Zaman devam ettiği ve ölüm var olduğu sürece yazacağım. Bu süreç içerisinde geçmiş ve geleceğin etkileri bu satırlara kazınacak. Eğer ben yazıyorsam dizelerimde ruhumdan da bir parça vardır.
3 Mart 2019 Pazar
Bağ
Giderek ruhumu terk eden korkuların şafağında,
Arda kalan acımasız gün doğumlarında bir ağaca bağladım sevgimi.
Çakıl taşlarının eksik olmadığı tenha yollarda,
Çocukluğumda bisiklet sürmeyi yeni yeni öğrenmiş gibi,
Büyük bir belirsizliğin ve akla dahi gelmeyen düşüncelerin,
Bitmek nedir bilmeyen perde aralarından süzülerek,
Aniden, kimse bunun farkında bile değilken gelen,
Bağlarını koparmış bir aşk biterdi yanımda.
Uzaklardan kimsenin göremediği öteki yıldızlardan kopma,
Yalın bir acı çökerdi yeryüzüne yalnızlığın akşamlarında.
Koşarak giderdim balkon kapılarına.
Açamadığım vakitlerde ise kırardım camlarını.
Bir emir gelirdi göklerden:
‘’Şiirlerinle seviş,
Çünkü en büyük kıyamettir bu süreksiz bekleyiş.’’
Bir mıh gibi tutardım anılarımı aklımda belki de.
Lakin bir sorun teşkil etmezdi senden yoksun özgürlüklerde.
Sadece durgun geçen kumsallardaki günlerin,
Bir kibrit gibi beni yakıp aşkın fitilini ateşlemekti,
Bu bitmek nedir bilmeyen sevginin değeri ve bendeki önemi.
Hissedemezdim müziğin bol olduğu anlarda bazen ellerimi.
Uygarlıkların geçmişlerini kilden tabletlere kazıması gibi,
Kazıdım aklımın duvarlarına senin güzelliğini.
Karşı gelirdim belki de bu akıp geçen zamana.
Komodinin üstünde duran ömür sayaçlarını,
Hatta aşk tutamaçlarını fırlatırdım yerlere.
Acı çekerdi ciğerlerim, kanlar akardı göğüs kafesimden.
Yalvarırdım azraile beni biraz daha beklemesi için.
Yokluğun terzilerine diktirdiğim kefenlerimi,
Bir kurtuluş mücadelesi maksadıyla yırtardım.
Yabani gerçeklerin yarattığı hayatta kalma mücadelesi,
Veyahut yaşamın aktığı derelerden geçen sevgi tekneleri,
Benzerdi yaşamım boyunca var olan bu sonu meçhul zenginliğe.
Bir ukte gibi kalırdı anlatamadıklarım içimde.
Denizlerin köpürürdü üstleri.
Naralarım delip geçerdi gökleri.
Hapishanemin bükülürdü demirleri.
Kapılarımın kırılırdı kilitleri.
Şansımı denerdim yerlerden topladığım geleceğimle.
Kiremit çatıların köşelerinden akardı düşlerim.
Hangi karanlığın koynunda olursam olayım ben sana gelirim,
Kırık camlı sokak aralarındaki yollara aldırmadan.
İnsan kendisini kaç kez kaybedip bulabiliyorsa kendisini,
Seni hissederek yazdığım yazılarda bulurdum ben de kendimi,
Aynı zamanda pencere kenarlarına saklanmış neşemi.
Aklından geçen ya da dudaklarının arasından çıkmayı bekleyen,
Kelimeler belirlerdi bu türettiğim tercümelerin değerini.
Şimşeklerin var güçleriyle göğü inlettiği vakitler,
Alıkoyardım kendimi uykudan, sarılırdım kalemime.
Yeni bir hikaye anlatmaya başlardım senden ilhamlar aldığım.
İster kabul et,
Bütünleş yarattığım şiirlerimle.
Ya da reddet,
Ve devam et var olmaya içimdekilerle.
Satır aralarından, büyük bir meydan muharebesinden kaçan,
Sivillere benzeyerek kaçıp döküldü kelimeler yerlere.
Sanıldığı üzere kirlenmedi evim aksine temizlendi.
Bir kahve yapardı bekçiler sana hoşgeldin hesabı.
Ya da bir kadeh şarap ikram ederlerdi aşk kırmızısı.
İşlemelerin rüyalardan çalınarak hayat bulduğu,
Bir gizemi içinde barındıran kırık bir sandıkta saklıydı bu sevinç.
Ne kadar tutsak kalsam da bu hücrelerde,
Af çıkmasını bekleyen boynu bükük mahkumlar gibi,
Çaresizlikten ziyade sevdiğim için üretecektim tezgahlarda hayallerimi.
Hediye olarak gönderecektim onları sana yeraltından.
Koğuşların, vanaları paslanmış su borularının ıslattığı,
Köşe duvar kenarlarındaki hayal katillerine,
Sıkı sarılmış bir kağıdın içine saklayarak satsam bile,
Unutma ki sevgi paylaşılarak yok olmazdı.
Aksine onu yaşatmadıktan ve saçmadıktan sonra etrafa,
Yok olup giderdi kederli anların avuçlarında.
Vedalara aldırmayan bir adam görünümünde olsam da,
Hiçbir şeyi unutmazdım karanlığın kol gezdiği akşamlarda.
Kabuslar veya kulaklarını tıkamış hortlaklar korkutursa seni,
Geç denizin karşısına ve sarıl kollarınla sahip olduklarına.
Ardına bakmadan yürüdüğün sokakların,
An gelince kaç tane evin kaç penceresi olduğunu,
İster istemez hesap edince,
Anlayacaksın farkında bile olmadan yıpranarak değiştiğinin.
Geç kalınmazdı ölümden korkmayan hiçbir insan için.
Mesela okumakta olduğun yazının sahibi için,
Bir anlam ifade etmezdi ortada bir hazine olduktan sonra.
Kıyılara vurduktan sonra gemilerim,
Elime alırdım büyükçe bir kürek.
Bıkmadan, usanmadan kazardım durmaksızın tüm toprakları.
İşgale uğramış yerliler gibi,
Korkusuzluğun sonucu ucunu sivrilttiğim mızrağımı,
Saplardım o kendilerince mantıklı olan aptallara.
Böyle bir yaşanmışlığa veya bitmek nedir bilmeyen savaşlara,
Benzerdi başımı çevirdiğim her yerde seni hatırlamak.
Eşlik ederdi gözümün önünde belirenlere mutluluğun cıvıltıları,
Aynı zamanda ayaklarımın ucundaki dalgaların şarkıları.
Vurdumduymaz bir orkestranın içinden ortaya çıkma,
Anlaşılması güç fırtınalara ev sahipliği yapan,
O el değmemiş, yalnız bırakılmış nota melekleri,
Fısıldardı kulaklarıma senin söylediğin şarkıları.
Merdivenler uzanırdı gökyüzüne doğru.
Azrailden rica ettiğim zamanım dolmuştu artık.
Bu sefer çöktüm dizlerimin üstüne, yalvardım göktekine:
‘’Yüzünü kara çıkarmayacağım yalnız adam.
Çünkü ben senin beni unuttuğun diyarları aşıp,
Yeniden tutundum hayata beni hala yakıyor olmasına rağmen.’’
Aksi takdirde giderek ruhumu terk eden korkuların şafağından,
Arda kalan acımasız gün doğumlarında bir ağaca bağladığım sevgim,
Kendime şu ana dek ettiğim en büyük ihanet olurdu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder