4 Ekim 2019 Cuma

Ziyaret


Yorgunluğun haykırırcasına beni boğduğu zamanlarda,
Bir acı, şehvet ve zevk duymuştum yalnızlığımdan.
Hayallerimi uçsuz bucaksız, isimsiz diyarlara götüren,
O hırçın rüzgarlarla birlikte isyan ederdim yoksunluğa.
Bir küfürden, şahsıma edilmiş bir hakaretten farkı yoktu güzellik kelimesinin.
Zamanın öldürdüğü, çürüttüğü bütün sevgilerimi,
Yaşam valizimin içine tıkıştırıp gitmiştim sonsuzluğa.
Dağlar ürperticiydi, geceyse hırçın.
Sürekli çığlıklar atan bulutların altında,
Anılarımla sevişiyordum biraz olsun keyif almak adına.
Kelimeler, cümleler bitap düşmüştü bu enkazın altında.
Aydınlığını kaybettiği gibi anlamını da yitirmiş ruhuma,
Sanki bir ninni misali bazı intiharlardan bahsederdi ölümün bekçileri.
Vaktinde yaratıcısına ihanet eden peygamber gelirdi aklıma.
Kanımın içinde bana meydan okuyan, durmaksızın kılıçlar savuran,
Zamanın yarattığı unutmak kabiliyeti,
Çıkıp gitmişti odamdan gözyaşlarıyla.
Zehirlenmişti varlığım bulamazdım panzehirini.
Sarhoş duygular büyük bir kavga çıkartırdı geçtiğim sokaklarda.
Hangi binaya, mezara, masaya baksam,
Geleceği meçhul bir adam önce bir sigara yakar,
Ardından ise kadeh kaldırırdı tanrıya.
Gözlerim şu ana dek en çok azap çektiren mazlum değildi aslında.
Cevap opera binasının çürümüş tahta kapılarında saklıydı.
Bir kaçak olarak girerdim içeri ağlayarak.
Uzun zaman sonra ilk kez yaralar aldığım koridorlardan geçmek,
Tanımlayamadığım bir hüzün kandilini yakardı içimde hiç sönmeyen.
Pencereler tahtalanmış,
Mobilyalar örümcek ağlarıyla kaplanmış,
Kapılarsa kapatılmıştı.
Hangi cinayetimin katili gelmişti buraya?
O olmalıydı benim güzelim binamı bir harabeye çeviren.
Sahnedeydim, izleyicilerin iskeletleri dahi yoktu koltuklarda.
''Sizlerin yokluğu benim yok oluşum,
Sizlerin varlığı benim var oluşumdu.
Zaman beni çaldığı gibi sizi de çalmış benden.
Ne diye burada duruyorum ki benmişim hep kaybeden!''
Sonsuzluğa armağan ettim son bir oyunu daha gebererek, eksilerek.
Güller fırlatılmadı bu sefer yalnızlığıma.
Kimse yoktu, yalnızlıkları bile yoktu.
Bilekleri bağlı meleklerin sesleri kesilmişti çok uzun zaman önce.
Tek duyduğum silinen seslerdi.
Tek duyduğum kanayan hislerdi.
Geçemedim o koridorlardan zayıflığımdan.
Açamadım o kapıları kaybolmuşluğumdan.
Sökemedim o tahtaları korkaklığımdan.
Geri döndüm çıkış kapısına.
Bir bakışımı bıraktım sahnenin ortasına.
Devam ettim yorgunluğun beni boğduğu zamanlarda,
Yalnızlığımdan bir acı, şehvet ve zevk duymaya.
Çaresizce, bir güçten, sevinçten yoksun bedenime,
Bir öpücük bıraktım sessizce kaçıyorken,
O mahzun, kirli zayıflığımdan gelen.
Hep böyle mi söylenecekti şarkılar?
Hep böyle mi ağlayacaktı yıldızlar?
Bilemiyordum, yalnızca giderek eksiliyordum,
Ta ki bir gün yalnızlığım dahi geriye kalmayana dek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder