Zaman devam ettiği ve ölüm var olduğu sürece yazacağım. Bu süreç içerisinde geçmiş ve geleceğin etkileri bu satırlara kazınacak. Eğer ben yazıyorsam dizelerimde ruhumdan da bir parça vardır.
12 Ekim 2019 Cumartesi
Yaşamak
Usulca başımı sola doğru çevirdiğim vakit,
Bu gördüğüm kaçıncı sükunet, kaçıncı cinayet?
Çığlıklarım, içten içe yardım çağrısıyla birlikte,
Giderek hiddetlenen, beni boğan bir ateşkes teklifine dönüşüyordu.
İsyanımı sonlandırmam karşılığında yalancı bir huzur,
Sahtekar bir ümit kazanacaktım umarsızca.
Efkarın adım adım kapıma yaklaştığı,
Yalanların dört bir yanımı sardığı,
Yalnızlığın bulutların arasından geceme karıştığı bir anda,
Zaman beni parçalıyorken,
Tüm bu dalaverelerin tepesinden,
Günahlarımı seyrediyordum.
Mezar taşlarından yoksun mezarlıklarımda,
Üşümüş aşklarımı ziyaret ediyordum hissetmek umuduyla.
Yerin altına çekiyordu beni kara topraklar.
Halbuki yanılgılarımı dahi kabul etmeyen birer korkaktı onlar.
Ne değişmişti?
Kim ölmüştü de bu soysuz değişim bir anda gerçekleşti?
Yabancı olduğum kalabalıkların boğucu havasını atlatıp,
Bilmediğim diyarlara ayak bastığımda,
Bilmelisiniz ki bir ağıt yakıyordum hatıralarıma,
Ve de üstü açık kalmış cansız vücuduma.
Ölüm ayırmamıştı beni kendimden.
O güzel bir düştü aslında lakin,
Rüyalarına ihanet eden bir hiçtim ben.
Yanlış zamanlarda alınmış doğru kararlar,
Veyahut teknelerim alabora edildiğinde ortaya çıkmış düzenbazlıklar,
Durmaksızın gençliğimi harcayan tiyatral sahtekarlıklardı,
Beni kendimden ayıran ve beni bir köşeye hapseden.
Nasıl bir hakarete maruz kaldıysa çocuksuluğum,
Kaçmış herkesten, benden bile ben ona muhtaçken!
Siz hiç anıların söylediği şarkıları,
Bedeninize kazıyarak dinlediniz mi?
Ben dinledim sonrasındaysa ezberledim.
Sahilleri, evleri, içilen içkileri ve hissedilen güzelliklerin hepsini,
Kaybolduğumda, ağladığımda, yalnızlığın ateşinde yandığımda,
En çok da yok oluşuma yaklaştığımda ezberledim.
Bir dünya yarattım onlar için.
Kimisine göre cennetten farksızdı,
Kimisine göreyse cehennemden.
Benim içinse bir veda aynı zamanda da bir karşılama merasimiydi.
Dizlerimi okşamaya başlamıştı kara topraklar.
Neyse ki biraz daha vaktim vardı.
Sahi vakit neydi?
Ne kadar önemi kalmıştı ki artık?
Hayatımı bir çetele tablosuna sığdırmamı mecburi kılan,
Manasız bir hırsızdı aslında.
Çaldığı şey ise hazinemdi.
Benim hazinem bu dünya zamanında,
Göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürede değerini yitiren,
Fakat ulvi evrenlerimdeyse var oluştan bile öte olan,
Satın alınamaz, yok edilemez bir çelişkiler eseriydi.
Gösteremezdim kimseye yalnızca biraz anlatabilir veya açıklayabilirdim.
O her daim duvarlarımın ardında kalacak olan,
Güzel bir mihenk taşına benzerdi.
Çığlıklarımı yakmalıydım şüphesiz ki düş ormanlarımı tahrip ediyorsa.
Gölgelerimle, maskelerimle gülünç bir tavır takınarak bütünleşen,
Canavardan daha karanlık, zifiri olan bir suret çarpmıştı gözüme.
Birkaç ağaç dalına tutunarak çektim kendimi yukarıya,
Dizlerimi öpen kara topraklardan kurtulmak adına.
Saatlerce dolaştığımda diğer mezarlarımı,
Durdu aniden, gözlerim gözlerini bulmaya çalışıyorken.
Soğuk fakat yumuşak elleriyle okşamaya başladı saçlarımı.
Dudaklarıma yaklaştığını hissedebiliyordum ağlayarak.
Konuşmaya başladım bir tahminde bulunarak:
''Opera binasında da, odamdaki kapının ardından da olduğu gibi,
Burada da beni izlemektesiniz sanırım kraliçem.
Şeref verdiniz lakin gelişiniz benim için geç, sizin içinse erken olmuş anlaşılan.
Lütfen beni şu an için öpmeyiniz.
Ama beni sevebilirsiniz.
Bu aralar fazlasıyla hasretim ne de olsa sevgiye bilirsiniz.
Ben size ihanet etmem bunu da bilirsiniz.
Bu aldatmacalarla dolup taşmış tımarhaneden olabildiğince fazla hastalık kapmış bir vaziyette gelmek, kavuşmak istiyorum size.
Zira size gelirsem eğer şimdi karanlığım sizinkine pek yeterli gelmeyecektir.''
Dudaklarıma olan yakınlığının aniden kesilmesiyle bir sıcaklık hissettim içimde.
Lügatımda bulunan hiçbir kelimenin karşılık bulamadığı,
Hiçbir benzetmenin yeterli olamadığı,
Hiçbir kalıba sokamadığım, sığdıramadığım bu hissiyatı,
Saklamaya çalışarak saygıyla öne eğdim başımı.
Geri döndüm üşümüş aşklarımın mezarına.
Tekrardan başladı kara topraklar beni sarmalamaya.
Gözyaşlarım sulamaya başladı durmadan çiçekleri.
Ben sevdaların arsız çocuğuymuşum her daim sokaklarda kaybolan,
Kendi yalanlarının, korkaklıklarının içinde kuşkusuz hep yalnız kalan.
Duygularım fazlaydı onlara ev sahipliği yapan bedenime.
Bu yüzden onları türetip pazarlamıştım bazı kimsesizlere.
Bazen gecenin herhangi bir saatinde,
Bir eskici, bir korkak, bir yalnız, bir günahkar, bir isyankar,
Ya da bir bendim acıyla bir bütün olan.
Gönlümün saati bozulmuştu.
Bundandır ki yanlış zamanlardaki imkansızlıklara tutulmuşum.
Yakamı bırakmıyordu yalnızlığın mutlak monarşisi.
Devrim hayalleriyle yanıp tutuşan o çocuksa,
Şimdilerde bir kuyumcular çarşısında mücevherler işlemekte yüreğime.
Kurtuluşu ise benim kaderimin nereye varacağına bağlıydı.
Ağızlarını ellerimle kapadığım gerçeklerim,
Çok önceden canımı acıtmaya başlamıştı.
Artık her iki avcumda da birer tane delik bulunmakta.
Haliyle de ellerimle gözlerimi kapatmam nafileydi artık.
Bu yüzden yüreğimi kapattım ben.
Ziyaretçiler pek zorlamıyorlardı zaten kapıları.
Bir iki kez kapıları tıklatıp gidiyorlardı kendi yalnızlıklarını bırakarak,
''Belki bir gün ilgilenmek istersiniz.'' Der gibi.
İlgilenecek miyim?
İlgilenmeli miydim?
Cevaplar meçhuldu tıpkı geleceğim gibi.
Kara topraklar yaklaşmak üzereydi boynuma.
Şöylece bir baktım riyakar gökyüzüne.
Sözde özgürlüğün temsilcilerindenmiş!
Bu durum gerçekleşmemesi gereken bir adanma ayiniydi.
Oysaki en büyük kafiri bendim tanrının bilirsiniz.
Bir köstebek misali kazmaya başladım toprağı.
İnkar ettim eceli gelmiş bütün sevgileri.
Geceyi dolduran naralarla yeniden çıktım yeryüzüne.
Çığlık çığlığa koşmaktaydı cesetlerim.
Kanımın boşaldığı mezarlardan,
Şu manasız keder sonsuzluğuna dek uzayan cinayetlerim, bakışlarım,
İster istemez bir şarkı mırıldanırdı.
Vücudum değildi giderek eksilen, hasar gören.
Zihnimdi.
Darmadağın olmuştu bütün hatırladıklarım.
Ummuştum tanrıdan vaktinde birkaç medet.
Bundan mütevellitti bu şuursuz kıyamet.
Vaktinde bir otel inşa etmiştim.
Günübirlik aşkların girişinin yasak olduğu,
Ebedi ziyaretçilere açık olan,
Renkli sevgilerin, eğlencelerin koruyuculuğunu yapan bu yapıta,
Bir kez daha bir ziyaret gerçekleştiriyordum.
Koridorlar ışıktan yoksundu elbette.
Neyse ki hiçbir önem arz etmezdi aydınlıklar burada.
Önemli olan bu misafirlerin yarattıkları, yaratacakları olan şaheserlerdi.
Otelin terası tüm bu dalaverelerin bulunduğu tepeyi andırıyordu.
Unutmayın ki aşkların, sevdaların hepsi,
Bir yeniden doğuşa, yaradılışa vesile olduktan sonra,
Hayatınızı size zindan eden büyük bir yıkım yaratır,
Ardından ise bütün enkazı duygularınızın üstüne bırakıp çeker giderdi.
Benimkinin farkıysa gitmemesiydi.
Çünkü hazinemin parçalarından biriydi.
Bu yüzdendi tüm bu savaşlarım, mücadelelerim, isyanlarım.
Peki ne uğrunaydı bunların hepsi?
Var olmak, ölümsüz bir değer kazanmak adınaydı.
Ve tabii ki de yaşamak adınaydı!
Ben henüz yaşamadım lakin yine de öldüm.
Doğdum fakat yine de yaşamadım, yaşayamadım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder