30 Mayıs 2019 Perşembe

Var Olmak


Süregelmiş değişim lanetinin bir hikaye olduğunu söyleyen günlerin öğlen vakitlerinde,
Gözlerimden akarcasına yığılınca ölüm,
Büyük bir isyana öncülük etti bu son.
Zihnimin taşlı yollarında bocalayan sözcüklerim çıkamazdı dışarı.
Hiçbir şey anlatamadan, gösteremeden yitip giderdi insanlığım.
Mecburi vaziyetleri inkar ederdim tüm inandığım doğrularımla birlikte.
Sonu olmayan bir karanlıkta, elimde bir mum bile olmadan,
Adımlar atardım durmaksızın aynı acılar uğruna.
Yüreğimin daha ne kadar çok kanayacağını merak ederdim eskiden.
Şimdi ise düşünmek bile istemiyorum.
Umutlarım ve hayallerim yakıldılar bir varilin içindeki çalı çırpılarla.
Aynı sahillerde tarifi olması mümkün olmayan yalın bir tükeniş vardı içimde.
Alınan bazı kararlar sonrasında öğrenilen gerçekler ise,
Tüm bu işkencenin tadı tuzuydu.
Yüreğim acırdı eskiden severdim birçok şeyi yine de.
Pek inanmazdım bazı yoksulluklara ve savaşlara.
Benim de körlüğüm belki bunlar için geçerliydi.
Sardıktan sonra yüreğimi, zihnim acıtmaya başladı bu sefer.
Kanlı düşüncelerin yarattığı yıkımların arasında,
Bazı savaşlara atılıyordum hiçbir silah kuşanmadan yaşamak adına.
Mücadeleler ve zorluklar eksik olmayacaktı biliyorum.
Lakin toparladıktan sonra zihnimi, bilmediğim patikaları takip edince,
Benden çok uzakta olan rehberlere kulak verince,
Daha önce hiç hissetmediğim bir acı hissettim içimde.
Var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni.
Sarılamaz bu yaralar, kabuk da bağlamazlar.
Yalnızca beni tanır ve bilirler bir de bu isyanı.
Dünya'ya karşı değildir yalnızca öfkem,
Yaratıcısına da yarattıklarına da karşıdır.
Güneş doğar, güneş batar.
Ay göğe yükselir, gökten düşer.
Devam eder bu soluksuz işkence seremonisi.
Yorgunluklar ve acılar geliştirse de insanın kendisini,
Doğrulsa da düştüğü çukurlardan gökyüzüne,
Kaçamazdı hiçbir zaman aklındakilerden.
Kuvvetli bir arzu dolanıyor damarlarımda.
Yok etmekten ziyade yoğun bir yok oluş var içimde.
İnkar etsem bile bu ahval düzeni,
Bilirim bunu değiştiremem yalnızca ona itaat edebilirim.
İnsanların yüreklerini deşmek isteyen canavarlar,
Ve onları yüceltmek, korumak için mücadele eden savaşçılar,
Tüm bunların hepsi yalnızca aptal bir andan ibaret.
Çünkü var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni.
Mutluluklar uğruna vazgeçilince bazı gerçeklerden,
Elimizde açardı güzelliğin çiçekleri.
Koparıldı şimdi onların hepsi.
Yaşamın aktığı derelere sahip ormanlara ne zaman baksam,
Kıyamet görüyorum artık.
Kendi cennetimi yaratmaktan bahsederdim eskiden.
Bilmelisiniz ki sizler ve ben izin vermiyoruz buna.
Bunca vakittir aranılan anlamlar ve sebepler,
Şu an için karşıma çıkma niyetinde değiller.
Bekleyişlere lafım yok fakat,
Bu sabır gerektiren eylemi bir işkenceye dönüştürünce hayat,
Ne ben bekleyebilirdim artık ne de sizler beni tutabilirdiniz.
Düş ormanlarından geçtim her ağladığımda.
Dallar girdi bedenime, delip geçtiler hislerimi.
Bu bir sınav değildi oysaki,
Bu bir cezalandırma veya sadistlikti.
Öyle yalın bir yalnızlıktı ki bu,
Hiçbir şeye sahip olamamak,
Çığlıklar atamamak,
Konuşamamak, ağlayamamak,
Acıyı ve beraberinde özgürlüğü getiriyordu.
Kendi zincirlerimin yarattığı prangalar engelliyor ve saklıyor ayak bileklerimi,
Birkaç yalana daha inanmayayım, koşmayayım diye.
Yüreğim ve aklım hissedemiyor, yaratamıyor bir şeyleri.
Onlarca yazdığım ve anlattığım kayda değer varlıklar,
Anlaşılamadıktan, okunmadıktan sonra ne fayda?
Kendi zihnimdeki seslerle bir araya gelerek,
Karanlığımla bütünleşmek en büyük yalnızlıktır.
Ne yapmam gerektiğini bilemiyordum artık.
Korkularım ve kaygılarımla birlikte giriyordum yatağıma.
Her gece aynı tavanda, kapı arasında, pencere kenarında,
Aynı acı sarmalar ve boğardı her şeyimi.
Var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni.
Sevmek duygusu bir ihtimal.
Nefret ise imkansız.
Yalnızca ama yalnızca bir bağ söz konusu.
Tanrıya veya insanlara değil,
Yazmaya ve yok olmaya karşı bir bağ aynı zamanda bir zaaf.
Herkes aynı dili konuşuyordu ben hariç.
Kendi dilimi yarattım anlaşılamadım.
Duyguların dili olmaz dediler, duygularla yaşadım.
Sonra herkes duygusuz dediler, hissetmekle savaştım.
Sonunda fark ettim ki kendimden uzaklaştım.
Olacaksa eğer bazı şeyler şaşırtsın beni hayat.
Tüm bunalımlar bir kenara,
Ben devam edeceğim kanamaya,
Tekrardan yaşamaya değer bir şeyler bulmak adına.
Unutmaktır kendimi bazen en büyük arzum.
Lakin böyle bir zamanda ve durumda mümkünatı yoktur bunun.
Tekrardan kaybolur, kanar, ölür ve yeniden doğarım.
Sürekli bu döngünün içerisinde mahsur kalırım.
Çanlar çalıyor şimdi bir veda söz konusu.
Beynimdeki fırtınalar ve yüreğimde patlayan volkanlar,
Gidiyorlar değerli taşlarla şımartılmış yollarda.
Güller fırlatılıyor havaya.
Anlatsam bile onlara bu hikayeyi,
Katlanamazlar buna daha bitirmeden ilk cümleyi.
Kendi yarattığım evrenlerimde devam eder bu bitiriş.
Daha önce de dediğim gibi,
İnsanlar, mücadeleler, aşklar, duygular değil,
Var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni!

15 Mayıs 2019 Çarşamba

Deliler


Deliler girdi kanıma hiç beklemediğim bir anda,
Veya aklımın bağları mecburiyetten koparıldığında.
Bir hikaye asılırdı gördüğüm her darağacına.
Bir mühlet kendi haline bırakıldıktan sonra,
Çanlar çalardı son bir kez daha sevişebilmek adına.
Biliyorum nice varsayımlı gecelerin koynundan,
Ulu orta yerlere serilmiş acılar akardı.
Anlatılamaz duyguların mahkumu olunca,
Daha da çok delirdim yalnızlığımla.
Zaman denilen kavramın bir çözümden ziyade,
Bir işkence olduğunu bu zamanlarda anladım az da olsa.
Kendi içimde koruduğum, yücelttiğim doğrularım,
Mantığın ve yüreğin arasında gerçekleşen mücadelelerin sonrasında
İnfaz edildiler ruhsuz bir akşamda.
Deliler girdi kanıma hiç beklemediğim bir anda,
Veya aklımın bağları mecburiyetten koparıldığında.
Nice mevcudiyetler dans ediyor etrafımda bilirim.
Lakin nerede nefes alırsam alayım ben yalnızca ölebilirim.
Hem de öyle basit bir ölüm değil.
Var oluşun tohumlarına ihanet edercesine,
O puslu sokaklardan geçince,
Büyük bir intihara tanıklık ettim içimde.
Dökemediğim her gözyaşımda bil ki bir inkar var.
Olması gereken bazı şeyler için,
Olabilecek şeylerden vazgeçtik.
Bir baktım ki ardımda ve yanımda bir karanlık yaşamakta.
Işığın yokluğunun farkına varan hortlaklar,
Geziniyor sevda topraklarında, giriyorlar içeri.
Düşünmek belasının süregeldiği günlerden beri,
Her taraf aynı son, aynı kıyamet.
Deliler girdi kanıma hiç beklemediğim bir anda,
Veya aklımın bağları mecburiyetten koparıldığında.
Tekrardan bir his oluştu kanlı parmaklarımda.
Bir söz yankılandı kulaklarımda:
''Kabullenişler, infazlardan daha çok can yakıcıdır.
Belki de kendi cinayetim, bu kabullenişin bir infazıdır.''

Efsane


Doğmamışken daha yeryüzünün delileri,
Açmamışken henüz güneş gözlerini,
Bir karar verildi ve yankılandı karanlık balkonlarda.
Gözyaşları bütünleşememişti üstüne bastığım hayallerimle.
Sebepsiz ağır bir hava çöktü gökyüzünden yatak odama.
Devam ederdi tek düze yaşamın sümbülleri açmaya.
Eski halkın mağdur insanları bir efsaneden bahsederdi:
''Düşlerin ormanında bir tanrı varmış uzaklardan gelen.
Yaratmış nice düşünceleri.
Vesilesi olmuş ulvi değişimlerin.
Bir peygamberi varmış vaktinde ona itaat eden.
Her şeyini kaybetse dahi dua edermiş o ormanlarda.
İsyan sözcüğü inşa edilmemişti daha onun lügatında.
Derken bir gece ansızın bir kıyamet kopmuş.
İndirilmiş panjurlar, hapsedilmiş aşklar.
İşte o an çıkmış karşısına deliler bir gerçeği söylemişler ona.
Zihnine taht kuran inkarları ilk önce bir ipe asmış.
Beklemiş tüm gece ondan birkaç cümle duymayı.
Cümle alem güç de olsa inanırmış peygamberin aşkına.
Öyle bir duygular afetiymiş ki bu vaziyet,
Yalnızca peri masallarında gerçek olabilirmiş.
Deliler sarınca etrafını kimsesiz düşüncelerin,
Anlamış gerçeği, almış eline bir balta,
Başlamış onunla birlikte yarattığı ormanları yok etmeye.
Bu kıyametin ardından kimse anmamış bir daha peygamberin adını.''
Onlarca kum saati kırıldı eriyen yüreğimle birlikte.
Yüzyıllar ve nice şairler geçti bunun üstünden.
Deliler girdi kanıma, bendim o peygamber.
Kaybettim zamanımı belki de.
Şimdilerde ise yalnızlığın kılıcıyla canlarını alıyorum diğer tanrıların.
Diğer ormanları yok ediyorum içimdeki alevlerle.
En azından biliyorum artık neye benzediğimi.
Perdeyi sen koydun gözüme,
Deliler ise açtı isyan edercesine.
Doğruldum düştüğüm yerden gökyüzüne.
Tek bir gayem vardı artık ben hüküm sürecektim yeryüzüne.

Sorunsal


Yüksekliğin manasız korkuluklarına saplanınca,
Bir an için düşüncelerim arzuladı ölümü,
Diğer kalan zamanların tümündeyse ruhum.
Bir ağaç var karşımda,
Dalları kırık, yaprakları dökülmüş,
Hüzün tarafından her yeri taşlanmış,
Kökleri ise sıkıca tutunduğu topraktan koparılmış.
Yalnızlığın mahkemelerinde hakimin kim olduğu meçhulken,
Ağır ithamlarda bulundu yaşam benim adıma.
Hangi suçtan kaç yıl yatacağımı bilmezken,
Kanayan topraklarda kirlenirdi ayaklarım.
Yaşamak sorunsalından ziyade ölememek işkencesi,
Girerdi zihnimin karanlık sokaklarına.
Geri dönüş mümkün değildi tabii olarak.
Özler ve mumla arardım geçmiş zamanımı.
Pek bir güzelliğe sahip değildim belki lakin,
Ben de biriktirmiştim birkaç anıyı içimde.
Duyamazlar çünkü bağıramam.
Anlayamazlar çünkü anlatamam.
Yalnızca biraz bana bakarlar azıcık da yollarıma.
Biliyorum gelecek zamanın hortlağına dönüştüğümü.
Hiçbir yürek burkan sığınaklarda kalmamıştı mecalim.
Bir pes ediş söz konusuydu belki de.
Bir doğru değil, birden çok yanlış bulmuştum kendime.
Atmıştım hayatımın temelini onlarla.
Bir gece, mantığımın bir deprem misali bir yıkılışa sebebiyet vermesiyle,
Yeryüzünü öptü bütün sahip olduklarım, karardı gökyüzü.
O an anladım hiçbir şeye sahip olamadığımı.
Fazla bir isteğim yoktu kendimden.
Yine de başaramadım, anlatamadım kendimi.
Bir ok gibi saplandı sonrasında zihnimdekiler yüreğime.
Duyabiliyordum artık kraliçenin sesini.
Naif bir ses tonuyla nice yok oluşlardan bahsediyordu oysaki.
Gözlerine bakarak yığardım önüne içimdekileri.
Onlar korkarlardı belki fakat,
Kraliçe her daim yanımda olurdu.
Sadece yanımda değil,
Aklımda, avuçlarımda, yatağımda ve de hayatımda.
Ölü kurtlar uluyordu mahzun vadilerde ay tepedeyken.
Gönül bağlarını yırtardı gökteki, ben sevmeye devam ettikçe.
Bir dünya cinayet işlenir, savaşlar olurdu da içimde,
Hiçbirini vuramazdım onların yüzlerine.
Uzun zamandır yoktum ortalıklarda.
En son ne zaman hatırlamıştım var olduğumu bilmiyorum.
Fazla bekletmiştim tanrıyı belki de.
Bu yüzden sitem ediyordu kimsesizliğime.
Bunu bildiği halde bir şey söylemiyordu meleklere.
Perdeleri indirmek veya defteri kapatmak,
Bir ihtimal ki yapılabilecek en doğru şeydi.
Ama ne ip var ellerimde  ne de bir güç.
Ölmeyi bile beceremiyordum.
İşte bu vaziyet insanlığın beni normalleştirişine , yok edişine karşı,
Verilmiş büyük bir mücadele ufacık da bir sözdü.
Ne kadar çalsanız da benden beni,
Yok etmeye uğraşsanız da benliğimi,
İnkar edemezdiniz gerçekleri.
Durmadan bulduğunuz her kuyuya beni fırlattınız.
Farkında mısınız bilmiyorum da bu durum sizin hatanız.
Merak etmeyin küllerimden yeniden doğacağım.
Hepinizin kabusu ya da celladı olacağım.
Çünkü tükettiğiniz güzellikler, kanattığınız bedenler,
Sizin için tanrıdan gönderilmiş en büyük hediyeydi.
Ama siz bilemediniz bunun kıymetini.
Merak etmeyin atlattıktan sonra en yakıcı geceyi,
Gözlerime baktığınızda anlayacaksınız kıyametin geldiğini.
Çünkü ben gittiğim tüm diyarlarda,
Bazı hikayeler kazımıştım sizin akıllarınıza.

Ice Queen


Bir bahar akşamıydı.
Sesler puslu, pencereler kapalıydı.
Yeryüzündeki tüm doğrulara bile hakaret edecek kadar,
Büyük, aptal, çaresiz ve manasız körlük,
Sarıverdi tekrardan o nadide eseri.
Düzeltilebileceğine inandırılması için bu kusurun,
Nice uykulardan, zamanlardan vazgeçildi,
Umutlar öldü.
Lakin hiçbir zaman, lanet olası bir aralıkta dahi açılmadı gözler.
Devam ettiler fütursuzca onu kendi içine kapattırmaya.
Öyle ulvi bir körlüktü ki bu,
Tanrı gelse bile yanına,
Varlığını reddeder, onu bir uçuruma atardı.
Farkına varamazdı belki de onu tüketen şeyin.
Tüm kendine söylediğin,
Zorundaymışsın gibi aklına kazıdığın manasız hırsları bir kenara bırak.
Sorarım şimdi sana:
''Neden hala mutsuzsun?''
Kendi vereceğin kararın sonucundan o denli korkaksın ki,
Hiçbir acıya dayanamamaktan bahsediyorsun.
Zannedersin ki sen vazgeçilmezsin.
Ben ise karanlığın bir kölesiyim.
Birçok acıyı kendi kararlarımla yaşadım.
Vazgeçilmezliğine geleceksek eğer,
Öyle olduğunu düşünmen, benim sana öyle hissettirmemdendir.
Birçok ihanet ettiğin gerçeği sana anlatırsam,
Biliyorum ki hiçbirini kabul etmeyeceksin.
Hatta bana bile karşı gelecek, beni düşmanın belleyeceksin.
Aylar, yıllar geçecek lakin sen devam edeceksin gözlerini açmamaya.
Kendince en büyük acıyı yaşayıp,
Kapatsan da kendini odalara, yıkılsan da yerlere,
Farkına varamayacaksın.
Ta ki bir gün gerçekten cesaret edip,
Gözlerini sonsuzluğa açana dek.
Düşünürsün ki ben sana alındım, gücendim,
Benim bu sessizliğim, kinim dediklerinden değil,
Bitmek  nedir bilmeyen körlüğündendir.
Öyle bir noktaya geldim ki aslına bakarsan,
Sevgiden ziyade anlayış diliyorum senden veya tanrıdan.
Çünkü bu amansız cahilliğin yarattığı eksiklik,
Sensizlikten çok daha ağır basıyor.
Merak etme biliyorum kendi içinden geçirdiğin düşünceler, kelimeler,
Ve kendinden anlamsız bir gururla emin olarak,
Sana öyleymiş gibi gelen doğrularla beraber,
Benimle alakalı bazı atıflarda bulunacaksın.
Ve belki sinirden veya dalga geçme maksadıyla,
Ufak bir tebessüm eşlik edecek yüzüne.
İşte o an bir kez daha kanıtlamış olacaksın körlüğünü.
Merak etme tek gören ben değilim.
Başkaları da biliyor senin kör oluşunu.
Hatta sen bile bazen isyan ediyorsun kendi içinde.
Bu durumun sebebini bilmemekte ısrar ediyorsun.
Bu gibi vaziyetlerde benim yaptığım hatalar ise,
Yalnızca ama yalnızca iki taneydi:
Biri sana inanmaktı.
Diğeri ise senden bir şeyler beklemekti.
Bilmediğin hislerden ve durumlardan geçerek,
Tekrardan sorgulasan kendini, dürüst olsan,
Bu kadar fazla şey feda etmezdim senin uğruna.
Ne feda ettin diyecek olursan eğer,
Bilmelisin ki nice evrenler yarattım, gözyaşları döktüm, kendimi öldürdüm.
Diyebilirsin ben sana yapma demiştim diye lakin,
Yine de yapmak istedim çünkü sana inandım.
Sen ise kendini korkak bir kedi yavrusu gibi sığındın cahilliğine.
Sonunda diyebiliyorum artık onlar haklıymış, hem de başından beri.
Bunca durumu aşıp tekrardan düzeltebilirsin her şeyi oysaki.
Ama sende o cesaret nerede?
En iyisi devam et kendini acındırmaya  özünde.
Sana git demem, gelmeni isterim fakat çağırmam.
Çünkü bunlar artık boşuna emek.
Artık senin mücadele edip kendini kurtarman gerek.
Bense öteki diyarlarda, sen her ne kadar inanmasan da,
Her zamanki aynı adam olarak yazmaya ve yaşamaya devam edeceğim.
Eğer tüm bu dediklerimin sonrasında açmışsan gözlerini,
Sana senelerdir içimde sakladığım manasız gerçekleri söyleyeceğim.

Evren


Havada sallanan o paslı, bir o kadar da korkutucu,
Yalnızlığın şarkısını söyleyen zincirlerin esareti,
Ruhuma sıkı bir düğüm attılar dinlemezken içimi.
Ölümün hiçbir vakit bu kadar arzulanmamış olması,
Nice şairleri ve nice buruk adamları,
Delirtir ve onların yüzlerine birkaç resim çizerdi.
Kapılar benim için açılıyor biliyorum.
Uğultulu pencerelerden yansıyan korkularım,
Bu gibi fırtınalı ve sancılı akşamları,
Ulvi bir cenaze töreniyle sunuyorlar bana.
Özür dilemek tanrının pek de umurunda olmazdı.
Çünkü o gökteki bencil ihtiyar,
Baksaydı kendi yarattığı hazin sokaklara,
Ağlardı dizlerinin üstünde kendi yaptığı hatalara.
Yaradılışım belki de büyük bir kıyametti.
Şüphesiz ki yalnızlığın cehennemlerinde bir başımaydım.
Ne şeytan vardı yakınımda ne de zebaniler.
Sadece yalın bir ses vardı yokluktan gelen.
Kulak verdim ona daha önce hiç hissetmediğim,
Ani ve kuvvetli bir itiliş hissettim.
Bu durmaksızın yanmakta olan kayalar,
Ve içi alevlerle dolu çukurlar,
İstemiyorlardı beni ve karanlığımı.
Öldürmeye gücü yetmezdi canavarı savaşçının.
İstediği kadar dövse de kılıcını,
İstediği kadar savaş naralarıyla doldursa da havayı,
Yeterli gelemezdi hiçbir güç onu yere sermeye.
Tek başına üstesinden gelinebilecek bir vazife değildi bu.
Geçerse eğer zaman,
Yüzüme dahi bakmayan insanlar gibi yanımdan,
Yıpranarak, kaybolarak geçirilen değişim muhakkak,
Benim kendi cinayetim olacaktı.
Baktığım zaman sakince dünyaya,
Kendilerinden uzaklaşmış veya kendilerini öldürmüş olanlar,
Her geçen gün giderek daha da yok oluyorlar.
Oysaki yaşamın sürekli üstümüze boşalttığı hüzünler,
Var olması muhtemel bir sevgiyi doğuruyordu.
Buna kulak asmadan mahalle kenarlarındaki,
Yalnız mahluklara müstahaktı çürümek.
Ne kadar üzgün olsalar da,
Avuçlarında bile olan sevgiyi bulamadıktan sonra,
Sorarım sizlere tüm bu mücadele ne fayda?
Yaşadığımızı hissedemesek de bazen,
Kaldırın üstünüzden yağmur bulutlarını.
Çünkü bilmelisiniz ki,
Hiçbir zaman hak ettiğinizi bulamayacaksınız.
Bu yüzden yatakların altında ölmek yerine,
Gökyüzünde ve sahillerde verin son nefesinizi.
Duymuyor sizi tanrı, kendileri ebedi bir izleyişte.
İstediğiniz cinayeti işleyin kendi içinizde.
Hayat size bir şeyler getirmeyecek.
Bu yüzden ondan zorla bir şeyler almalısınız.
Ta ki bir gün,
Kendi evreninizin yaratıcısı olana dek.

Acı


Bir yağmur gibi yeryüzüne düşüyorken düşüncelerim,
Hangi toprağa basarsam basayım,
Hangi yalnızlığın delilerine bakarsam bakayım,
Durmak nedir bilmeden bir mücevher işlerdi yüreğime zaman.
Geleceğin kaygılarıyla birlikte,
Umutsuz bir kurtuluştan ziyade yok oluştan bahsederdi geçmiş.
Bitmek nedir bilmiyor içimdekilerin cenazesi.
Pencereden dışarı bakan çocuklar gibiyken,
Bir anda bir hapishane hücresinde buldum ben kendimi.
Ne bir delil vardı ellerinde ne de haklı bir gerekçe.
Yalın bir hata vardı var oluştan önce gelen.
Kendi hazinemi bulmak maksadıyla,
Şu ana dek sahip olduğum ne varsa,
Hepsini çalı çırpı gibi yaktım bir sobada.
Tek bir soru yankılanıyordu bu puslu tavan arası dünyada:
''Ölen kim?''
Ölüm kadar basit bir bitiriş veya yok oluş değildi,
Bu kimsesizliğin ahval cinayeti.
Daha çok bir döngüye benzerdi ruhumuzla bütünleşen.
Ne düşündüğüm önemli değildi bu aptal düzende.
Ne kadar insan olduğum da,
Ne kadar var olmaya çabaladığım da,
Önemli sayılmazdı onların yüzlerine bakarken.
Bilinmez mevsimlerin getirdiği gecelerde,
O bol kanlı yaşam mektubumu,
Bir başıma, bir muma doğrulttuktan sonra,
Devam ettim ben her geçen gün daha da kaybolmaya.
Zifiri karanlıkların olduğu labirentlerde doğsa bile güneş,
Hangi yoldan gitmem gerektiğini bilemeyecek kadar çaresiz,
Ve yarım bırakılmıştım düşüncesizler tarafından.
Öfke ve intihardan ziyade yalnızca ama yalnızca,
Saf bir acı vardı bir vakitler içimde.
Artık ise tükettiğim gözlerim yüzünden,
Hiçbir güzelliği fark edemiyordum.
Aklımın bu gibi durumlarda pası kalbime atmasıyla,
Daha da yükseldi şu güne dek okşadığım dalgalar.
Denizler bile sevemiyor artık yalnızlığımı.
İstedikleri kadar baksınlar bana.
Pek bir sorun teşkil etmez bana.
Çünkü yaşamdan önce sevgi başlardı lakin ben,
Hiçbir halının altında, duvarların arkasında, onların yüreklerinde,
Bulamıyorum o yüceliğin koruyucusu olan hissi.
Bu gibi akşamların yarattığı unutulmaya yüz tutmuş bir masalarda,
Yazıyorum kağıtlara yok oluşumu, biraz da olsa bunu taçlandırmak adına.
Aşkın kölesi olmuş olsam dahi,
Sabır en büyük erdem de olsa,
Ben artık yoruldum sevgilim.
Sen  dahil kimse değiştiremez, düzeltemez bu hatayı.
Bunca vakittir anlatıyor olsam bile kendini,
Çabalarım hayatın büyük tepkilerine maruz kalıp,
Senin inandığın ve sadık kaldığın gerçekler tarafından hiçe sayılınca,
Nasıl ve niçin çabalayacağımı bilmiyorum yaşamaya.
''Güzel bir gelecek için zor bir geçmiş gerekir.'' Yanılgısına,
Daha fazla inanıp kendimi kandırmak istemiyorum.
İçimde kopan fırtınaları hayatım boyunca,
Kendi içimde dizginleştirmeye itilişim,
İnsanların bana verdiği en büyük zarardır.
Katlanamazlar buna, düşünmek istemedikleri için onlar.
Tüm bu kıyametin içindeyken insanlar,
Ben yalnızca bir ateştim.
Karanlığımla yakarım onların canlarını, umutlarını, mutluluklarını.
Bu benim hatam değildi oysaki bu,
Bana dayatılan yaşama karşı verilmiş bir tepkiydi.
Değişim için adımlar da atsam tek başıma,
Ben bu zorlu yolları atlatamazdım yalnızlığımla!
Öncelikle elimden tutmalısınız benim.
Israr ediyorsam eğer hala,
Bir tokat atın yüzüme, gelirim ben kendime.
Gittikçe daha da eziyorken beni zaman,
Bir de ne göreyim çoktan cenaze haberim çoktan yayılmış etrafa.
Kendi kefenimi kendim diktim, hapsettim kendimi içine.
Sıkıca bir düğüm attım bir de.
Ardından ise yırttılar o bulutlar kadar ak olan kumaşı.
Ölmeme bile izin vermediler!
Devam ettim sürekli onların bir deneği olmaya.
Başımı kaldırdım ve isyan ettim onlara.
Derken geçti zaman, gözümün içine bile bakmadan.
Sürekli bir var olma maksadıyla yaratılan evrenlerime,
Meteorlar düşerdi uykuya sarıldığım her gece.
Bu gibi bir zorlanışa maruz kalmak istemiyorum ben!
Kendi perdelerimi bir bıçakla kesip,
Üstünde durmadan adımlar attığım sahnede,
Alkışlar ve güller yerine mutlulukların atılmasını istiyorum,
Ya da yüzüme bakılıp nice ölümlere ulaşmayı.
Her gün farkında olmasam da tükettiğim hayatımı,
Artık bir an önce sonlandırmak istiyorum.
Yeniden doğuşlara lüzum yok, toprakla bir bütün olsam kafi.
Gök gürültüleri de eksik olmasın  ki,
Dışarı çıkıp gelemesin kimse bu renksiz cenazeye.
Neler diyebileceğimi bilemeyecek kadar çaresizken içim,
Ben artık ne için devam edeyim kendimi anlatmaya?

Belirsiz


Şu ana dek hiçbir zaman bu kadar arzulanmamıştı yok olmak.
Acının kenar mahallelerinden geçerken içimi titreten,
O taş atılası pencerelerin ardındaki gözler,
Nereye gidersem gideyim hep beni izler.
Karartılmış bir balkon kenarından değse de bakışlarım,
Unutulamayan bir ana öncülük ederdi kalakalışlarım,.
Ben o yarım kalmış zaman diliminde bile,
Ulaştıramadım gözlerimi o evrenlerin içine.
Hayatın tadını doya doya alamadım o atmosferde.
Her şey yasaktı belki de bana.
Ya da büyük bir günah işlemiştim, kalmıştım bir başıma.
Çizgiler çekerdim asfalt yollara ruhumdan.
Hangi güzelliği veya var oluşu,
Kendimi tüketerek daha ne kadar süre yaşatacağım?
Yoktur bunun cevabı, olamaz da.
Sıvası dökülen duvar diplerinden,
En büyük gerçeğin ölmek olduğunu anladım ben.
Sürekli bir asker gibi mücadele de etsem zamanla,
Silahımı bırakıp terk etmek istiyorum, ne olursun beni anla.
İstemiyorum ben rıhtımları, dağları veya zamanı.
Bir iğne ile delersen aklımı,
Bir sel gibi alıp götürür düşüncelerim seni.
Karşımda bir koridor,
Hem de aynalı bir koridor!
Geçemem oradan, bakamam kendime.
Vaktinde taşlanmış bir ağaçtan yapılma,
Öteki tarafımda duran ahşap bir masaya yığılıp,
Bir daha geri dönmemek istiyorum.
Her sabah doğsa da güneş penceremde,
Yeterli değil hiçbir şey bu izbe tepelerde.
Keskin dikenlerle sarılmış kelepçeler bağladım bileklerime.
Paslı bir demir cevherinden tasma yaptım kendime.
Çığlıklar attım deliliğin tımarhanelerinde.
Korkuyorum biliyor musunuz?
Hem de nasıl korkuyorum!
Yıldırımdan korkan çocuklardan,
Ölümden kaçmayı isteyen yaşlılardan daha çok korkuyorum.
Başarısızlık değil bu vaziyet!
Yaşam denilen aptallık, sürekli olarak başa saran,
Kesik kesik görüntülere sahip bir kasete benzerdi.
İçkili gecelerin ardından yaşanan gündüzlerin,
Eski tadı veremeyecek olması,
Aşktan ve sevgiden kaçan,
Ondan ötürü yaşayamayacak olan bir adam ihtimalinden çok,
Hiçbir zaman o gezegene adım atamamış olmaktan korkuyorum.
Dişlerim gibi duygularım da titriyor.
Kırılsa da dişlerim,
Gitse de başımdan aklım,
Kalsam da bir başıma,
Delireceğim ben bu yokluğun getirdiği buruk sokaklarda.
Farz edelim ki hiçbir zaman denk gelmedim ben,
Hayatın bu amansız adalarında bir başına saklanan hazineye.
İşte o zaman daha çok arzulardım yok olmayı.
Söylenmemiş sözlerin altında yatan hislerde saklıydı,
Gelecekteki yaralı şairin meçhul yaşantısı.
İstanbul'un sokaklarında, o koca şehirden bile daha büyük olan,
Güçlü ve azap çektirici eksiklik,
Bir anda kesecek  boynumdaki şah damarımı hem de sebepsizce.
Söyle bana ne için beklersin?
Ne içindir ki devam eder yaşam şu pencerelerde?
Unutmayı öğretemedi hiçbir zaman bu ahval dünya!
Vursam da başımı duvarlara,
Kanatsam da ellerimi yumruklarımla,
Değişmeyecek bu içimi tüketen varlık yazgısı.
İnkar da etsem ben bu hayatı,
İndirecek bir gece ansızın hınçla kılıcını.
İstemiyorum aslına bakarsanız kaybolmayı ve yok edilmeyi.
Gerçi ne zaman bulmuşum ki ben kendimi?
Hazineyi bulduğumu zannederdim sadece,
Düşünmeyi ve hissetmeyi bir de!
İnce belli bir çay bardağından da kırılgandır yüreğim.
Yalvarırım sana taşlar fırlatma ona.
Sesini de yükseltme dayanamaz buna.
Güç veya mükemmellik nasıl seslenirsen seslen onlara.
Ele geçiremezler beni bunlara sahip olduktan sonra.
Düşünürüm her akşamki gibi.
Ne kadar da acizmişim bazen bir çocuk misali.
Ölümün uğradığı yatak başlıklarına baktığımda,
Anladım azrailin canımızı neden aldığını.
Bilmelisin ki biz ve bizim gibi olanlar,
En büyük zafere uyuyacakları zaman sahip olurlar.
Sevmiyor olsam bile uykuyu,
Belki de bazen tanrıya ayak uydurmak gerekiyordu.
Ayrıca bir ihtimal ki en büyük yıkılışlardan birisi de buydu.
Yokluğun aynalarından yansısa dahi gerçekler,
Yumarım ben gözümü, devam ederim ilerlemeye.
Ta ki bir gün,
Yolumu dahi unutup,
Kendime düşman olana dek.

1 Mayıs 2019 Çarşamba

Vasiyet


Meçhul kaldırımlardan geçerken yanı başımdan belirsizlik,
Ne bir parça gerçek kaldı geriye ne de bir parça huzur.
Kaldırılmaz hikayelerin bol kıskaçlı noktalarından,
Gün doğumuna dek uzanan cümlelerinde büyük bir cinayet işlenirdi.
Gönlümün içi bir savaş alanı,
Ölümler fazla tıpkı zaferler gibi.
Haklı ölümlerdense haksız doğumları arzulardım oysaki.
Yaşamın ve hayalin merdivenlerinden çıkınca,
Biraz da olsa karanlığın esaretinden kurtulmak için kaybolunca,
Bir küfür gibi yere indiler o acımasız sözler gökyüzünden.
Bilirim nice çakıltaşları gezinecek o sararmış kağıtlarda.
Lakin hiçbir zaman,
Hiçbir değerli taş o elmas gibi kesemeyecek hislerimi.
Kırdılar onu benimle birlikte geçerken zaman.
Ne de güzel severmişim kör bir tilki misali.
Bir o kadar sinsi bir o kadar da zeki,
Fakat doğrular konusunda oldukça asi.
Yanlışların içinde boğularak ölmeye razıydım.
Çünkü bu diyarın noksan taş duvarlarına,
Durmaksızın naralarımı kazıyarak dökünce umutlarımı yerlere,
Basıp geçtiler üstünden ağlayan aşkların gözüne bile bakmıyorken.
Nice sessizliğin saatlerinde çığlıklar attı,
İçimde giderek eriyen, geçen her saniyede daha da tükenen,
Ayna zamanda kanlı iliklerimi kemiren çocuksu arzularım.
Bunca vakittir aynı sokaklardan geçti ruhum.
Farklı anıların birlikteliğinden doğan yeni şanslara,
Büyük bir hınçla ve sabırsızlıkla ihanet ettikten sonra,
Bir bayrak direği dikildi göğüs kafesime.
Kimsesiz ormanlardaki çoğul ümitsizliklerim,
Ebedi yalnızlığımın birer deliliydiler.
Öyle ki arzularsanız eğer ölümü,
Eğerseniz başınızı öne,
Gözlerimin içine bakın hiçbir söz söylemeden.
Ulvi ve nihai evrenler varken gözlerimde,
Kabuslardan fırlama kıyametler de bulunuyordu içlerinde.
Farkına varamazlardı tüm bu bitmek nedir bilmeyen işkencenin.
Bilmeceler yuvarlardım ağzımda, beklememi söylerlerdi.
Derken geçti çocukluğum, biraz daha kanadım.
Sustursam da kadehleri kanatan aklımı,
Koparsam da dilimi, kessem de bileklerimi,
Çözümü yoktu bu ahval vaziyetin ve de gerçeğin.
Yalnızca ama yalnızca bir ertelenişi vardı.
Sarf edilen emeklerin halıların altına saklanmasıyla,
Hayatın ve tanrının en büyük intikamcısı olma yeminini etmiştim.
Değişimin altında yatan türlü türlü sebepler,
Kendimize ettiğimiz en büyük ihanetmiş.
Bunu onların, onun ve kendi gözlerime baktığımda anladım ağlarken.
Mutluluğun ırkçılığını yaparken yenik insanlar,
Ateşe verecekken sakladıkları sözleri,
Bir kuyunun içinden bir yılan sırıttı.
Zehri en büyük kandırmacasıydı belki de.
Yetersiz gecelerin yürek burkan sevişmelerinden,
Arda kalan ufak bir öpücüğe benzerdi sevgim.
Her gün kırmızı cehennemlerden kaçarak,
Boynuna halatlar geçirdiğim iyi niyetim,
Böyle anlarda başlardı son kelimelerini kağıda dökmeye.
Aşkın ve yalnızlığın vasiyetlerinde geçerdi adım.
Son bir arzuyu yerine getirecekken,
Kendi saygımızdan ötürü,
Bir fırtına başladı tekrardan, yıkıldı her şey.
Ah, beni dinlememekte ısrarcı olan düşüm,
Güneş doğdu çoktan, açtım ister istemez gözlerimi.
Bir değil, birden çok çomak soktun varlığıma.
Oysaki yoktum ben hiçbir zaman.
Ne ağlamaktan gözleri şişmiş sahillerdeydim,
Ne de kederden yok olmuş pencere kenarlarında.
Pek bir şey kalmadı benden geriye.
Gelecek günlere itaat etmeye lüzum yok.
Şaşkın gecelerimin inanılmaz dakikalarında,
Bir kez daha bir sigara yaktım.
Yüreğimde söndürdüm, izmaritini ise hayata fırlattım.
Sürekli aynı şarkıların veda nakaratlarında,
İnkar ettim bunca zamandır kılıçtan geçirdiklerimi.
Kabullenişlerin infazlardan daha çok can yakıcı olduğunu,
Tek bir kelime dahi edemeyecek,
Kağıda tek bir cümle bile yazamayacak,
Hiçbir güzel günü hatırlayamayacak kadar,
Çaresiz bir şekilde kendimi öldürdükten sonra öğrendim.
Dilek dilemiyorum artık kendimden bile.
Yalnızca kör bir intihar var içimde.
Çan sesleri ise ölüm nedir bilmeden devam ediyor çalmaya.
Papazlar ve rahibeler geliyor ellerinde haçlarla.
Beni ve yalnızlığımı lanetliyorlar.
Vaktinde yanılgılarımı bile kabul etmemişken kara topraklar,
Sorarım sizlere beni ve değişimi nasıl kabul edecekler?
Cevaptan ziyade bu sualin çaresizliğine gizlenen,
Yüz kızartan ve insanı güldüren bu mevcudiyet,
Tanrıya karşı gerçekleştirilmiş büyük bir isyandı.
İstediğim kadar infaz edebilirdim benliğimi.
Ama hiçbir zaman cellat olamadım ben,
Hele ki bir dünya yok oluş içimde saklanıyorken.
Dilenebilecek özürlerin altında yatsa da bazı ihtimaller,
Manası yoktu bu kısır döngünün bir güç kaynağı olmanın.
Bir gün öldükten sonra tüm kuşlar,
Kanatları kırıldıktan sonra sevdaların,
Göreceksiniz sıvası dökülmüş bir tavanda sallanan cesedimi.
Ayaklarımın hemen altında bir mektup olacak.
Malum bir korkuyla okuduktan sonra onu,
Açın ellerinizi ve affedilmeyi dileyin.
Hiçlikten geldikten hemen sonra gönül zenginleşince,
Kendi mutluluğunuzun fakiri olacaksınız.
Olmayın!
Yaşam denilen üstü kirli tahta bir masada,
Yalnızlığımız alevlendikçe, naralar atmaya devam ettikçe,
Yalın bir sessizlik kaplayacak yüreğinizi.
Eğer dinlerseniz onu, devam edin acılar çekmeye.
Fakat hiçbir zaman o kutsal ormanlardan geçmeyin.
Var olması muhtemel sayılmayan hırslara yenik düşmüş,
Bir o kadar mahzun, bir o kadar da yaralı bedenlere,
Bir öpücük kondurdum ben.
Sonrasında ise isyan ettim gerçeğe,
Bir gün geri dönebilmek uğruna,
Yeniden sevebilmek adına.