Zaman devam ettiği ve ölüm var olduğu sürece yazacağım. Bu süreç içerisinde geçmiş ve geleceğin etkileri bu satırlara kazınacak. Eğer ben yazıyorsam dizelerimde ruhumdan da bir parça vardır.
28 Ekim 2019 Pazartesi
Asi
Puslu bir geceden arda kalan yakarışların yarattığı yıkımları,
Yoksunluğa en çok yaklaştığı anda sevdi içim umarsızca.
Bir ayağı çukurda olan aşklarımın tohumlarıysa,
Saçılmıştı adeta gönlümün kurak tarlalarına.
Vaktinde son nedir bilmeyen bir zaman savaşçısıydım.
En büyük aydınlığımdı sevdalarım.
Bilmekten acizdim meçhul geleceğin koparacağı ömürleri.
Kutsal su pınarlarının yanından geçerken,
Hüznün taşları kanatmıştı dizlerimi.
Cinayetlerimin çaldığı yarınları,
Büyük bir korkuyla doldurmuştum ceplerime.
Yırtıldı benliğim, çığlıklar sardı etrafımı.
Baktığım her aynada, su birikintisinde,
Ecel nedir bilmeden parçaladığım içimde,
Hangi kıyametten sağ kaldığını bilemediğim bir eski vardı.
Şafak vaktinde yüreğimden dışarıya fırlayan,
Düşmekten korktuğum merdivenleri umursamadan koşarak çıkan,
Tanımlanamaz bir yeni vardı parmak uçlarımda.
Pişmanlıktan ve kaygıdan yoksun sevişmelerin azametiyle,
Söndürmeyi beceremediğim bu yangınlarda,
Kaçıncı kez yanmaktaydı masumiyetim?
Vebalı bir yüreğe sahiptim oysaki ben.
Karanlığımı yaydığım halde yalnızca saflığımdı ölen.
Sevdalarımdan yoksun tepelerde,
Yalnızlıktan kaçmak ümidiyle sürdüğüm atları,
Kim bilebilirdi ki kaç kez kırbaçladığımı?
Tanrıyla günah çıkarmak yerine,
İhtimalleri infaz edip cesetlerini yiyordum.
Doymuyordu karanlığım daha fazlasını arzuluyordu.
Kapı kapı dolaşıp mutluluk dilenmenin aksine,
Mezarlıklarımdan melankoli çalıyordum.
Ne zaman bir cinayet işlesem öteki diyarlarda,
Yağmurlar yıkamaya çalışırdı kimsesizliğimi.
Toprak ise saklamaya.
Tek hissettiğim duygu, ağır bir korkuydu.
Cevapsız sorularla delik deşik ederdim zihnimi.
Masamın köşesinden göz kırpıyordu bana belki de aşk.
Lakin ben artık bitap düşmüş bir savaşçıydım her ne kadar istemesem de.
Sağır olmuştu kulaklarım, duyamazdım.
Kesilmişti ayaklarım, adım atamazdım.
İnfaz edilmişti inancım, inanamazdım.
Ben artık hiçbir var oluş ihtimaline tutunamazdım.
Opera binasının bir başka odasına daha hapsedilmişti yeni heyecanlar.
Oysaki gecenin gözleri her daim süslemekteydi çaresizliğimi.
Sevişir olmuştum karanlıklarla.
Hiçbir gerçeği göremiyor oluşumdu tek fayda.
Sürekli bir isyanın azgın alevlerinde,
''Neden?'' der gibi kanatmaktaydı yüreğimi bilincim.
Suskun bakışlar eşlik ederdi sonra kıymetsiz zamanımıza.
Durmaksızın rüyalarıma girerdi gerçekliğime olan hasretim.
Bundandır ki uykularımı artık sevmezdim.
Asi bir gencin yalanlarına benzerdi kendi cennetim.
Gençliğimi olmasa da asiliğimi kaybetmişim.
Meğersem ben en çok bunu severmişim.
Bu palavralarla dolup taşmış hapishaneden,
Bundan mütevellit ki en çok ben firar etmek istemişim.
Ne olur engelleyin gönlümün gardiyanlarını.
Aksi takdirde ecelim olacak bu yalnızlığın korkaklığı!
12 Ekim 2019 Cumartesi
Yaşamak
Usulca başımı sola doğru çevirdiğim vakit,
Bu gördüğüm kaçıncı sükunet, kaçıncı cinayet?
Çığlıklarım, içten içe yardım çağrısıyla birlikte,
Giderek hiddetlenen, beni boğan bir ateşkes teklifine dönüşüyordu.
İsyanımı sonlandırmam karşılığında yalancı bir huzur,
Sahtekar bir ümit kazanacaktım umarsızca.
Efkarın adım adım kapıma yaklaştığı,
Yalanların dört bir yanımı sardığı,
Yalnızlığın bulutların arasından geceme karıştığı bir anda,
Zaman beni parçalıyorken,
Tüm bu dalaverelerin tepesinden,
Günahlarımı seyrediyordum.
Mezar taşlarından yoksun mezarlıklarımda,
Üşümüş aşklarımı ziyaret ediyordum hissetmek umuduyla.
Yerin altına çekiyordu beni kara topraklar.
Halbuki yanılgılarımı dahi kabul etmeyen birer korkaktı onlar.
Ne değişmişti?
Kim ölmüştü de bu soysuz değişim bir anda gerçekleşti?
Yabancı olduğum kalabalıkların boğucu havasını atlatıp,
Bilmediğim diyarlara ayak bastığımda,
Bilmelisiniz ki bir ağıt yakıyordum hatıralarıma,
Ve de üstü açık kalmış cansız vücuduma.
Ölüm ayırmamıştı beni kendimden.
O güzel bir düştü aslında lakin,
Rüyalarına ihanet eden bir hiçtim ben.
Yanlış zamanlarda alınmış doğru kararlar,
Veyahut teknelerim alabora edildiğinde ortaya çıkmış düzenbazlıklar,
Durmaksızın gençliğimi harcayan tiyatral sahtekarlıklardı,
Beni kendimden ayıran ve beni bir köşeye hapseden.
Nasıl bir hakarete maruz kaldıysa çocuksuluğum,
Kaçmış herkesten, benden bile ben ona muhtaçken!
Siz hiç anıların söylediği şarkıları,
Bedeninize kazıyarak dinlediniz mi?
Ben dinledim sonrasındaysa ezberledim.
Sahilleri, evleri, içilen içkileri ve hissedilen güzelliklerin hepsini,
Kaybolduğumda, ağladığımda, yalnızlığın ateşinde yandığımda,
En çok da yok oluşuma yaklaştığımda ezberledim.
Bir dünya yarattım onlar için.
Kimisine göre cennetten farksızdı,
Kimisine göreyse cehennemden.
Benim içinse bir veda aynı zamanda da bir karşılama merasimiydi.
Dizlerimi okşamaya başlamıştı kara topraklar.
Neyse ki biraz daha vaktim vardı.
Sahi vakit neydi?
Ne kadar önemi kalmıştı ki artık?
Hayatımı bir çetele tablosuna sığdırmamı mecburi kılan,
Manasız bir hırsızdı aslında.
Çaldığı şey ise hazinemdi.
Benim hazinem bu dünya zamanında,
Göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürede değerini yitiren,
Fakat ulvi evrenlerimdeyse var oluştan bile öte olan,
Satın alınamaz, yok edilemez bir çelişkiler eseriydi.
Gösteremezdim kimseye yalnızca biraz anlatabilir veya açıklayabilirdim.
O her daim duvarlarımın ardında kalacak olan,
Güzel bir mihenk taşına benzerdi.
Çığlıklarımı yakmalıydım şüphesiz ki düş ormanlarımı tahrip ediyorsa.
Gölgelerimle, maskelerimle gülünç bir tavır takınarak bütünleşen,
Canavardan daha karanlık, zifiri olan bir suret çarpmıştı gözüme.
Birkaç ağaç dalına tutunarak çektim kendimi yukarıya,
Dizlerimi öpen kara topraklardan kurtulmak adına.
Saatlerce dolaştığımda diğer mezarlarımı,
Durdu aniden, gözlerim gözlerini bulmaya çalışıyorken.
Soğuk fakat yumuşak elleriyle okşamaya başladı saçlarımı.
Dudaklarıma yaklaştığını hissedebiliyordum ağlayarak.
Konuşmaya başladım bir tahminde bulunarak:
''Opera binasında da, odamdaki kapının ardından da olduğu gibi,
Burada da beni izlemektesiniz sanırım kraliçem.
Şeref verdiniz lakin gelişiniz benim için geç, sizin içinse erken olmuş anlaşılan.
Lütfen beni şu an için öpmeyiniz.
Ama beni sevebilirsiniz.
Bu aralar fazlasıyla hasretim ne de olsa sevgiye bilirsiniz.
Ben size ihanet etmem bunu da bilirsiniz.
Bu aldatmacalarla dolup taşmış tımarhaneden olabildiğince fazla hastalık kapmış bir vaziyette gelmek, kavuşmak istiyorum size.
Zira size gelirsem eğer şimdi karanlığım sizinkine pek yeterli gelmeyecektir.''
Dudaklarıma olan yakınlığının aniden kesilmesiyle bir sıcaklık hissettim içimde.
Lügatımda bulunan hiçbir kelimenin karşılık bulamadığı,
Hiçbir benzetmenin yeterli olamadığı,
Hiçbir kalıba sokamadığım, sığdıramadığım bu hissiyatı,
Saklamaya çalışarak saygıyla öne eğdim başımı.
Geri döndüm üşümüş aşklarımın mezarına.
Tekrardan başladı kara topraklar beni sarmalamaya.
Gözyaşlarım sulamaya başladı durmadan çiçekleri.
Ben sevdaların arsız çocuğuymuşum her daim sokaklarda kaybolan,
Kendi yalanlarının, korkaklıklarının içinde kuşkusuz hep yalnız kalan.
Duygularım fazlaydı onlara ev sahipliği yapan bedenime.
Bu yüzden onları türetip pazarlamıştım bazı kimsesizlere.
Bazen gecenin herhangi bir saatinde,
Bir eskici, bir korkak, bir yalnız, bir günahkar, bir isyankar,
Ya da bir bendim acıyla bir bütün olan.
Gönlümün saati bozulmuştu.
Bundandır ki yanlış zamanlardaki imkansızlıklara tutulmuşum.
Yakamı bırakmıyordu yalnızlığın mutlak monarşisi.
Devrim hayalleriyle yanıp tutuşan o çocuksa,
Şimdilerde bir kuyumcular çarşısında mücevherler işlemekte yüreğime.
Kurtuluşu ise benim kaderimin nereye varacağına bağlıydı.
Ağızlarını ellerimle kapadığım gerçeklerim,
Çok önceden canımı acıtmaya başlamıştı.
Artık her iki avcumda da birer tane delik bulunmakta.
Haliyle de ellerimle gözlerimi kapatmam nafileydi artık.
Bu yüzden yüreğimi kapattım ben.
Ziyaretçiler pek zorlamıyorlardı zaten kapıları.
Bir iki kez kapıları tıklatıp gidiyorlardı kendi yalnızlıklarını bırakarak,
''Belki bir gün ilgilenmek istersiniz.'' Der gibi.
İlgilenecek miyim?
İlgilenmeli miydim?
Cevaplar meçhuldu tıpkı geleceğim gibi.
Kara topraklar yaklaşmak üzereydi boynuma.
Şöylece bir baktım riyakar gökyüzüne.
Sözde özgürlüğün temsilcilerindenmiş!
Bu durum gerçekleşmemesi gereken bir adanma ayiniydi.
Oysaki en büyük kafiri bendim tanrının bilirsiniz.
Bir köstebek misali kazmaya başladım toprağı.
İnkar ettim eceli gelmiş bütün sevgileri.
Geceyi dolduran naralarla yeniden çıktım yeryüzüne.
Çığlık çığlığa koşmaktaydı cesetlerim.
Kanımın boşaldığı mezarlardan,
Şu manasız keder sonsuzluğuna dek uzayan cinayetlerim, bakışlarım,
İster istemez bir şarkı mırıldanırdı.
Vücudum değildi giderek eksilen, hasar gören.
Zihnimdi.
Darmadağın olmuştu bütün hatırladıklarım.
Ummuştum tanrıdan vaktinde birkaç medet.
Bundan mütevellitti bu şuursuz kıyamet.
Vaktinde bir otel inşa etmiştim.
Günübirlik aşkların girişinin yasak olduğu,
Ebedi ziyaretçilere açık olan,
Renkli sevgilerin, eğlencelerin koruyuculuğunu yapan bu yapıta,
Bir kez daha bir ziyaret gerçekleştiriyordum.
Koridorlar ışıktan yoksundu elbette.
Neyse ki hiçbir önem arz etmezdi aydınlıklar burada.
Önemli olan bu misafirlerin yarattıkları, yaratacakları olan şaheserlerdi.
Otelin terası tüm bu dalaverelerin bulunduğu tepeyi andırıyordu.
Unutmayın ki aşkların, sevdaların hepsi,
Bir yeniden doğuşa, yaradılışa vesile olduktan sonra,
Hayatınızı size zindan eden büyük bir yıkım yaratır,
Ardından ise bütün enkazı duygularınızın üstüne bırakıp çeker giderdi.
Benimkinin farkıysa gitmemesiydi.
Çünkü hazinemin parçalarından biriydi.
Bu yüzdendi tüm bu savaşlarım, mücadelelerim, isyanlarım.
Peki ne uğrunaydı bunların hepsi?
Var olmak, ölümsüz bir değer kazanmak adınaydı.
Ve tabii ki de yaşamak adınaydı!
Ben henüz yaşamadım lakin yine de öldüm.
Doğdum fakat yine de yaşamadım, yaşayamadım.
9 Ekim 2019 Çarşamba
Şeytan
Ağır ağır bir vaziyette,
Birbirini takip eden zincirleme kazalarda yerlere düşen aşklar gibi,
Bir karanlık kaplamıştı yüreğim acının serenatlarında gezinirken.
Mümkün değildir gözümden akan yollara karşılık büyükçe bir barikat kurmak.
Sırtı yere gelmesi mümkün olmayan,
Korkunun çığlığımsı kahkahalarıyla şahlanan,
Ürkünç bir şeytana sahipti içim, parçalıyorken beni zaman.
Sessiz adımların ardından gelen ufacık zihniyetler,
Bir kazık buldular yerlerden yansıyorken aynalardan yüzüme kırmızı lekeler.
Köstekli bir saate benzerdi beni geberten deli divane hatalar.
Heyecanlanarak baktığım an kalan cinayetlerimin dakikalarına,
Ömrümün saatleri akardı, ayağı kırık sehpalardan ayaklarıma.
Bir kir gibi kalırdı sevdalarım zihnimin ışıksız mağaralarında.
Bu sızlanan, ağlayan, kaybolan, kanayan mahrumiyetler,
Benim bekaretini kaybetmiş niyetlerimden mi ibarettiler?
Sarhoşların cemiyetine benzeyen çam ağaçlarının bolca olduğu ormanlardan,
Çarmıha gerilmiş umutsuzluğumun haykırışları korkuturdu yaşamı.
Hissediyordum yalın bir intiharın bir yılan gibi sinsice dolaştığını.
Farkına varıyordum bağırışlarımın duvarlara çarpıp geri geldiğinin.
Satırların arasına sıkıştırılmış anılarımın tamamını,
Bu pislik içinde kalmış dünyadan saklıyordum.
Sabırsızlıkla dolup taşmış,
Gün doğumundan öteki diyarlara dek süren,
O güzel ve kırılgan aşklarım, savaşlarım,
Sahip olunabilecek en kıymetli hazinelerdi artık.
Tekrardan göz kapaklarıma binen ağırlığın birlikteliğiyle,
Bunca varsayıma rağmen var olan sevmek işkencesini.
Tiz seslerin kararmış mezar odalarında,
Eskiden her aydınlığa meydan okuyan cesetler, cesetlerim,
Bir imkansızı bırakıp gitmişlerdi avuçlarıma.
Çağlayarak ansızın gelirdi yalnızlığın kapıları üstüme.
Haram kılınmış umutlara sarılmıştım birkaç sefer.
Bu yüzdendir yalnızlığımın günahkarlığı.
Gezegenler dolusu alevlerin akıbeti,
Bir aşk damlasından ibaretti.
Birçok şiiri tanır ve birçok dize ile kadehler tokuştururdum.
Denizdeki ölümlerden bahsederdik birbirimize.
Geçti zaman.
Kırıldı kadehler, silindi dizeler, öldürüldü şiirler.
Bir şiirin katili şairiydi.
Benim şairimse şiirlerimdi.
Kırılıyordu naralarım boynu bükük çiçeklerde.
Delirircesine, ölürcesine, isyan edercesine,
Sadık kaldığım benliğimin toz bulutları kaçtı gözlerime.
Bundandır mutluluğu göremeyişim, ölümü ise isteyişim.
Ne diye yaşıyorum ki ben kendimi infaz etmişim.
4 Ekim 2019 Cuma
Ziyaret
Yorgunluğun haykırırcasına beni boğduğu zamanlarda,
Bir acı, şehvet ve zevk duymuştum yalnızlığımdan.
Hayallerimi uçsuz bucaksız, isimsiz diyarlara götüren,
O hırçın rüzgarlarla birlikte isyan ederdim yoksunluğa.
Bir küfürden, şahsıma edilmiş bir hakaretten farkı yoktu güzellik kelimesinin.
Zamanın öldürdüğü, çürüttüğü bütün sevgilerimi,
Yaşam valizimin içine tıkıştırıp gitmiştim sonsuzluğa.
Dağlar ürperticiydi, geceyse hırçın.
Sürekli çığlıklar atan bulutların altında,
Anılarımla sevişiyordum biraz olsun keyif almak adına.
Kelimeler, cümleler bitap düşmüştü bu enkazın altında.
Aydınlığını kaybettiği gibi anlamını da yitirmiş ruhuma,
Sanki bir ninni misali bazı intiharlardan bahsederdi ölümün bekçileri.
Vaktinde yaratıcısına ihanet eden peygamber gelirdi aklıma.
Kanımın içinde bana meydan okuyan, durmaksızın kılıçlar savuran,
Zamanın yarattığı unutmak kabiliyeti,
Çıkıp gitmişti odamdan gözyaşlarıyla.
Zehirlenmişti varlığım bulamazdım panzehirini.
Sarhoş duygular büyük bir kavga çıkartırdı geçtiğim sokaklarda.
Hangi binaya, mezara, masaya baksam,
Geleceği meçhul bir adam önce bir sigara yakar,
Ardından ise kadeh kaldırırdı tanrıya.
Gözlerim şu ana dek en çok azap çektiren mazlum değildi aslında.
Cevap opera binasının çürümüş tahta kapılarında saklıydı.
Bir kaçak olarak girerdim içeri ağlayarak.
Uzun zaman sonra ilk kez yaralar aldığım koridorlardan geçmek,
Tanımlayamadığım bir hüzün kandilini yakardı içimde hiç sönmeyen.
Pencereler tahtalanmış,
Mobilyalar örümcek ağlarıyla kaplanmış,
Kapılarsa kapatılmıştı.
Hangi cinayetimin katili gelmişti buraya?
O olmalıydı benim güzelim binamı bir harabeye çeviren.
Sahnedeydim, izleyicilerin iskeletleri dahi yoktu koltuklarda.
''Sizlerin yokluğu benim yok oluşum,
Sizlerin varlığı benim var oluşumdu.
Zaman beni çaldığı gibi sizi de çalmış benden.
Ne diye burada duruyorum ki benmişim hep kaybeden!''
Sonsuzluğa armağan ettim son bir oyunu daha gebererek, eksilerek.
Güller fırlatılmadı bu sefer yalnızlığıma.
Kimse yoktu, yalnızlıkları bile yoktu.
Bilekleri bağlı meleklerin sesleri kesilmişti çok uzun zaman önce.
Tek duyduğum silinen seslerdi.
Tek duyduğum kanayan hislerdi.
Geçemedim o koridorlardan zayıflığımdan.
Açamadım o kapıları kaybolmuşluğumdan.
Sökemedim o tahtaları korkaklığımdan.
Geri döndüm çıkış kapısına.
Bir bakışımı bıraktım sahnenin ortasına.
Devam ettim yorgunluğun beni boğduğu zamanlarda,
Yalnızlığımdan bir acı, şehvet ve zevk duymaya.
Çaresizce, bir güçten, sevinçten yoksun bedenime,
Bir öpücük bıraktım sessizce kaçıyorken,
O mahzun, kirli zayıflığımdan gelen.
Hep böyle mi söylenecekti şarkılar?
Hep böyle mi ağlayacaktı yıldızlar?
Bilemiyordum, yalnızca giderek eksiliyordum,
Ta ki bir gün yalnızlığım dahi geriye kalmayana dek.
3 Ekim 2019 Perşembe
İntihar
Güneşin kaçamamaktan avuçlarımı sivri yalanlarıyla yakmasıyla,
Bu hüzün ne tarafa baksam parçalardı benim içimi öfkeyle.
Kirli zeminlere paspas çekerdi kanayan hislerim.
Hangi kıyametin şeytanını sevmişsem,
Ben de ateşlerde yanıyordum, sessizce gözyaşı döküyorken.
Efkarlı bulutların söylediği şarkılar, attıkları çığlıklar mıdır,
Benim bunca vakittir peşini bırakmadığım cinayetim?
Morglarda çürürdü aşklarım yalnızlığın sükunetiyle.
Koridorları paramparça ederdi mahzun anılarım.
Sevda yollarındaysa can kırıkları mevcuttu üstüne basamadığım.
Uykularım yaşlanıyordu aynaları kırdığım sürece.
Bakamazdım yüreğimin ortasına ansızın oturmuş yalanlara.
Gözlerimi yakmalıydım.
Küllerini ise bir tabuta saklamalıydım.
Kucakladığım intiharlar mı kavuşturacaktı beni ölüme?
Her bir tabancada ayrı bir ağlayış sesi,
Her bir idam sehpasında riyakar bir kurtuluş mücadelesi,
Bulunuyordu inkar ettiğim tüm yaşam mektuplarımda.
Noktalamalar, cümleler derken sıkışıp kalmıştım satırlarda.
Kapağını da kapatamıyordum yaşam defterinin.
Sayfalarını da yırtıp atamıyordum kimsesizler denizine.
Ne muhteşem bir hatadır kendi sonumu aklıma kazımak!
Tarihin sileceği yalın bir andım oysaki ben,
Yüreğim bu amansız sonların kıyılarında kayboluyorken.
Saatler, günler, haftalar kirletiyordu mavi damarlarımı.
Hiçliği pompalıyordu kalbim şuursuz bedenime.
Dokunduğum her zaman diliminde kırılırdı kum saatleri.
İçime karıştırdığım vaziyetlerde ise kapımı tekmelerdi cinayetimin bekçileri.
Bıçakların saplandığı çirkef dayanak noktasından,
Şu manasız keder sonsuzluğuna değerdi yokluğun bakışları.
Göz kapaklarım tehditler savuruyordu gözlerime.
Boğuluyordum cinayetimin esiri olan yanlış delillerde.
Bağıramazdım, ellerini meçhul yarınlara uzattığında göğüs kafesim.
Yollarım ayrılıyordu karanlığın kelepçelediği şüphesiz kaybedişlerime.
Kırılan kalemlerim sebepsizce akıtıyorlardı mürekkeplerini mezar taşıma.
Bacaklarımı ısırıyordu vasiyetimi reddeden minik haberciler.
Ben bir ansam eğer zamanın unuttuğu,
Hiçbir zaman bütünleşemeyecektim sonsuzlukla hayatın bizi soyduğu.
Bir suçlu misali çıkardım benliğimin karşısına.
Ağlardım geceler boyunca hıçkıra hıçkıra.
Çoktan infaz edilmişti geçmişimin sessizliği aslında.
Lakin ben büyük bir reddedişle kapatmıştım kulaklarımı.
Sevgim dağılıyordu ellerimde, kavuşuyorlardı özgürlüğe.
Bir söz söylemekten aciz, yorgun düşmüş bedenime,
Bir kelepçe de ben taktım yalnızlığımın sükunetiyle!
Sardım kesilmiş bileklerimi halatlarla.
Öptüm mezarımdaki toprağı.
Taktım şapkamı başıma.
Ve terk ettim kendimi.
Bir gün yeniden bulmak umuduyla,
Sessizliğin bozulması maksadıyla terk ettim.
Ben kendimi infaz ettim soğuk bir musalla taşında.
Yürüdüm sonra ardıma bakmaksızın başka intiharlara.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)