6 Kasım 2019 Çarşamba

Yalnızlık


Bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışırken yara bere içinde kalmış,
Gözyaşlarıyla ayağa kalkmaya çalışan bir çocuğa benzerdi,
Uzun zaman sonra ilk kez çığlık atan hatıralar.
Bazen tek bir kelimeden bile yoksundur yaşadıklarımız.
Ve bazen katilimiz olur çaresizce ördüğümüz duvarlarımız.
Nice ayyaş geceler geçer sonra,
Hani şu hiçbir zaman kendimizi bulamadığımız.
Kudretli bir acı, hevesi kursağında kalmış bir yankı...
Yalnızlığımın koridorları kanatmakta duygularımı.
Bu üzerlerine korkarak bastığım parkeler miydi benim nidalarım?
Şu uzaklardan bana gülümseyen yaşamak sancısı mıydı beni harcayan?
İmkansız bir boşluğun vurdumduymaz sarmallarından sıyrılıp,
Düşlerimi ve de kadehlerimi doldurduğum galaksiler,
Anlatırdı yüreğime başka bir yolun mümkün olmadığını.
Kutsal bir yağmur yağardı sonra hatalarımın üstüne.
Lağımlarda gezinirdi sevdalarım.
En büyük yalancıydı tüm bu olan bitene karşılık sessiz kalan gece.
Bu yüzden zihnimin üzüm bağlarını keserdi cevabı meçhul bir bilmece.
Antik bir işkencenin yarattığı yıkımları mızrağıyla kalbine saplayan,
Cahil ve bitkin düşmüş bir yerliydim.
Mevcudiyetimin, sevgimin ve sonsuzluğumun ektiği tohumları,
Hınçla ağzımda çiğneyişim hep bundandı.
Ormandaki ağaçların uzattığı yardım ellerini,
Geçmişimin kiniyle ve getirdiği gaddarlıkla kesmiştim.
Yalnızca onları değil!
Ümidi de kesmiştim bir ceset kadar soğuk olan bir masada.
Bu düzenin riyakar çarklarını ateşe veren,
Zaman kadar yıpratıcı bir kundakçıydım aynı zamanda ben.
Tek tek işlemiştim kemiğime küllerini.
Korkarak dokunur ve öperdim eski günleri.
Dudaklarım kanlar içindeydi.
Ah!
Ne zaman kalkacaktı üstümden geçmişin yükü?
Geleceğin vahim ümitsizliği ve geçmişin kirli melankolisiyle,
Şimdiki zamanımı sarıyordum bir sigara niyetine.
Ben yakmadım onu, sizler yaktınız.
Sonrasındaysa dumanından şikayetçi oldunuz.
Oysaki sizin var olma çabanızdı çakmağın ta kendisi.
Ne yazık ki her zaman devam edecekti bu manasız haklılık mücadelesi.
Kimse bakmıyordu gökyüzüne.
Kimse dokunmuyordu yüreğine.
Öylece izleyip duruyorlardı kanımızı emen yaşamak işkencesini.
Keyif nedir bilmezler bir anı mahvetmeden.
Sevmek nedir bilmezler bir kalbi kırmadan.
Aşk nedir bilmezler bir bedeni kullanıp atmadan.
Bilmezler lakin bildiklerini zannederler.
Yüreğimi kapattığım gibi kulaklarımı da kapattım.
Aksi takdirde günah keçisi olacaktım onların.
Bir cenaze daha kalkıyor yüreğimden.
Meydan muharebesinden farksızdı içimin bir kısmı.
Yıllarca süren, mutluluk uğruna gerçekleştirilen soykırımlara,
Nedense bir insan dahi bulunmuyordu bir itirazda.
Silahlanma yasağı mı getirilmişti gardiyanlara?
Yoksa kurban mı gitmişlerdi zamana?
Hiçbir sesin tınısı kol gezmiyordu sokaklarda.
Belki de ilk kez dikkat etmişti yüreğim bu yoksunluğa.
Bir gün bu diyarları terk etmenin hayaliyle adeta yanıp tutuşan,
Lakin istifini hiç bozmayan, giderayak hesabıyla elleri cebinde yürüyen,
Yaşlı bir adam geçmişti yalnızlığımın yanından:
''Beyefendi kusura bakmayın rahatsız ediyorum sizi bir gece vakti.
Özür dilerim lakin bir soru var aklımda durmaksızın beni bitiren.
Eğer sormazsam şimdi size bakamayacağım bir daha hiçbir göze.''
Bu cümlelere karşılık ''Tabii buyrun.'' der gibi öne eğdi başını.
Ne yaptığımı kendime sual etmeden devam ettim konuşmaya:
''Herkes haini olmuş yüreğinin.
Artık hiçbiri koruyucusu değildi sevginin.
Bilmem nasıl anlatayım.
Ne zaman bir mana kazanacak varlığım?''
Yaşlı adam gözlerime baktı önce, sonra biraz düşündü ve cevap verdi:
''Hiçbir zaman evlat.''
Hayrete düşerek bir soru daha sordum:
''Neden? Siz kazanmadınız mı?''
Bir sigara çıkarıp yaktı sol cebinden, devam etti konuşmaya yere bakarken:
''Kazanmak mı? Kazanmak imkansız. Fakat yaratmak mümkün. İnsanlar sürekli gerçek olamayacak bir güzelliği bulmanın peşindeler. Dokundukları her bedende, içtikleri her içkide, gittikleri her yerde bir mana bulmanın peşindeler. Ne kadar yazık, bilmiyorlar ki bulamayacaklar. Ümitlerini, vakitlerini boşa harcıyorlar. Eğer sen de arayanlardansan genç adam, üzgünüm ki sen de kölesi ve aptalı olmuşsun bu düzenin.''
Bu sözlere karşılık yutkunamıyordum bile.
''Nasıl yaratacağım?''
''Yaşayarak!''
''Ne zaman yaşayacağım?''
''Affettiğinde.''
''Kimi affettiğimde?''
''Kendini.''
''Affetmezsem ne olacak?''
''Affetmezsen eğer yakındır gerçek cinayetin.''
''Cinayet mi? Kim olacak ölen?''
''Üzgünüm ki sen.''
''Kim olacak katil?''
''Yeniden üzgünüm ki sen.''
''Peki siz affettiniz mi?''
''Affetmeseydim, şu an burada konuşuyor olmazdım seninle.''
Derin bir sessizlik ve acı dolu bakışlar aldı sonra bu konuşmanın yerini.
Yaşlı adam bu çaresizliğimi görmüş olacaktı ki yanıma oturup bir sigara da bana uzattı.
''Yıldızlar ne kadar da güzelmiş.'' dedim içimden. Evet öylelerdi. İnsan kendi duvarlarının içinden uzun zamandır çıkmadığında en çok sevdiği şeyleri bile unutabiliyormuş. Fakat benim için içeride ebediyete dek kalsam dahi unutmayacağım bir şey vardı: O da sevgiydi. ''Hem bu kadar yapıcı hem de bu kadar yıpratıcı olan, adeta büyük bir kumardan farksız olan bir duygu için ömrünü neden heba ederdi ki insan?'' diye sordum kendime.Çünkü gerekirse bu cehennemin en sıcak katmanında olalım, gerekirse bu boşluğun en karanlık köşelerinde kaybolalım, varlığımıza anlam katan tek duyguydu sevgi. ''Eğer ki sevgi güçlüyse yoksulluğumuzdan uçsuz bucaksız bir tutkuya ve de umuda dönüşürdü her zaman var olacak olan.'' Parmaklarım acıyordu, sigaram bitmiş meğersem. Etrafıma baktığımda yaşlı adam yoktu, gitmişti. Ne kadar zaman geçmişti oturduğumuzdan beri bilmiyordum. O sessizce kalkıp gitmişti belki de yanımdan ama yanıtları ebediyete dek taht kurmuştu zihnime. Kasvetli bir fırtınanın ardından ortaya çıkan bir gökkuşağının getirdiği huzur kadar huzurlu hissediyordum nedense. Sakin ve çocuksu hayaller kurarak yürümeye başladım sokaklarda. Kendimi affetmenin yarattığı bir durgunluk değildi bu. Tek başımayken birinin tesadüfi bir şekilde karşıma çıkmasıyla yalnızlığıma kısa süreli de olsa eşlik etmiş olmasından kaynaklanıyordu bu durgunluk.
Belimdeki kemere geçirdim yıldızları.
Uslanmaz bir çocuk gibi takip ettim karanlığı.
Derken kaçtı gece benden.
Sorarken kendime neden diye,
Sonradan vardım farkına güneş doğuyormuş meğersem.
Baktım hatıraların ip gibi dizildiği dağlara.
Aşkından virane olmuş adamların cesetlerini çiğneyen dalgalara da baktım.
İki ihtimalin olduğunu ancak o an anladım.
Ya yalnızlık olacaktı benim kurbanım,
Ya da ben yalnızlığın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder