Zaman devam ettiği ve ölüm var olduğu sürece yazacağım. Bu süreç içerisinde geçmiş ve geleceğin etkileri bu satırlara kazınacak. Eğer ben yazıyorsam dizelerimde ruhumdan da bir parça vardır.
1 Mayıs 2019 Çarşamba
Vasiyet
Meçhul kaldırımlardan geçerken yanı başımdan belirsizlik,
Ne bir parça gerçek kaldı geriye ne de bir parça huzur.
Kaldırılmaz hikayelerin bol kıskaçlı noktalarından,
Gün doğumuna dek uzanan cümlelerinde büyük bir cinayet işlenirdi.
Gönlümün içi bir savaş alanı,
Ölümler fazla tıpkı zaferler gibi.
Haklı ölümlerdense haksız doğumları arzulardım oysaki.
Yaşamın ve hayalin merdivenlerinden çıkınca,
Biraz da olsa karanlığın esaretinden kurtulmak için kaybolunca,
Bir küfür gibi yere indiler o acımasız sözler gökyüzünden.
Bilirim nice çakıltaşları gezinecek o sararmış kağıtlarda.
Lakin hiçbir zaman,
Hiçbir değerli taş o elmas gibi kesemeyecek hislerimi.
Kırdılar onu benimle birlikte geçerken zaman.
Ne de güzel severmişim kör bir tilki misali.
Bir o kadar sinsi bir o kadar da zeki,
Fakat doğrular konusunda oldukça asi.
Yanlışların içinde boğularak ölmeye razıydım.
Çünkü bu diyarın noksan taş duvarlarına,
Durmaksızın naralarımı kazıyarak dökünce umutlarımı yerlere,
Basıp geçtiler üstünden ağlayan aşkların gözüne bile bakmıyorken.
Nice sessizliğin saatlerinde çığlıklar attı,
İçimde giderek eriyen, geçen her saniyede daha da tükenen,
Ayna zamanda kanlı iliklerimi kemiren çocuksu arzularım.
Bunca vakittir aynı sokaklardan geçti ruhum.
Farklı anıların birlikteliğinden doğan yeni şanslara,
Büyük bir hınçla ve sabırsızlıkla ihanet ettikten sonra,
Bir bayrak direği dikildi göğüs kafesime.
Kimsesiz ormanlardaki çoğul ümitsizliklerim,
Ebedi yalnızlığımın birer deliliydiler.
Öyle ki arzularsanız eğer ölümü,
Eğerseniz başınızı öne,
Gözlerimin içine bakın hiçbir söz söylemeden.
Ulvi ve nihai evrenler varken gözlerimde,
Kabuslardan fırlama kıyametler de bulunuyordu içlerinde.
Farkına varamazlardı tüm bu bitmek nedir bilmeyen işkencenin.
Bilmeceler yuvarlardım ağzımda, beklememi söylerlerdi.
Derken geçti çocukluğum, biraz daha kanadım.
Sustursam da kadehleri kanatan aklımı,
Koparsam da dilimi, kessem de bileklerimi,
Çözümü yoktu bu ahval vaziyetin ve de gerçeğin.
Yalnızca ama yalnızca bir ertelenişi vardı.
Sarf edilen emeklerin halıların altına saklanmasıyla,
Hayatın ve tanrının en büyük intikamcısı olma yeminini etmiştim.
Değişimin altında yatan türlü türlü sebepler,
Kendimize ettiğimiz en büyük ihanetmiş.
Bunu onların, onun ve kendi gözlerime baktığımda anladım ağlarken.
Mutluluğun ırkçılığını yaparken yenik insanlar,
Ateşe verecekken sakladıkları sözleri,
Bir kuyunun içinden bir yılan sırıttı.
Zehri en büyük kandırmacasıydı belki de.
Yetersiz gecelerin yürek burkan sevişmelerinden,
Arda kalan ufak bir öpücüğe benzerdi sevgim.
Her gün kırmızı cehennemlerden kaçarak,
Boynuna halatlar geçirdiğim iyi niyetim,
Böyle anlarda başlardı son kelimelerini kağıda dökmeye.
Aşkın ve yalnızlığın vasiyetlerinde geçerdi adım.
Son bir arzuyu yerine getirecekken,
Kendi saygımızdan ötürü,
Bir fırtına başladı tekrardan, yıkıldı her şey.
Ah, beni dinlememekte ısrarcı olan düşüm,
Güneş doğdu çoktan, açtım ister istemez gözlerimi.
Bir değil, birden çok çomak soktun varlığıma.
Oysaki yoktum ben hiçbir zaman.
Ne ağlamaktan gözleri şişmiş sahillerdeydim,
Ne de kederden yok olmuş pencere kenarlarında.
Pek bir şey kalmadı benden geriye.
Gelecek günlere itaat etmeye lüzum yok.
Şaşkın gecelerimin inanılmaz dakikalarında,
Bir kez daha bir sigara yaktım.
Yüreğimde söndürdüm, izmaritini ise hayata fırlattım.
Sürekli aynı şarkıların veda nakaratlarında,
İnkar ettim bunca zamandır kılıçtan geçirdiklerimi.
Kabullenişlerin infazlardan daha çok can yakıcı olduğunu,
Tek bir kelime dahi edemeyecek,
Kağıda tek bir cümle bile yazamayacak,
Hiçbir güzel günü hatırlayamayacak kadar,
Çaresiz bir şekilde kendimi öldürdükten sonra öğrendim.
Dilek dilemiyorum artık kendimden bile.
Yalnızca kör bir intihar var içimde.
Çan sesleri ise ölüm nedir bilmeden devam ediyor çalmaya.
Papazlar ve rahibeler geliyor ellerinde haçlarla.
Beni ve yalnızlığımı lanetliyorlar.
Vaktinde yanılgılarımı bile kabul etmemişken kara topraklar,
Sorarım sizlere beni ve değişimi nasıl kabul edecekler?
Cevaptan ziyade bu sualin çaresizliğine gizlenen,
Yüz kızartan ve insanı güldüren bu mevcudiyet,
Tanrıya karşı gerçekleştirilmiş büyük bir isyandı.
İstediğim kadar infaz edebilirdim benliğimi.
Ama hiçbir zaman cellat olamadım ben,
Hele ki bir dünya yok oluş içimde saklanıyorken.
Dilenebilecek özürlerin altında yatsa da bazı ihtimaller,
Manası yoktu bu kısır döngünün bir güç kaynağı olmanın.
Bir gün öldükten sonra tüm kuşlar,
Kanatları kırıldıktan sonra sevdaların,
Göreceksiniz sıvası dökülmüş bir tavanda sallanan cesedimi.
Ayaklarımın hemen altında bir mektup olacak.
Malum bir korkuyla okuduktan sonra onu,
Açın ellerinizi ve affedilmeyi dileyin.
Hiçlikten geldikten hemen sonra gönül zenginleşince,
Kendi mutluluğunuzun fakiri olacaksınız.
Olmayın!
Yaşam denilen üstü kirli tahta bir masada,
Yalnızlığımız alevlendikçe, naralar atmaya devam ettikçe,
Yalın bir sessizlik kaplayacak yüreğinizi.
Eğer dinlerseniz onu, devam edin acılar çekmeye.
Fakat hiçbir zaman o kutsal ormanlardan geçmeyin.
Var olması muhtemel sayılmayan hırslara yenik düşmüş,
Bir o kadar mahzun, bir o kadar da yaralı bedenlere,
Bir öpücük kondurdum ben.
Sonrasında ise isyan ettim gerçeğe,
Bir gün geri dönebilmek uğruna,
Yeniden sevebilmek adına.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder