18 Ağustos 2019 Pazar

Taş


Kadavralar yağıyordu yere gökyüzünden.
Aniden kesilmiş bir dakika içinde,
Eriyen bir adamın ağzında dolanan cümleler,
Akıyordu hüznün taşlı derelerine.
Ayaklarımı ıslatırdım önce büyük bir heyecanla.
Derken takıldı ayağım acının taşlarına.
Tüm vücudum ve düşüncelerim,
Boğuldular gelecek günlere ihanet edercesine.
Aynı zulmü farklı topraklarda yaşamaktan,
Ne demesi gerektiğini unutmuş bir adam haliyle,
Bakıyordum geçmişin dans ettiği sahnelere.
Büyük bir titizlikle raflara dizilmiş anıları,
Sabırsızlıkla dağıtıyordum tekrardan okumak maksadıyla.
Çapasını atmıştı yokluğun gemileri.
Gökyüzü kararınca kaçardı martılar,
Artlarında birkaç hikaye bırakarak.
Özgürlüğün bulutların ardına saklanmasıyla,
Büyük bir hınçla yürüyordum yalnızlığın duvarlarına.
Damlalar halinde, avcumun içinde birikirdi neşem.
Sudan çıkmış balık gibi,
Büyük bir şaşkınlıkla sarılırdım gördüğüm demir iskelelere.
Yeni bir gün daha bitmişti, saklanmıştı güneş.
Yerini ise kayıp yıllar almıştı.
Birkaç kadeh zamanı heba ettikten sonra,
Yine aynı soruların esiri olmuştum bir akşam vakti.
Akamasa da gözyaşlarım, eşlik ediyordu bu hüzne yağmur bulutları.
Yollar kazıyordum bazen meçhulluğun kürekleriyle.
İlerlediğimi zannederken fark ediyordum,
Daha da çok dibe battığımı.
Saklayamadığım sözlerim kanattılar bu varlığı.
Bir hırsız misali içimde dolanıyordu şarkılar.
Geri kalan bir miktar umudumu alıp,
Geri dönüyorlardı yalnızlığın sahillerine.
Sarhoşluktan yürümeye mecali kalmamış,
O tekil hislerle donatılmış adamlar gibi,
Bıraktım kendimi yeryüzüne.
Bakamadım bazılarının yüzlerine.
Değişim ve yükseliş uğruna kaybedilen hisler,
Denize dökülen hazineler,
Ansızın girdiler üşüdüğüm uykularıma.
Kabuslardan fırlama senaryolar,
Gerçek oldu böyle anlarda.
Ellerinde hiçbir şey olmayan oyuncular,
Anlayamadı bu karmaşık gizemi.
Yorgun ve ağrılı fikirlerle,
Devam edemediler bu yollarda adımlar atmaya.
Bir veda hutbesi okudum duygularıma.
Gözyaşı döküp intiharı arzuladılar bu çileye karşılık.
Gerçekler denilirdi vaktinde acı sözlere, onlara itaat edilirdi.
Şimdi ise söylenmiş yalanlar dolusu kumbaraları,
Camı kırık dükkanlardan çalıp
Kendi mutluluklarımı biriktirmeye çalışıyordum.
Ne zaman iflas edecekti yüreğim?
Kendimi o kumbaraya attığımda mı?
Yoksa keder ömrümü aldığında mı?
Cevabı meçhul sualler kanattıkça ayaklarımı,
Ben daha çok adım atıyordum bu sokaklarda.
Pencereler titrerdi ne zaman çığlıklarımı sustursam.
Hıncım, arnavut kaldırımları bozardı.
Geçemezdi oradan hayatın tutsakları.
Bir isyan kopardı içimde.
Cinayetler de eksik olmazdı.
Dizginleştirirdi onları yarım bırakılmış cümleler.
Büyük bir merakla gökyüzüne bakarlardı.
Acının vaazını veriyordu karanlığım.
İşte o an girdi kanıma yanmış pişmanlıklar.
Açamazdım gözlerimi istediğimce.
Kapıların ardına saklanırdı korkularım.
Yaşam koridorlarından geçerken bir aynaya baktığımda,
Başladılar, duvarlara çarpmaya o çürümüş kapılar.
Büyük bir kıyamet koptu aynaların karşısında.
Duvarları delemedi hiddetim, dengemi kaybettim.
Belki de yaşamaktır kendime olan en büyük ihanetim.
Kıramazdım zincirlerimi, kölesi olmuştum yalnızlığın.
Kulak verdim ağlamakta olan bir sese.
Getirdi beni tekrardan bu sahillere.
Bir taş aldım elime, fırlattım onu hislerime.
Döndüm arkamı, terk ettim bu cehennemi.
Yeni yerler keşfetmek ümidiyle değil,
Kendimi unutmak için uzaklaştım geçmişimden.
Bu yolculuğun, döngünün getireceği sevdalar,
Canımı fazlasıyla yakacaktı.
Lakin yine de pes etmeyecektim.
Çünkü ben bu yokluklarla beraber yaşıyordum.
Kabuslarımın baş kahramanı olan düşüncelerime,
Hükmedecektim eninde sonunda, özgürlük uğruna.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder