29 Eylül 2019 Pazar

Kelepçe


Uğruna kendimi parçaladığım kaçıncı cinayetimdi bu?
Günlerim hastalıklı, ıstıraplı bir şekilde kaçıyor gözlerimden.
Sürekli aynı karanlığın yatak odalarında arayışlarım, kayboluşlarım,
Günyüzü göremeden kesiyorlar boğazımı, nefesimi, sesimi.
Tüm felaketleri eskimiş paltosunun cebine sıkıştırmış,
Düşünceleri yağmurlu sokaklarda boğulan,
Başkalarına farklı, kendisine aynı zulümleri yaşatan bir adam,
Çığlıklar atıyordu durmaksızın göğe şişliyorken içimi zaman.
Benim bir mezarım olmayacaktı hiçbir zaman.
Çünkü gece başımı koyduğum, kendimi esir aldığım her mekan,
Aşklarımın ve hissiyatlarımın morguydu zaten orada hapsolan.
Toprağa değmeyecekti fuzuli bedenim, soğuk bir akşamda,
Gözyaşlarının yarıştığı kırık beton duvarlarda çürüyecekti.
Henüz yazılmamış lakin vücuduma kazınacak olan şiirlerimdi,
Benim yalvarışlarımın yarattığı puslu yeryüzü.
Zamanımın dolmasından ziyade,
Zamanın umursamadan beni bir oyuna kurban etmesiyle dolacaktı vadem.
Yalan söylemiyordum kuşkusuz, yalnızca bazı hakaretlerde bulunuyordum kendime.
Yaşamımın tesellisi belki de bedeli olacak olan,
O mahzun fakat aynı zamanda da neşeli son cinayetimi,
Bulamayacaktım şüphesiz eziliyorken bu sessizlikte.
Sevdalarımı özlüyorum ey insanlık!
Geçmişi, imkansızlığı hatta cesedimi dahi özlüyorum.
Kelepçeler takıldı duygularıma, çocukluğuma, aydınlığıma.
Çaresizliğin çilingiri değilim ben anlamalısınız bunu.
Orada kaldı uzun bir vakit önce sakladığım anahtar.
Yıkıldı odam, farkındalığım, hayatımsa yakıldı.
Küllerini bile vermediler kanayan ellerime.
Yokluğu sevdim ben de bu yüzden.
Medet umdum ölümden en çok da özgürlükten.
Bakın, yavaş yavaş çöken ümitlerimi gördünüz mü?
Dinleyin, durmadan beni öldüren çaresizliğimi duydunuz mu?
Görseydiniz, duysaydınız eğer yine de beni bırakır mıydınız yalnızlığın avuçlarına?
Karanlığımın lisanı yabancı mı gelmekte size?
Ben zamanın dahi unuttuğu bir acıysam,
Karaladığı bir anıysam, var olmaması gereken bir hataysam,
Uçsuz bucaksız, isyankar bir karanlıksam,
Bilmelisiniz ki,
Bunun cezasını her geçen gün daha da mahvolarak çekiyorum.
Müebbet cezasına mı çarptırıldım yoksa çok uzun zaman önce tanrı tarafından?
Yüzleri, zevkleri kesilmiş, masumiyetini çaresizlikten yok etmiş,
Kim olduklarını unutmuş yalnızların kirli kalabalıklarında,
Topallayarak attığım adımlarım,
Ufak bir intiharımdı aslında.
Uğruna kanadığım ve kanattığım sevinçleri, gönülleri,
Yüreğimin mavi diyarlarına gömmüştüm.
Nefes almaktan acizlerdi, bense yaşamaktan.
Bir gün daha batmaktaydı parmaklarımda.
Bir kez daha kahkahalar atıyordu bana dünya.
Sevdiğim bütün güzellikler bir rüya,
Kaçtığım tüm yanılgılarım bir hataydı.
Rüzgar öpüyordu dudaklarımı.
Bakıyordum şuursuzca insanlığa meydan okuyan karanlığa,
Bir an önce kelepçelerimden kurtulmak adına.

26 Eylül 2019 Perşembe

Kargaşa


O muhteşem cinayetimin döküldüğü masalarda, umarsızca,
Aydınlığını ve umudunu yitirmiş sokaklardan,
Geçmekteydim elimden alınmış işçiliğin ezgileriyle.
Çiviler çakılmaktaydı şüphesiz ki sessiz gecelerimde.
Ruhum sıra dışı, olağan bir intiharı,
Tırnaklarıyla kazımıştı terk ettiğim kendime.
Bir kargaşanın içindeyken duyuyordum çığlıklarını yalnızlığın.
Nefsi müdafaa maksadıyla bir başına bıraktığım gönüller,
Bir renk katmaktaydı uzayıp giden bakışlarıma.
Yalnızlardan oluşmuş kalabalıklardan,
Nefes nefese uyandığım sabahlara kadar,
Kuvvetli bir ölüm çağrısı yankılanırdı kulaklarımda.
Kendi esrarlı kaçışlarımın yarattığı yıkımları,
Korkak bir adam içine saklamaktaydı.
Biraz daha yandıktan sonra yaşamın kıyılarında,
Baktığım hüzünlerim, ayrılıklarım, huzursuzluklarım,
Bitmeyen bir kıyameti anlatmaktaydı bana.
Başım kanıyordu merdivenlerden yuvarlandığım için.
Saçılıyorlardı şuursuzca etrafa,
Kirletiyordu ayakkabılarımı hissiyatlarım.
Unutmaktan ziyade alışıyordum ölmeye.
Bir gün yaşamanın hayaliyle,
Adeta yanıp tutuşuyordum içimdekilerle.
Gözün yüreği, yüreğin gerçeği göremediği zamanlarda,
Mezarıma geri dönmek güzel bir vedaydı aslında.
Hasretin naraları delirtiyordu aklımın kenarlarındaki beni.
Boyadığım, şekil verdiğim maskelerimle,
Dalmaktaydım umutsuzluğun ve insanlığın içine.
Aynalar okurdu gözlerimden yorgunluğumu.
Yalvarıyordum bu mahşer gününe.
''Ne olursun son cinayetim olsun bu uğruna ağladığım!''
Ben bir zaman zerresinin efsunkar yalanlarındansam eğer,
Her daim kendimi yok etmekmiş bu cinayet meğer.
Derken kırıldı ışıklarım, ölümsüzleşti fikirlerim.
Raylarından çıkıyordu hatıralarım.
Vagonları devriliyordu uykularıma.
Kurban gidiyordum bir kez daha yalnızlığa.
Zincirlerimi kırmak için savaşıyorken karanlığımla,
Gökleri delen duvarlar örmüştüm bir darağacının yanına.
Hatalarım ne denli acımasızlardı ki,
Her daim bombalar fırlatırdı inkarın tepelerine.
Bir kez daha yerini aldı ay güneşin.
Bir kez daha başları kesildi yarınların.
Lakin yine de devam etti ölümlerim.
Kabul göremezdi mevcudiyetim kara toprakların arasında.
Ruh acılar çekiyordu, dinlemezken köşedeki sesleri.
Bazı sorular mızrak atardı göğsüme.
Küfrederdi bana yaralarım, iyileşmezlerdi.
Baktığım zaman aynalara,
Her geçen gün farklı bir yüz,
Her geçen gece yitip giden bir ümit daha görmekteydim.
Halılar bir isyan uğruna,
İşleniyordu sessiz dokuma tezgahlarında.
Bu vaziyet bitmek nedir bilmeyen bir kıyametse,
Ben de kendi pencerelerinde geberen bir hastaydım.
Sevdalarım, aşklarım başlı başına bir enfeksiyondu zaten,
Giderek beni acıyla bütünleştiren.
Dilim varmıyordu bazı gerçekleri ortalığa sermeye.
Meydanları terk edişlerim bundan mütevellitti.
Hissediyordum çaldığım vakitlerin benim için geldiğini.
Öpücüklerimin hepsi ayrı birer özür dileyişti.
Sevdiğim her bir beden,
Bir öncekinin intikamı,
Bir sonrakinin gerekçesiydi.
Dinmedi ateşim, bükülmedi henüz boynum.
Çünkü ben karanlığın hıncıyla büyüdüm, indirdim perdelerimi.
Gerçekleştirdiğim eylemler yeni bir oyun yerine,
Bu gaddar mücadelenin devamı olacaktı çaresizce.
Ben celladımı, düşmüş meleğimi ve gecenin meleğini gömmüşsem eğer içime,
An gelince hepsini terk etmek zorunda olacağımdandır.
Bir yemin ettim şimdi kendime.
Gerekirse katil olayım,
Ben eninde sonunda yok olacağım.
Her zaman yanımdadır karanlığım.
En kıymetsiz hazinemdi kendi canım.
Ah, o güzel ve kutsal kraliçem!
Biraz daha yaklaşıyordum sana tüm yalnızlığımla.
Öpücüğünü bırak var oluşun bile yetmezdi bana.
Kılıçtan geçirildi bunca zamandır sakladıklarım.
Fakat bir önemi kalmamıştı artık vicdanımın.
Her şeyinizi itin yokluğa.
Bir ip bağlayın boynunuza.
Bu sefer sonsuzluğa değil,
Yalnızlığımın delillerine atlayın.
Bekçileri geçiyordu önümden ellerinde düdüklerle cinayetimin.
Yetersiz gelen telkinlerim, söyleyemediğim sevgilerim,
Ansızın girdiler mağarama bir su bile getirmeden.
Dudaklarım, varlığım kurudu diyorum size!
Daha ne kadar süre kendimi atacağım sahnelere?
Gözümü alıyordu ışıklar, terk ettim bir kez daha eski günleri.
Peşimi bırakmıyordu isyankar karanlığımın esareti.
Mumlar yakıyordum, bazı sözler vererek kendime.
Şimdi ise geri dönmeliyim onlarca dudak ısırtan yaşantıma.
Sarılmaktan acizdim kanayan maskelerime.
Zaman yaktığı sürece barındırdığım ihtimalleri,
Devam edecektim korkusuzca aydınlığı katletmeye.
Sevmezdim sevgiyi her ne kadar yüreğim istese de.
Maskeler yapmaktır en büyük intiharım.
Lakin buna mecbur bırakmıştı beni hayatım.
Bir gün yok olmak, evrenle bütünleşmek adına,
Veyahut celladıma kavuşmak umuduyla,
Devam edecektim gözü dönmüş bir katil olmaya.

14 Eylül 2019 Cumartesi

Eksik


Eriyen bir mum gibi dağılmakta yalnızlığım.
Baktığım sonsuz kederli mavi ufuklaraın kucağında,
Bir yaşam belirtisi arayan aptal bir astronot misali,
Dolaşıyordum sırtımdaki tükenmek nedir bilmeyen isyanımla.
Bir ölümün daha yaklaştığını hissedebiliyordum parçalanarak.
Sonsuz bir döngünün içinde asgari bir mutlulukla,
Acının işçiliğini kazıyordum giderek daha çok hasar alan aklıma.
Elzem duygularım ise bu kan dolu mezarlıklarda,
Bir mezarcı oluvermişti sakladığım tüm hıncımla.
Durağan, kanımı kadehlere dolduran o ahval intiharı,
Delilerin ve en çok da karanlığımın girdiği andan beri kanıma,
İstemekteydim gece gündüz demeden beni boğan son yaşam mektuplarımla.
Durmaksızın bir manasızlık işkencesine eğlence katan,
Renkli coplarla yıkanıyordu cinayetimin faili.
Mevcudiyetimi dalgalara teslim edemezdim artık.
Geçmişimin dikilmesi umuduyla bir dünya iğneyi,
Geçirmiştim bunca vakittir kanayan yüreğime.
Nedendir bilemiyorum.
Hayatın beni is kokan bir koğuşa kapatması,
Pencerelerimi cezalandırırcasına taşlaması nedendir bilemiyorum.
Mutsuzluğum karışıyordu çocukluğumu saran yağmurlara,
Ve sessizliğime eşlik eden riyakar okyanuslara.
Yeniden çıkıyordum bir yolculuğa beni umutsuzca bitiren.
Öptüğüm bütün zeminler unutmamak için kinimi,
Birkaç damla kanımı almışlardı bir de sevincimi.
İzlediğim o sonu meçhul filmlerin kasetlerine,
Vurdumduymaz cesetler gibi imzalar atmıştım.
Bazı çadırlar kuruyordu göğüs kafesime yalnızlığım.
Her fırtınada biraz daha yaklaşırdı içim yokluğa.
O sonsuz, müdavim tahayyüllü derelerden,
Çırılçıplak bir vaziyette durmadan geçmek heyecanıyla,
Karıştırıyordum varlığıma akıttığım gözyaşlarımı.
Bedenim her daim açtı sevgiye, düşlere ve de güzelliğe.
Lakin yok olmuyordu düşüncelerim pisliğin esaretiyle.
Gözcüye saplanılan hançerlerin hepsini,
Biliyordum intikamın söylediği yalanlarla.
Ah, dönüyor inatla yalnızlığım bu şuursuz cinayetin etrafında.
Aklını yitiriyor gecelerimin var olmayan koruyucusu.
Ne zaman, nerede ve nasıl kavuşacaktım ölüme?
Hangi baharın koynundan çıkıp,
Düş ormanlarının ağaçlarını budayarak ayak basacağım yeryüzüne?
Bir cümle, kelime veya ses kırıntısı bile yeterliydi aslında.
Fakat sağır olmuştum ben,
İçim aynalarla mücadele ediyorken.
Kırıldı sonra fikirlerim, bir bilmece daha sordu zihnim.
Özlem ve ölümün benzerliğinin yarattığı sarhoşlukla,
Pervasızca adımlar atıyordum geleceğin kaldırımlarında.
Bir yalana dahi inanmaktan acizken,
Sorarım yaşlı adama ne için döner ki dünya?
Büyük bir meteor fırtınasında söylüyorum şarkımı.
Tekrardan isyan ediyor hislerim bu kumara.
Kaybedenlerin oturduğu bir masada,
Kart destesinden ibaretti gençliğim.
Hayal ettiklerimi hiçbir zaman göremeyeceğim.
Bunu hep bileceğim ama yine de seveceğim.
Bir gün o derelerde boğulmak umuduyla,
Sonunda ise öleceğim.

11 Eylül 2019 Çarşamba

Zaman


Böyle zamanlarda hatırlardım uğruna kendimi feda ettiğim mücadeleleri.
Uykudan ırak yalnızlığın mahzenlerinde dökülüyorken birkaç anı,
Saçlarım yoluyordu zamanın unuttuğu yalın bir balkon kenarı.
Titriyordu sevgim üşümekten mütevellit.
Bu yüzden atıyordum tahayyüllü çalı çırpıları öfkenin ateşine.
Gençliğimi bir sigara gibi sarıp yakardım aşktan nasibimi almadığım vakitlerde.
Böyle zamanlarda severdim uğruna kendimi kanattığım sevdaları.
Umuttan yoksun gecenin siperlerine kanımla yazdığım veda cümleciklerimi,
Nakış nakış işlerdim zihnimin fırtınalı ormanlarına.
Yangınlar çıkıyordu ne zaman yaralarıma bir bıçak saplasam.
İhtimallerle doldurduğum kadehlerimi mutsuzluktan kurumuş dudaklarımla içerdim.
Güzel olmazdı kafam, atlardım kendi ördüğüm duvarlardan.
Bir an için de olsa yokluğa kavuşabilmek adına.
Böyle zamanlarda ağlardım kendimi öldürdüğüm zamanlara.
Suç mahallilerini ziyaret eden kör bir katile benzerdim.
En yüce kurbanım da parçalarımdı çığlıklar atıyorken içim.
Ağlak sokaklarda adımlar atıyorken yalnız başıma,
Bir meteor düştü yüreğimin tahta dolap kapaklarına.
Çivilerden yoksun, tekil hislerle açmaktan korktuğum gerçekleri,
Gökyüzüne resmetmiştim arıyorken bu puslu cehennemde ben neşeyi.
Böyle zamanlarda kazırdım kollarıma beni yeniden yaratan hatıraları.
Öksüz bir çocuk gibi huzurdan yoksun pencerelerde,
İzlerdim parmak uçlarımda giderek kaybolan geleceği.
Karanlığın suretleri öpüyordu boynumu engellemek için bu kıyameti.
Şehvetli infazlar takip ederdi sonra düşüncelerimi.
Tüm çıplaklığıyla gözlerimize batan sebepleri,
Bir kez daha duymazdan gelirdik, kendimizi duymak maksadıyla.
Topallayarak gelirdi yanıma yıllardır kırbaçladığım çocukluğum.
Üstü başı toz içinde, ağlamaktan gözleri şişmiş bir vaziyette,
Fısıldardı kulağıma ufacık bir hikayeyi.
Böyle zamanlarda terk ederdim yalnızlıklarıyla seviştiğim hücrelerimi.
Demir parmaklıkların arasından süzülerek geçen bir serçe gibisinden,
Sıyrılıyordum art niyetin o cüzzamlı ellerinden.
Kin ve nefretin bir araç olduğu yanlışlığıyla,
Hatalar, yanlışlar yapıyordum muhteşemliğin koruyucularına.
Yüzüme kapatılırdı bazen var oluşun tokmaklı kapıları.
Nihai bir evrenin içinde gezegenlerim yağmalanırdı.
Fazla acıtmazdı yarattığım güzelliklerin çalınması.
Böyle zamanlarda temizlerdim vücudumu onların kirli fikirlerinden.
Bir tabanca alıp ateş ederdim manasızlığın sürülerine.
Saat kuleleri bombalanırdı, içimdekilerse özgürlüğü yaklaşırdı.
Yıldızlar saklanırdı yastığımın altına, kavuşamazdım rüyalarıma.
Bir ihtimal ki bu yüzden uyuturdum ben kendimi acının eşiğindeyken.
Ufak bir heyecan ve bunun getirdiği ağır bir masumiyetle birlikte,
Bir inanç skalasının dip noktalarında isyan ederdim yalnızlığıma.
Böyle zamanlarda yaratırdım aklıma dahi sığmayan yenilikleri.
Saçılırlardı umudun fakirleştiği saray odalarına.
Son nefesime gizlerdim kaygılarımdan yorulmuş olan çaresizliğimi.
Farkındaydım ayaklarımdan daha çok varlığımın kanadığının.
Lakin bir önemi kalmamıştı artık daha ne kadar çok yok olacağımın.
Önemli olan daha ne kadar süre hatırlayacağımdı.
Dalgalara teslim ediyordum mevcudiyetimi.
Gerekirse yıksınlar aşklarımı, korkularımı ve de varlığımı.
Ben devam edeceğim bu döngünün bir kurbanı olmaya.
Çünkü ben,
Böyle zamanlarda yaşadım dokunamadığım hatıralarımı.
Böyle zamanlarda yaşattım ulaşamadığım yarınlarımı.

3 Eylül 2019 Salı

O


Özlemle anılan bilinçsizliğin çarptığı kapıların ardında,
Düşünceleri çok uzaklarda olan bir yetim ağlamaktaydı.
Renklerin henüz kaybolmadığı hüzün dakikalarında,
Durmaksızın tekmelenen hislerle birlikte,
Yüreğimi teslim etmiştim densizin tekine.
Bir eylül yalnızlığı dolmaktaydı içime.
Bakışlarımın altında meydan okurdu bana keder.
Melankolinin yağmurları kirletirdi sessizliğimi.
Öfkenin zoraki basamaklarından çıkıp,
Atlamıştım bir başıma karanlığın kalesinden.
Hatrı sayılan aydınlıklardan ziyade,
Sonsuz bir döngünün kesik elleriydi beni kurtaran.
Meşaleler bulurdum yerlerden, beni her daim tüketen.
Duygularımın ışığında kaybolurdum yok olmak adına.
Karaladığım çığlıklarım haykırırdı bana.
Her bir seste ayrı bir intihar,
Her bir saniyede ayrı bir duvar,
Oluşurdu bu izleyiciden yoksun tiyatroda.
Yıkımlarım severdi nasırlaşmış hayal kırıklıklarımı.
Hasret kaldığım anlarda ise,
Bir çelme de ben atardım yoksulluğuma.
Saatlerce dövülmek istiyordum sevdalarımla,
Aşkımdan kan gelene kadar.
İlk anlarda karanlık bir suret akacaktı üstüme.
Ardından ise son bir veda maksadıyla getirilmiş,
Güzel hediyeler sevecekti şuursuzca verilen nefesleri.
Hangi cezanın mahkumuydum bilemezdim.
Sözcüklerim bile çıkıp gitmişti,
Ağlamaklı baktığım kapılarımdan.
Kabuslarım yankılanıyordu bomboş mezar odalarında.
Bir yorgan niyetine iyice çekerdim üstüme kara toprağı.
Bazen yeni aşkların top seslerini duyuyordum,
Bazense haksızlığın,
Toplumu yakarken söylediği şarkıları.
Ağır bir isyanın uğruna yakılmış temiz ruhları,
Ben yollamaktaydım meçhul mavi diyarlara.
Bir akbaba geçiyordu hislerimin üstünden.
Ansızın parçalardı korumaktan aciz olduğum hazinemi.
Yavaş yavaş yükselmekteydim bu hapishaneden huzursuzlanarak.
Hiçbir yalana kurban gitmediğim vakitlerde,
Bir mum yaktı ağlarken o yetim.
Bir balta sapladı başıma sonra sevgim.
Yaralandım.
Hazinemin bütün bekçileri de yaralandı.
Bir kez daha baktım beni boğan gökyüzüne.
Bağırdım, bir meteor düştü göğüs kafesime.
Çığlık çığlığa koşmaktaydı yalnızlığım.
Ayaklarım kanayıncaya dek koştum arkasından.
Emeklemeye başladım devamında.
"Beni bırakma!"
Naralarıyla küfrettim ona.
Düşünceler akıp geçti mevsimler misali.
Hazinemi uzun bir süre sonra ilk kez açtığım an,
Büyük bir sırıtmayla çıkmıştı karşıma.
Eriyip bitiyorken bu acınası vaziyetin kucağında,
Bir bıçak daha sapladı yüreğimin tam ortasına.
Ufak bir buse kondurdu yanaklarıma.
"Asla bırakmam."
Yalanlarıyla bir kez daha hapsetti beni karanlığıma.
İşte o an anlamıştım.
Ne kadar kaçarsam kaçayım,
Eninde sonunda yalnızlığın kurbanı olacağım.

2 Eylül 2019 Pazartesi

Dünya


Adeta alevlerin içinde çığlıklar atan mazlumlar gibiydi intikam.
Karanlığın esaretiyle soysuzlaşmamış dokunalısı bedenler,
Sergiliyorlardı bu kanımı emen yeraltından bozma hapishanede duygularını.
Hayallerime katamazdım seni.
Dünyamdan da geçiremezdim.
Karanlığımın ziyaretçisi de olsan,
Açamazdım kapılarımı ne zaman hatıralarıma bir bıçak saplasam.
Terk edemediğim bir sevgiliye benzerdi yalnızlığım.
Ellerimi ona uzattığım vakit,
Karanlığımdı bu cinayete karşılık tek şahit.
Uykularım son bir arzuyu yerine getirircesine,
Güneşin hislerimi yakmak maksadıyla gelmesiyle,
Kanatıyordu mahzun ve yorgun düşmüş kaybolmuşluğumu.
Ben zamanın dahi unuttuğu muhteşem bir hataydım.
Çığlıklarım, sevdalarım, yaralarım,
Gün doğana dek şarkılar söylüyordu durmaksızın.
Bu işkenceye ithafen ses tellerimi çaldım ben de ansızın.
İnledikçe inlemişti sokaklar sevginin birlikteliğiyle.
Bilmekten acizdim,
Kendimi gökyüzünde bilmekten de.
Ne içindi tüm bu gururdan yoksun savaşlara bedel olan,
Her daim ruhumu kemiren sevgisizliğin isyankar reddedişi?
Ufak bir hayali doğrultursanız eğer gözüme,
Ceylanlar gibi kaçıp geri dönerdim faili meçhul cinayetlerime.
Kanım yeni bir sahne daha yaratmıştı kırık kaldırımların arasında.
Her gün başka bir oyuncu,
Her gece farklı bir çocuktu gözyaşlarımla sevişen.
Tereddüt ederdi böyle anlarda kendini bilmez notalar.
Acaba bugün,
Hangi acımasızlığın avcunda sevincimi ısıracağım?
Dişlerimle kopartırdım masumane, yalın güzellikleri.
Utanmaktan da yoksundum tıpkı bir katil gibi.
Yaralar oluştu ayağımda, varlığımda.
Hastalıklı bir yağmur getiriyordu bu sessiz intiharları.
Ne güzel bir infazdı oysaki bu vaziyet karanlığın esirleri için.
Aşkın büyüdüğü evlerde bir kundakçıydım ben.
Atılan naralar karnımı olmasa da,
Doyuruyordu acılarımı.
Bu güzelim kayıplı şölenlerde,
Bir ihtimalin mızrağı saplanırdı başını öne eğmiş yüreğime.
Delip geçmişti devamında sakladığım sözlerimi.
Cenazeler takip ederdi sonra peşi sıra.
Yalnızlığım okurdu son dualarını sevgilerime.
Bu diyarın yegane hükümdarı olana dek,
Sürecekti bu haksızlığın öptüğü yenilikler.
Ele geçirilmişti belki de sakındığım gerçekler.
Lakin pek bir önemi kalmamıştı geriye kalanların.
Önemli olan bu kavganın sonucunda,
Kimin içine düşüp uyuyacağıydı küflü bir tabutta.
Bazı kargalar bağıracakken kan kusuyorlardı.
Fikirlerimi yıkıyordum onların çaresizliğiyle.
Geberin diyorum size!
Ölüm sizi öpse de, hapsetse de,
Devam edin ulaşamadığınız hayallerinizle sevişmeye.
Tüm doğrular yanlış olana dek,
Terk edilmiş amaçlar birer hikayeye dönüşmüş olana dek,
Geberin, eksilin ve şuursuzca sevin!