28 Mart 2019 Perşembe

Tanrım


Akıp gidiyorken ömrüm gecelerin koynundan,
Bir pencere açtım sarkıttım hayallerimi.
Kendini bilmez bir halat sarmalardı boynumu.
Kursağımda kalırdı tadamadığım duygularım.
Ne diyeceğini bilmeyen bir adam haliyle,
Veda ettim geçmişteki benliğime.
Derin, bir o kadar da karanlık sokaklarda,
Durmadan yürüdüm yaşayabilmek umuduyla.
Ölüyorum ben giderek şu duvarların ardında.
Haykırsam da başını yerden kaldırmayanlara,
Duyamazdı sesimi hiç kimse canavardan başka.
Öyle bir zaman diliminde var olmuştu ki düşüncelerim,
Nerede ağlarsam ağlayayım, bitmek bilmezdi gecelerim.
Uykudan ve umuttan ırak ölümün şafaklarında,
Yaşadım onların bakmaktan korktuğu yok oluşları.
Teker teker ziyaret ettim dizimi kanatan sahilleri.
Hey tanrım!
Neden görmek istemezsin bu adamın halini?
Kaderciliğe lüzum yok, bir tokat atsan yeter bana.
Manasız yollarda bir başıma adım atmaktan bıktım.
Daha ne kadar süre devam edecek bu yokluğun cenazesi?
Günler, haftalar, aylar derken bir de ne göreyim?
Nefes tüketip kendisini ölüme daha da yaklaştırmaktan,
Başka hiçbir şey yapmamış aydınlıkta içim.
Süreksiz bir halde mücadele edişlerden sonra,
Bir bayrak dalgalanıverdi yaralı göklerde.
Tüketilen umutlar yeterli gelemezdi elbette.
Ben ki balyoz darbeleriyle daha da güçlenmiş,
Onlar ki gözlerini kapattıklarında aniden ruhlarını terk etmiş,
Kısa süreli, kullan at hesabı birer yalnızlık yolcularıdır.
Bir rehbere sahip değildi kesilmiş aklım.
Bir de ne göreyim, kimseye bir anlam ifade edememiş varlığım.
Aynı zamanda buralardan kaçmak istemiş duygularım.
Ayrıca kulak tırmalayan naraların yaratıcısıydım.
Bilemezdi kimse uykunun hangi saatlerden geçtiğini.
Güneş doğsa bile bu solmuş günlerde,
Pek bir anlam ifade edemezdi mücadele etmedikten sonra sevgiyle.
Kalakalışların yarattığı dikenli patikalardan,
Bir başına yalınayak koşandır çocukluğum değerini bilmediğim.
Vazgeçişlerden ziyade ipleri akıp geçene teslim etmek,
Belki de insanoğlunun ettiği en haklı isyandır.
Dinleyin, duyacaksınız sesini buruk bir gece vakti.
Durmaksızın yeni hikayelerden bahseder kendisi.
Meleklere veya şeytanlara aldırmadan,
Avuçlarında cenneti ve cehennemi saklayan,
Arafta sürünen bir yılandan farksız adam,
Kalktı ayağa bir taş fırlattı yıldırımlı dağlara.
Üstüme geldikçe geldi sakladıklarım.
Nice kapaklar kapattım, nice çiviler çaktım üstüne.
Yerle gök arasında büyük bir serzenişe,
Maruz kaldı tanrı düşüyorken yeryüzüne.
Çayırlara aldırmadan büyük bir hınçla atlayacakken üstüne,
Büyük bir ışık sardı dört bir yanımı, açamadım gözlerimi.
Bir veda değildi bu vaziyet, yalnızca bir kaçıştı, ertelenişti.
Çünkü ben yok ettikten sonra sevinçlerimi,
Terk ettikten sonra kendimi,
Buldum kırık kaldırımlarda bir yıl dönümü hediyesi.
Bir kelebek vardı üstünde, bir de not:
''İstediğin kadar teslim et kendini karanlığa.
Sahip olamadıktan sonra bir aydınlığa,
Mecbursun yokluğun kölesi olmaya!''
Ah tanrım, bilmezsin ki ben,
Var olmamış diyarlar yarattım.
Kaybolmuşları tanıdım, sonrasında ise onları kucakladım.
Lakin hiçbir zaman aydınlığı ne buldum ne de yarattım.
Yalnızca başa sarıp durdu karanlığım.
Her zaman tüketti beni hayatım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder