8 Mart 2019 Cuma

İp


Kalakalışların içimdekileri sahil kenarlarına fırlattığı bir andan,
Hayal boğumlarının içine girmekten ibaretti zaman.
Aynı dalgalarda geçmişin izleri belirirdi aniden.
Bir miktar ölümü yaktıktan sonra,
Peşi sıra gelecek olan hisleri kül olana dek,
İzlemeye benzerdi bu alkışlardan yoksun yaşamak.
Cilveli bir işten ziyade,
Dilek ağaçlarına bir tutam ömür bağlamaktan farksızdı aşk.
Ölümün yelleri sallardı içimde birikenleri.
Yerlere düşerlerdi büyük bir fırtınayı beraberinde getirerek.
Nereye gitsem, nereye baksam,
Nerede kopartsam canımdan birkaç parçayı,
Bitmek nedir bilmezdi bu kayboluşun gün batımları.
Kırdığım şişelerin altına bir böcek gibi saklanırdı.
Sonrasında ise ruhumdan bir parça çalardı geçmiş.
Ne demek gerekirdi bu anlamdışı bir şeysizliğe?
Tüm cevapları saklamıştı benden densizin teki.
İstediğim kadar gideyim öteki diyarlara.
Kazayım yerin altından durmadan bana bakanları.
Bulamazdım hiçbir yanıt, elim boş dönerdim zihnimin derinliklerine.
İskele demirlerine yuva yapardı zamanın tutsakları.
En büyük acıyı duyardım onların yere sürten paslı prangalarından.
Zincirli bir esaretin altında çürümektense,
Sonsuzluğa inanıp verirlerdi son nefeslerini,
O meyus bir o kadar da yaralı yalnızlığın delileri.
Bir olta alırdım elime kullanmasını hiç bilmediğim.
Yeni, kanımı donduran maceralar çalardım oralardan.
Bir balık tutulurdu ağlarıma.
Bakardım onun masumane gözlerinin içine.
Geri salardım sonra onu ümitlerimle birlikte.
Daha kaç medcezir gerekirdi bu iskelenin yıkılması için?
Bilemezdi kimse, eğerlerdi başlarını.
Bir şarkı takılırdı sonra ağızlarına.
Gece gündüz, ölü diri demeden bir cenazeden bahsederlerdi.
Ziyaretler gerçekleştirilirdi yarım kalmışlığın zihinlerinde.
Gün ışığı saklandığında bizim olanlardan,
Bir çakmak bulup yakardık gerçekleri.
Takip ederdik sonra nereye gittiğini,
Hiç düşünmeden o eskimiş hayalleri.
Birçok kez eğdim başımı ben,
En büyük cezamın ben olduğunu bilmeden.
Soğuk parmaklıklarda buldum ben hislerimi.
Bir şişenin içine hapsetmiştim son nefesimi.
Azrailin elinde değildi artık ölüm kalım dengesi.
Zihnimizde, aklımızda oluştuktan sonra fikirler,
Geç de olsa anladık esas suçlunun kim olduğunu.
Şu kumlardaki ayak izlerim midir benim çocukluğum?
Yoksa öteki tarafta gözyaşı döken dalgalar mıdır?
İstediği kadar kaçsın benden güneş.
Kendi karanlığımda yaşamayı çoktan öğrendim ben!
Kapıyı çalmadan giren olursa zihnime,
En büyük cezayı vermiştir kendisine.
Ölü tahayyüllü gecelerin bağırlarına bastığı sevdalardan,
Arda kalan kül lekelerinde saklanırdı düşüncelerim.
Bağladığım tüm arzular kesildiler kör bir bahçıvan tarafından.
Budandı sonra hayatım, daha da alevlendi korkularım.
Büyük bir hiddetle kalktım ayağa.
Gürledikçe gürledi yıldırımlar.
Ağladıkça ağladı bulutlar.
Sel olup giderdi fikirlerim.
Yoksulluk doldururdu içimi devamında ise günlerimi.
Ah, böyle bir kalakalışlık benzemezdi diğerlerine.
Ne kadar çok yaşayıp tanısam da duyguları,
Bir çırpıda infaz ederdi yokluğun kalakalışları.
Yansırdım sonra öteki pencerelerden.
Ansızın cevaplar bulmak içindi senin gözlerinden,
Ya da içimi ısıtan ellerinden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder