Yalnızlık belleğimdeki mevcut olan tüm anılar,
Göğün gözyaşlarıyla yıkanıyorken,
Sitemler dolusu içki şişelerini,
Acıyla tek dikişte bitirişimin,
Bir an dışında pek faydası olmayacaktı zamana.
Ben inandım.
Yaz geceleri bana selam verirken, yaprakları kıpırdayan ağaca,
Koridorlardan kısa bir süre için de olsa,
Kurtulmamı sağlayan sükut denizine,
Veyahut karanlığımı gösteren aynaya inandım.
Sonra, başka yollara düştüm.
İnkarı gördüm gözlerinde.
Kanıksamanın bir hakaret olduğunu söyleyen göz bebeklerinde,
Hep farklılıkla kırbaçlanıyor oluşumu gördüm.
Yüreğimde hissettim, cevapları ise katlettim.
Acı bir ucuz şarap tadı bıraktı damağımda,
Biraz da samimiyetsiz yalanları.
Şikayet dilekçeleri yazdım adresten yoksun.
Nereye yollayacağımı bilemediğim isyanımı,
Hatrı sayılır avuçlarıma sıkıştırdım.
Hayatı gizledim gerçeklerden.
Bir bomba sesinden, siren sesinden gizledim.
Çok uzun süre boyun eğdim yanılışlarıma.
Aydınlığı yansımalarıyla cezalandırdım.
Kendimi karanlığın yönetimine adadım.
Teker teker düştü yere kanayan, diğer adı utanç olan,
Şahsi, teyakuz dolu uysallığım.
Bir canavar yarattım kendime kendimden.
Yaşamadığım, dokunamadığım her şeyi,
Onun için yarattım, ona yakıştırdım.
Korktular, tanımaya, anlamaya çalışmadan.
Hatta neye benzediğine dahi bakmadan,
Tehlikeli ve kırıcı suçlamalarda bulundular.
Onlar için pek zor olmadı unutmak.
Onlar, izlediği filmi sildiler,
Bense repliklerini duvarlara kazıdım.
Yabancılaştım, başka sığınaklar aradım.
Beni anlayan, şefkatle yüzümü okşayan rüzgarı sevdim.
Beni dinleyen, benim yerime anlatan dalgaları sevdim.
Beni hatırlatan, düşüncelerimi açığa çıkaran yağmuru sevdim.
Ben yalnızlığın diğer adıysam,
Sonsuz bir geceysem,
Eskiciysem, kirli bir aynaysam, seyyarsam,
Bedeviysem, sarhoş bir adamsam, devsem,
Yaşlı bir adamsam, korsansam, hataysam,
Cezaysam kendime ben,
Ben çoktan kendi dünyamda,
Yalnızlıkla bir olmuşum.
Hikayeyi yanlış okumuşum.
Söylemlerin, eylemlerin değil,
Duyguların ve anların katili olmuşum.
Utandığım her benliğimi,
Nefes nefese arayıp durmuşum.
Lakin hiçbir yaşam belirtisi bulamamışım.
Hapishanelerde kaç adım sonrasında,
Başıbozuk satıcılara armağanlar vereceğimi,
Kaç yumruk sonra gözlerimden yaşlar geleceğini,
Kaç ay kaçarsam yakalanacağımı,
İşinde iyi bir öğretmen sayesinde öğrendim.
Şiddet yanlısı, meymenetsiz bir kadındı.
Ne zaman çığlık atsa,
Tokat atacağını bildiğim halde,
Sesini bastırmak amacıyla ondan daha çok bağırırdım.
Hiç sormazdı neden bunu yaptığımı.
Gerçi ismimi bildiğinden bile emin değildim.
Gerek yoktu aslında, farkında olmadan buraya geldikten sonra,
Bana verilen ilk hediyenin bilinmesine.
Çekinerek yudumlar aldığım zaman dilimlerinde,
Okuyucusundan yoksun şiirler yazışımla,
Taçlandırdım haram olan sevgileri.
Ağır adımlarımın ardında bıraktığım kırıntıları,
Ezip geçtiler çoktan, herkes devam etti yoluna.
Ben fazla sevmezdim gülümsemenin ayıplandığı,
Milyonlarca derdi bağrına basmış,
Evsizlerin uyku dağıtıcısı olan, kurallar mağduru yol kenarlarında yürümeyi.
Tüneller kazardım ben.
Yüreğimden başlayıp yine yüreğimde biten.
Gösterilmeyenleri anlattı bana,
Gökkuşağının nerede başlayıp nerede bittiğini,
Mutluluğun kaç saniye, aşkın kaç derece olduğunu.
Yalnızlığın neden insanı sömürdüğünü,
O anlattı bana, zihnim ise kaydetti yalnızca.
Ruhsatsız silahlarla cinayetler işlerdim.
Korkmazdım ekip arabalarından, dedektiflerden.
Silahımı atmaz belimde taşırdım.
Zaten önemsizdi ölenin kim olduğu.
Önemli olan bunu yapanın ne kadar güçlü olduğuydu.
Çünkü bilinirse bunu yapanın kim olduğu,
İnsanlık öncesinden hazırdı taşlar fırlatılmaya.
''Neden bağırmıyorsun?
Neden mahsur kaldığın kuyudan kurtulmak için,
Herhangi bir harekette bulunamayacak kadar vazgeçmişsin?
Kimler yaptı sana bunu?
Çok karanlık mıydı hava, hatırlıyor musun yüzlerini?''
Hatırlamak istemiyordum, zaten istesem de bir bunu hatırlayamazdım.
Çünkü sadece esas suçlunun kim olduğunu önemserdim.
Tetiğin çekilmesi basit bir bakıştı.
Maksat neden çekildiğine karşılık bir manaydı.
Bir ölüyle sevişmekten yoktu artık farkı.
Kapıyı çarparak ayrıldım sahtelik otelinden.
En az korktuğum mağaraya gittim.
Bedenen kimse olmasa da,
Fikren bir ordu vardı karşımda.
Her gece planlar yapan bir seri katil gibi,
Her gün çaresizlik ve sevgiyle ellerini göğe açan bir din adamı gibi,
Biraz da gömdüğü her ölünün ardından korkarak ağlayan bir mezarcı gibi,
Umduğum her sevinçten, duyduğum her hakaretten,
Nasibimi, cevabımı alırcasına,
Akıtıyor ve sızıtıyordum yaşam kanalizasyonlarını.
Kara lekeler eksik kalmıyordu, uykuyu saklamaktan.
Aynalarda, koridorlarda, duvarlarda,
Hep o leke...
Gitmeyen, silinmeyen, evrilmeyen,
Kapılar açıldığından beri her daim içimde,
Başka yaşam tahlillerini yırtan,
Doğan güneşi batıran leke...
Kudretli bir sakinlik bandosunun şerefine,
Patlatılan bütün şampanyalarla akardı,
Biraz ben, biraz da gizlediğim mimiklerim.
Kırmızı halılara döküldüğünde can yaşlarım,
Fark edilmezdi prestijli hizmetkarlar tarafından.
Hep kirletildi lakin hiç temizlenmedi.
Rutubet kokardı ciğerlerim.
Sıvaları dökülmüş bilincimin,
Gecekondulaştığı bu yersiz sistemde,
Elbette bir odun ateşine kurban gitmişti bazı şiirlerim.
Yabancı gelmekteydi size karanlığımın lisanı.
Bu yüzden tanıyamadınız varlığımı.
Cümlelerden yoksun an harabelerinde,
Bundandır ki hep tutukluyu oynamışım.
Az kaldı kırılmasına kilidinin kelepçemin.
Korkutmuyor değil bahsi geçen özgürlük bilmecesi.
Yüce akşamlar akacak sokak lambalarından.
Ben hep mahzun, ben hep şüpheci.
Bilinmeyen bayırlarda ciritler atacağım hayata.
Tedirgin bir şekilde kılıç sallayacağım arenalarda.
Karar verecek bir imparator, senatör olmayacak belki ama,
Hüküm çoktan verilmiş olacak yırtık kitap sayfalarında.
Doğan bir bebeğin ses tellerinden,
Bir yaşlının manalı gözlerinden,
Daha canlı, daha istikrarlı bir ışık,
Saracak yoksulluğumu.
Aşk kokan şömine gecelerine,
Bir ahenk, anlam katacak.
Fakat kimse ben dahil gözlerini açamayacak.
Tercihen değil, mecburiyetten...
Ben ki zifiri karanlıklara tutulmuş bir mahkum,
Ben ki uçsuz bucaksız gecelerde korkularına sarılmış bir mazlumum.
Daha nice eski mahallelerde,
Çocukluğumdan kalan yaralı dizlerimle yürüyerek,
Başka başka gözler arayacağım.
Durmaksızın türküler tutturarak,
Pencerelerini taşlayacağım yalnızlığın.
Ta ki,
Anılar silinene,
Gök kuruyana, şişeler boşalana,
Zaman ölene dek.