumsa sonsuzluğa uçtu.
Onlar tek kullanımlık ömürlerini yok pahasına sattı,
Mahkumsa kanının boşaldığı mezara kavuştu.

''Yorgunluk ağır basıyorken yaşamaktan,
Yalnızlık akıyorken damarlarımdan,
Bu esaretten kurtulamak adına,
Yalanlar içinde olsam dahi doğruyu bulmak adına,
Bir sır seçip uğruna hayatımı adadım.
Nice özgürlükler ümidiyle kendimle savaştım.
Beyaz bayraklardan yoksun o savaş alanından,
Başka gönül kırgınlıklarıyla sağ çıktım.
Yine de çabaladım, en azından ben olmaya çalıştım''

6 Mart 2020 Cuma

Kaygı


Hiç yoktan, bir selam dahi vermeden ortaya çıktı.
Ve durmak nedir bilmeden,
Kör bir bıçak gibi nefesimi kesti farkındalık kaygısı.

Bakışlarım düşer yere balkonlardan.
Başını yukarıya hiç kaldırmayan bir budalanın şapkasını ıslatır.
Nice sözler armağan edilir çaresizliğime.

Yüreğim acır.
Yarası kabuk bağlamadığından,
Veyahut hançerler saplandığından değil,
Bir tümör gibi yayılan farkındalık kaygısından!

Islak bir yorgan gibi çökerdi üzerime.
Birkaç okkalı tokat atardı yüzüme.
Geçmişten uzaklaştıkça,
Kendime dahi yabancı kalınca,
Yüreğimi söküp atardı,
Yarınları öldüren farkındalık kaygısı.

Ah, bir sivrisinek ısırığı gibiydi umut!
Ne kadar fazlaysa, o kadar çok kaşınırdı içim.
Tüm düzeni rahatsız ederdi,
İçinde saklanan anarşizmle.

"Benim umudum var!" dedi biri.
"Bizi öldürmeye mi çalışıyorsun?" dedi öteki.

Kadehlere bakıldı, geçip giden zaman hatırlandı.
Kadehler tokuşturuldu, kısa süreliğine de olsa acılar unutuldu.

Yalnızlığımın kürklü montuyla geçerdim yanlarından.
Kutuplara meydan okuyan bakışlar toplardım yerlerden.
Başımı saygıyla öne eğerdim.

Ey, bana acı hariç her şeyi haram kılan,
Rüyalarımı gözlerimden alan,
Avcuma nihai karanlığı bırakan farkındalık kaygısı!

Hangi yüreğe zulmettim de çıkıp geldin, gitmek de bilmedin?
Hangi yaşam zerresinin üstüne toz kondurdum da beni mesul ettin?

Değişmeyecek bir gökyüzünün altında,
Kanayan yüzlerle çevrili bir hapishanede,
Bize kim olduğumuzu, olabileceğimizi unutturan bugünlerde,
Tek çözüm sükuta gömülmek midir?
Yoksa tenkit etmek midir hayatı densizin biriyle?

Dokunduğum tüm anıları yaktın.
Huzuru görebilecekken gözlerimi kapattın.
Yalnızlığımdan hoşnut olacakken kulağıma fısıldadın.
Tanıdığım en açıksözlü yalancıydın.

Bana özgürlükten söz ettin.
Ama beni bir hapishaneye hapsettin.
Gözyaşlarımı da alıp çekip gittin.
Tanıdığım en adaletsiz hakimdin.