Akıtılmış duyguların kanatırcasına kırdığı bardaklardan,
Şiddeti ve öldürme isteği ile dolup taşmış,
Hangi sabahın akşamından kaldığını bilemeyen,
Öyle bir volkandı ki,
Ona bakanların gözlerini bir bakış,
Veya ağızdan çıkmayı bekleyen sözlerle,
Kendi vücudunu kazırdı tırnaklarıyla içimdeki öfke.
Ağır bastığı zaman çaresizlik hayattan,
Duvarları geç, dağlar bile koyulsa önüne,
Bir yolunu bulup başlardı bir şeyleri yok etmeye bu amansız
öfke.
İhtimaller, sorular ve bekleyişlerin,
Kafamda mantığıma karşı bir savaş vermesi sonucu,
Nereden nereye gittiğimi bile umursamadan,
Başladım bu çürümüş diyarların sokaklarında adımlar atmaya.
Hayatın gizi yalnızca bununla sınırlı değildi elbette.
Var gücümle boynuma sarılmış halatları çözmüş,
Mutlu olmak ümidiyle başlanılan günlere bakmış,
Ardından ise yalnızlığın arsız canavarına dönüşmüştüm.
Sizler ki bu cümleleri okuduktan sonra,
Hiçbir şey düşünemeyen veya düşünmek istemeyen,
Hayatın ve bu düzenin aptal mahlukatlarısınız.
Böyle bir oyunda bana verilmiş rol ise,
İnsanlığa verilmiş, belki de sınırları en çok zorlayan,
İstediğim odada gözyaşı döksem de defterlere bir kelime dahi
eklenemeyen,
İnsanın aklını yok etmek istediği bir düşünen adam olmaktı.
Nice diyarlar da yaratsam kafamda,
Nice zorlukların olduğu topraklara ayak da bassam,
Kimseciklerin penceresinin dışından bakmadığı anlarda etrafa,
Kesip atmayı arzulardım hayatın bu arsızlığını.
Dil de döksem, tükürsem de yerlere,
Kimse sahip olamazdı yalnızlığın deliliğine.
Hapishane koğuşlarını, gençliğimi çürüten sahilleri,
demirlerini yüreğime saplayan balkonları,
Kazısam da bu sararmaya yüz tutmuş kağıtlara,
Devam edecektim her geçen gün yok olmaya.
Büyük bir düzenin içerisinde yalnızlığı tercih ediyor olmak,
Farkında olmasa da tanrının bir hatasıydı.
Ben ki ve benim gibi olanlar ki,
Bu ölüm kalım senaryosuna başkaldırdığımızda,
Hayatı yaşayamayan yalnızlar olarak adlandırıldık.
Bilmezler ki bizler,
Yaşadığımız hayatı,
Manasız toprakların üstünde tüketmektense,
Kendi içimizdekilerle ölümsüzleştirdik.
Ömrüm yetmezdi belki de ne olduğumu anlamaya lakin,
Kaçtığım uykuların gecelerinde şiirler yazmaya yeterdi.
Dinleyin, gökyüzünde bir adam ağlıyor!
Gözlerini her ovuşturduğunda bulutlar çığlık atıyor.
Korkmuyorsanız gerçeklerden,
Sokmayın başınızı bir çatının altına!
Ölüm öpecek olsa da sizi,
Devam edin kendinizle sevişmeye.
Çünkü yaşam,
Aksi takdirde devam edecek bizi öldürmeye!
Kanatları azrail tarafından kesilmiş kuşlar,
Şakıyarak anlatırdı kraliçenin güzelliğini.
Ah, benim uykularımı kucaklayan kraliçem!
Ne zaman tutacaksın elimden?
Nerede bir buse konduracaksın bana?
Bu üstüne başımı koyduğum yastıklar,
Boğazlıyor artık beni her akşam.
Doğmaz güneşlere bağlasam da varlığımı,
Umurumda değildi artık duygularımın neyden yapıldığı.
Belki de bu ıslak kavşakların keskin dönüşlerinde,
Bir kaza yaratmak gerekirdi tanrının gözü önünde.
Cehennem veya cennet anlamsız gelirdi bugünlerde.
Çünkü bize zorla dayatılan yaşamak eylemi veya işkencesi,
Var olmamış tüm sonsuz yaşam diyarlarını yanında getirirdi.
Özür diliyorum kendi yalnızlığımdan!
Çünkü bendim kimsesizliğin buruk akşamlarından,
Sana ihanet ederek, seni tüketerek, kanayarak ayağa kalkan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder