Zaman devam ettiği ve ölüm var olduğu sürece yazacağım. Bu süreç içerisinde geçmiş ve geleceğin etkileri bu satırlara kazınacak. Eğer ben yazıyorsam dizelerimde ruhumdan da bir parça vardır.
13 Mart 2019 Çarşamba
Kıyamet
Kara kutuların ardından fısıltılarla çağırıyor beni ölüm.
Parkelerinde son gülüş lekeleri,
Perdelerinde ise bardaktan bir anda dökülerek,
Önce elimizi sonra düşlerimizi kirleten,
Sek içilmek için yapılmış tek düze gerçekler bulunurdu.
Süzülerek ulaşamazdı o boşluğun,
Bitmek nedir bilmeyen manasız sahnelerine gözyaşlarım.
Beyaz perdelerin vazgeçilmez oyuncusuydu duygularım.
En çok gişeyi ise aklımdakiler yapıyordu.
Bir his bıraktım kağıttan bir geminin içine.
Boyadım onu umutlarımla, gönderdim onu yeni güzelliklere.
Acımasız girdaplara yakalandı, indirdi yelkenlerini.
Bakamadım ona, yumdum gözümü, vurdum kendimi zincirlere.
Öyle aptalca ve sinir bozucuydu ki bencilliğin alevleri,
Yok etmek ve susturmak için onları koymayacaktım ardıma elimden geleni.
Bir yaz gecesiydi kaderimi manasızlığa teslim ettiğimde.
Ağladım ardından denizleri taşırana dek.
Kıyılara vurdu balıklar çığlıklarla.
Aldım elime taştan bir mızrak sapladım kafalarına.
Bastım üstlerine, gömüldükçe gömüldüler karanlığa.
Çıktı yeryüzünden gökyüzüne aynalar aniden.
Yansıttım tüm diyarlara içimdeki korkuları ben.
Dikenli sarmaşıkların kucakladığı apartmanlardan,
Koşarcasına çıkardı o başıbozuk acemiler.
Hiçbir zaman açmamışlardı gözlerini karanlıkta.
Fırtınalı bir gecede ayıcığına korkuyla sarılan bir çocuk misali,
Öylesine çaresizlerdi ki,
Ağır gökyüzünün noksanlığından bir kılıç inse,
Sonrasında saplansa başlarına,
Kıllarını dahi kıpırdatamazlardı o sokak arasında.
Süreksizliğin getirdiği mutlak idam çağrılarında,
Şu ana dek atılmış en sıkı düğümle bileklerimde,
Çıkardım yavaş yavaş bu ölümün merdivenlerinde.
İnfaz edilmezdi sadece bedenim.
Çocukluğum da okşardı kara toprağı içimdekiler de.
Yağdıkça yağdı yağmurlar.
Kestikçe kestiler ümitlerini sevdalar.
İsimsiz bir mezar taşı dikildi üstüme.
Uğramazdı kimse yeni yatağıma.
Ne bir solucan ne de bir insan...
Kuş cıvıltılarından mahrum bırakılmıştı ağaçlar.
Bundan dolayı olsa gerek ki eğdiler başlarını.
Dokundular bedenime, birkaç tohum ektiler göğüs kafesime.
Sonsuz bir yaşama meydan okurcasına,
Herkes bu diyarları terk ettiği vakit,
Delip geçti gök kubbeyi acılı bir kesit.
Ellerinde megafonlarla seslenirdi bana deliliğin tutucuları.
Hakaret ederdim bağlarıma, uzaklaşırlardı benden.
Ne bir parça cinayet delili kalırdı geriye,
Ne de bir miktar yitip giden öfke.
Vurdukça vurdum kazmamı dağlara.
Zannederken cevherler bulup zengin olacağımı,
Her şeyimi heba ettim ben, kimse yanımda yokken.
Kendi içimdeki duvarları aşmış olsam dahi,
Yeterli gelmeyecekti bu sessizliğin sevinçleri.
Özürler de dilesem, yazılar da yazsam,
Dönüp dolaşıp gelsek de aynı yere,
Devam edecekti her zaman içimdekiler ölmeye.
Sustursam da beni deli eden çığlıkları,
Ele geçirirlerdi bedenimi usulca geceleri.
Kazırdım tırnaklarımla yokluğun duvarlarını.
Başımı koyduğum yastığın altında,
Nice kıyametler gizliydi bilmezdi kimse.
Gideyim gerekirse şurada yanan ölümün tepelerine.
Kül olsun gerekirse vücudum, devam ederim yürümeye.
Vazgeçmem var olmaktan hiçbir zaman.
Çünkü yalnızca bendim bu kıyametten sağ kalan.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder