31 Mart 2019 Pazar

Gerçek


Akıtılmış duyguların kanatırcasına kırdığı bardaklardan,
Şiddeti ve öldürme isteği ile dolup taşmış,
Hangi sabahın akşamından kaldığını bilemeyen,
Öyle bir volkandı ki,
Ona bakanların gözlerini bir bakış,
Veya ağızdan çıkmayı bekleyen sözlerle,
Kendi vücudunu kazırdı tırnaklarıyla içimdeki öfke.
Ağır bastığı zaman çaresizlik hayattan,
Duvarları geç, dağlar bile koyulsa önüne,
Bir yolunu bulup başlardı bir şeyleri yok etmeye bu amansız öfke.
İhtimaller, sorular ve bekleyişlerin,
Kafamda mantığıma karşı bir savaş vermesi sonucu,
Nereden nereye gittiğimi bile umursamadan,
Başladım bu çürümüş diyarların sokaklarında adımlar atmaya.
Hayatın gizi yalnızca bununla sınırlı değildi elbette.
Var gücümle boynuma sarılmış halatları çözmüş,
Mutlu olmak ümidiyle başlanılan günlere bakmış,
Ardından ise yalnızlığın arsız canavarına dönüşmüştüm.
Sizler ki bu cümleleri okuduktan sonra,
Hiçbir şey düşünemeyen veya düşünmek istemeyen,
Hayatın ve bu düzenin aptal mahlukatlarısınız.
Böyle bir oyunda bana verilmiş rol ise,
İnsanlığa verilmiş, belki de sınırları en çok zorlayan,
İstediğim odada gözyaşı döksem de defterlere bir kelime dahi eklenemeyen,
İnsanın aklını yok etmek istediği bir düşünen adam olmaktı.
Nice diyarlar da yaratsam kafamda,
Nice zorlukların olduğu topraklara ayak da bassam,
Kimseciklerin penceresinin dışından bakmadığı anlarda etrafa,
Kesip atmayı arzulardım hayatın bu arsızlığını.
Dil de döksem, tükürsem de yerlere,
Kimse sahip olamazdı yalnızlığın deliliğine.
Hapishane koğuşlarını, gençliğimi çürüten sahilleri, demirlerini yüreğime saplayan balkonları,
Kazısam da bu sararmaya yüz tutmuş kağıtlara,
Devam edecektim her geçen gün yok olmaya.
Büyük bir düzenin içerisinde yalnızlığı tercih ediyor olmak,
Farkında olmasa da tanrının bir hatasıydı.
Ben ki ve benim gibi olanlar ki,
Bu ölüm kalım senaryosuna başkaldırdığımızda,
Hayatı yaşayamayan yalnızlar olarak adlandırıldık.
Bilmezler ki bizler,
Yaşadığımız hayatı,
Manasız toprakların üstünde tüketmektense,
Kendi içimizdekilerle ölümsüzleştirdik.
Ömrüm yetmezdi belki de ne olduğumu anlamaya lakin,
Kaçtığım uykuların gecelerinde şiirler yazmaya yeterdi.
Dinleyin, gökyüzünde bir adam ağlıyor!
Gözlerini her ovuşturduğunda bulutlar çığlık atıyor.
Korkmuyorsanız gerçeklerden,
Sokmayın başınızı bir çatının altına!
Ölüm öpecek olsa da sizi,
Devam edin kendinizle sevişmeye.
Çünkü yaşam,
Aksi takdirde devam edecek bizi öldürmeye!
Kanatları azrail tarafından kesilmiş kuşlar,
Şakıyarak anlatırdı kraliçenin güzelliğini.
Ah, benim uykularımı kucaklayan kraliçem!
Ne zaman tutacaksın elimden?
Nerede bir buse konduracaksın bana?
Bu üstüne başımı koyduğum yastıklar,
Boğazlıyor artık beni her akşam.
Doğmaz güneşlere bağlasam da varlığımı,
Umurumda değildi artık duygularımın neyden yapıldığı.
Belki de bu ıslak kavşakların keskin dönüşlerinde,
Bir kaza yaratmak gerekirdi tanrının gözü önünde.
Cehennem veya cennet anlamsız gelirdi bugünlerde.
Çünkü bize zorla dayatılan yaşamak eylemi veya işkencesi,
Var olmamış tüm sonsuz yaşam diyarlarını yanında getirirdi.
Özür diliyorum kendi yalnızlığımdan!
Çünkü bendim kimsesizliğin buruk akşamlarından,
Sana ihanet ederek, seni tüketerek, kanayarak ayağa kalkan!

28 Mart 2019 Perşembe

Tanrım


Akıp gidiyorken ömrüm gecelerin koynundan,
Bir pencere açtım sarkıttım hayallerimi.
Kendini bilmez bir halat sarmalardı boynumu.
Kursağımda kalırdı tadamadığım duygularım.
Ne diyeceğini bilmeyen bir adam haliyle,
Veda ettim geçmişteki benliğime.
Derin, bir o kadar da karanlık sokaklarda,
Durmadan yürüdüm yaşayabilmek umuduyla.
Ölüyorum ben giderek şu duvarların ardında.
Haykırsam da başını yerden kaldırmayanlara,
Duyamazdı sesimi hiç kimse canavardan başka.
Öyle bir zaman diliminde var olmuştu ki düşüncelerim,
Nerede ağlarsam ağlayayım, bitmek bilmezdi gecelerim.
Uykudan ve umuttan ırak ölümün şafaklarında,
Yaşadım onların bakmaktan korktuğu yok oluşları.
Teker teker ziyaret ettim dizimi kanatan sahilleri.
Hey tanrım!
Neden görmek istemezsin bu adamın halini?
Kaderciliğe lüzum yok, bir tokat atsan yeter bana.
Manasız yollarda bir başıma adım atmaktan bıktım.
Daha ne kadar süre devam edecek bu yokluğun cenazesi?
Günler, haftalar, aylar derken bir de ne göreyim?
Nefes tüketip kendisini ölüme daha da yaklaştırmaktan,
Başka hiçbir şey yapmamış aydınlıkta içim.
Süreksiz bir halde mücadele edişlerden sonra,
Bir bayrak dalgalanıverdi yaralı göklerde.
Tüketilen umutlar yeterli gelemezdi elbette.
Ben ki balyoz darbeleriyle daha da güçlenmiş,
Onlar ki gözlerini kapattıklarında aniden ruhlarını terk etmiş,
Kısa süreli, kullan at hesabı birer yalnızlık yolcularıdır.
Bir rehbere sahip değildi kesilmiş aklım.
Bir de ne göreyim, kimseye bir anlam ifade edememiş varlığım.
Aynı zamanda buralardan kaçmak istemiş duygularım.
Ayrıca kulak tırmalayan naraların yaratıcısıydım.
Bilemezdi kimse uykunun hangi saatlerden geçtiğini.
Güneş doğsa bile bu solmuş günlerde,
Pek bir anlam ifade edemezdi mücadele etmedikten sonra sevgiyle.
Kalakalışların yarattığı dikenli patikalardan,
Bir başına yalınayak koşandır çocukluğum değerini bilmediğim.
Vazgeçişlerden ziyade ipleri akıp geçene teslim etmek,
Belki de insanoğlunun ettiği en haklı isyandır.
Dinleyin, duyacaksınız sesini buruk bir gece vakti.
Durmaksızın yeni hikayelerden bahseder kendisi.
Meleklere veya şeytanlara aldırmadan,
Avuçlarında cenneti ve cehennemi saklayan,
Arafta sürünen bir yılandan farksız adam,
Kalktı ayağa bir taş fırlattı yıldırımlı dağlara.
Üstüme geldikçe geldi sakladıklarım.
Nice kapaklar kapattım, nice çiviler çaktım üstüne.
Yerle gök arasında büyük bir serzenişe,
Maruz kaldı tanrı düşüyorken yeryüzüne.
Çayırlara aldırmadan büyük bir hınçla atlayacakken üstüne,
Büyük bir ışık sardı dört bir yanımı, açamadım gözlerimi.
Bir veda değildi bu vaziyet, yalnızca bir kaçıştı, ertelenişti.
Çünkü ben yok ettikten sonra sevinçlerimi,
Terk ettikten sonra kendimi,
Buldum kırık kaldırımlarda bir yıl dönümü hediyesi.
Bir kelebek vardı üstünde, bir de not:
''İstediğin kadar teslim et kendini karanlığa.
Sahip olamadıktan sonra bir aydınlığa,
Mecbursun yokluğun kölesi olmaya!''
Ah tanrım, bilmezsin ki ben,
Var olmamış diyarlar yarattım.
Kaybolmuşları tanıdım, sonrasında ise onları kucakladım.
Lakin hiçbir zaman aydınlığı ne buldum ne de yarattım.
Yalnızca başa sarıp durdu karanlığım.
Her zaman tüketti beni hayatım

23 Mart 2019 Cumartesi

Güzel


Anıların hiç ses etmeden geçtiği yollarda,
Hatırlamıştım seninle içtiğim sahili.
Kimsesizliğin gecesinde senin varlığına kaldırıyorum kadehimi sevgilim.
Kendimi unutana dek içsem de,
Geçsem de kendimden,
Geçemezdim yanlarından senin yokluğundayken.
Başka bedenlerde aradı gözlerim seni.
Yeterli gelemezdi zaman aldattım kendimi.
Kapattığımda gözlerimi eskimiş merdivenlerde,
Selam dahi vermekten acizlerin adımlarında bile,
Bulabilirdim senin dokunuşlarını bitap düşmüş yüreğimde.
Durmadan anlattığım hikayelere rağmen,
Şu güne dek açıklayamadım kendimi sana.
Dalgalansa da içimdekiler bir dağ boyu,
Ölçülemezdi varlıkları beslediğim aşkın yanında.
Kıtkanaat geçinen memur ailesinden,
Tek sahip olduğu şey ayakkabısı olan bir çocuk misali,
Sahip olduğumu zannediyordum sana.
Öyle büyük bir yanılgıydı ki bu,
Gözlerini kapatmış, kulaklarını ise tıkamıştı tanrı.
Melekler gülerdi bazen ağlanacak halime.
Bakardım göğe, küfrederdim süzülen beyazlıklara.
Ben sana değil sendin bana sahip olan,
Hem de aklından neler geçtiği bilinemeyen bir kraliçe gibi.
Gözyaşlarım bir ömür boyunca akamazdı lakin,
İçimdeki bu kayboluş sürecekti ölene dek.
Gitsen de, ölüm öpse de seni,
Unutmayacaktım sana müptela olan beni.
Öyle bir gecede girmiştin ki aklıma,
Kıyamet kopsa da devam ederdim içmeye.
Kırmadım hiçbir vakit sana kaldırdığım kadehleri.
Sarı ışıklarda kaybolan sokaklarda,
Karşıma çıkardı senin o güzel yüzün.
İşte o an başlardı kara hüzün.
Kıyamet sabahlarının eşsiz gün doğumlarında,
Gökyüzünden gelirdin yanıma bir tebessümle.
Başlardı güller açmaya, cemre düşer,
Yeni bir yaşamı okşamaya başlardı bahar.
Kuşlar eşlik etmeye çalışırdı söylediğin şarkılara.
Öyle bir büyünün etkisine sokardın ki beni sesinle,
Erişemezdi hiçbir yere bilekleri kelepçeli kollarım.
Belki de aşk,
Kış vakti yapılan uzun otobüs yolculuklarında,
İçini ve sevgini ısıtmak maksadıyla yanı başında duran,
Damağını ne kadar yakarsa yaksın içilen bir kahveye benzerdi.
Camlardan bakardım senin uyuduğun diyarlara.
Yalınayak bir vaziyette tırmanırdım gönlünün yanardağlarına.
Tam zirveye vardığımı zannetmişken,
Sanmışken içimdeki alevlerin söneceğini,
Bir patlama oldu sebepsizce.
Dört bir yana savrulurdu duygularım.
Yandım senin ateşinde, bütünleştim sevgimle.
Kül olmanın tersine yeniden doğdum bir anka kuşu gibi.
Açtım kanatlarımı senin olduğun güzelliklere.
Okyanuslarda saklanan bir midyedeki,
Zarif bir inciden farksızdın sen.
Güzelim şarkıların gezdiği dalgalarda,
Bir savaşcı gibi mücadele ettim zamanla.
Kılıcım ve kalkanımla savunurdum seni.
Bazen yüzün gün batımına benzese de,
Vazgeçmezdim karanlık çökünceye dek sana bakmaktan.
Kurumuş dudaklarımla öpücükler çaldığım şarabım,
Bitmişti artık artan uykuyla birlikte.
Kapattım gözlerimi, bir dilek sakladım yüreğime.
Şeritler çektim kalbimin üstüne ve bir not bıraktım tepesine:
"Tesisimiz ziyaretçilere kapatılmıştır."
Kimse bilemezdi bunun sebebini.
Oysaki bu dengesizliklerin içinden oluşma diyarları,
Yalnızca bir kişi bilir ve ziyaret ederdi.
Gerçekliğin boğucu seferlerini atlattıktan sonra,
Geliverirdin yanıma için kan ağlaya ağlaya.
Sessiz lakin bir o kadar da endişeli bir adam haliyle,
Gözünden ve gönlünden akanları siler,
Ardından ise başlardım seni güzelleştirmeye.
Şu amansız güneşin altında yanan,
Benim susturmaktan aciz duygularım mıdır?
İstediği yıldızı getirsin karşıma tanrı.
Hiçbiri senin yokluğundan daha yakıcı değildir.
Nereden biliyorsun dersen eğer:
Bil ki ben birçok yer gezdim ve gördüm.
Kan revan bir şekilde savaşlardan döndüm.
Fakat hiçbir zaman yok edilemedi gönlüm.
Her gece senin ışığını arardı özüm.
Böyle bir döngüye benzerdi ölüm kalım meselesi.
Fazla kaybolmuştuk belki de kafamızdakiler yüzünden.
Her gün yeni bir bayırı aşarak,
O sonsuzluğun çağlayanlarından bir avuç su içmek için,
Ormandaki vahşiler gibi,
Tamamen savunmasız ama inançlı bir şekilde,
Bize doğrultan namlulara aldırmadan yaşamaya çalışırdık.
Kara bulutlar geçse de üstümden,
Yıkasa da sahip olduklarımı,
Devam ederdim koşmaya aşkın ormanlarında.
İçime saklasam da yokluğun bıçaklarını,
Kanatırlardı büyük bir hınçla aklımı.
Sel olup giderdi fikirlerim umutsuzluğun çöllerinde.
Bir yaşam filizi ektim o çorak toprağa.
Yeşillendi acılarım ve yılmayan duygularım.
Yeryüzüne kazındı adım, başa sardı hayatım.
Kaldırdım başımı yukarıya ve haykırdım:
Tanrım, ben güzelliği yalnızca onda yaşadım!

17 Mart 2019 Pazar

Cellat


Geçmişin bir toplu iğnenin ucuna toplanıp,
Sahip olduklarımıza batıp hislerimizi kanatmasıyla,
Açardık gözlerimizi aydınlık gökyüzündeki bulutların altında.
Ne kadar veda mektubu da yazsam aldığım kararlara,
Bir mürekkep lekesi gibi kalırdı yaşadıklarım aklımda.
Sararırdı satırlara kazıdığım o alnı ak cümlelerim.
Bilmezdi ki yaşam,
Ölüme yaklaştığım her dakikada,
Katili olurdu şu güne dek beslediklerimin.
Boyun eğmezdim belki yokluğa lakin,
Kelepçelere vururdum bileklerimi.
Birkaç anı saçılırdı etrafa.
Bunca vakit içimde saklanan, azap çektiren, diyemediğim,
O samimi sayılabilecek yalanlar,
Bir kurşun sıkıp kafama, hoşçakal bile demeden gittiler uzaklara.
Hüznün dalgalarda büyük bir mücadele vermesiyle,
Buluverdim kendimi dört bir yandan beni yakan sahillerde.
Kendi zenginliğinden bihaber olduğum çocukluğum,
Çakıl taşı bırakmıştı avcuma bir tebessümle.
Birbirini takip eden adımların altına saklanmıştı,
Ne olduğu pek belli olmayan hatıralar.
İstediği kadar kılıcını değdirsin göğsüne hayat.
Gerekirse saplasın yalnızlığına.
Lakin şunu hiçbir zaman unutma:
Sen ki gerçeklerden uzak kalan,
Balta girmemiş ormanlarda tahayyüllü derelerden su içen bir yerlisin.
Yapraklarında büyüyen umutları yaksa da o caniler,
Senin kabullenebilme ve gelişebilme yeteneğini bilmezler.
Ne kadar diken olursa olsun seveceğin güllerde,
Ne kadar sarmaşık olursa olsun tırmanacağın ağaçlarda,
Kaldır başını yukarıya ve ilerle gökyüzüne.
Unutma ki gelecek bulutların ardında saklıdır.
Bakma hiçbir celladın gözüne.
Devam et ve teslim et kendini özgürlüğe.
Bu gibi yaşanması mümkün olan hikayeler,
Hikaye olmanın da ötesindeler.
Köklerinin evim olduğu bir ağacın altında,
Devam edeceğim ben de yaşamaya.
Nice çalılıkların arkasında nice güzellikler buldum ben.
Sen bunların hiçbirinin farkında değilken.
Şeritler halinde geçtikten sonra kayboluş,
Donup göz kırpardı düşüncelerim.
Romanlara sığmayıp taşacak kadar fazla hikayeler anlattım sana.
Fakat söyleyemedim hiçbir zaman o meşhur sözü.
Korktuğumdan değildi bu eylemden kaçışım.
Yalnızca ama yalnızca,
Senin buna cevap veremeyeşindeki meçhulluktu.
Zincerlere boğardı o asırlar boyunca,
Mızrağıyla ön yargıları öldürdüğü günden,
Büyük patlamalara eşlik ettiği bugüne,
Değişmeyip insanı delirten o çılgın cümle.
Bunu bildiğim halde devam ettim.
Sadece yaşamaya değil,
Aynı zamanda kendimi kendime katlettirmeye!
Çünkü bilmelisin ki gecelerimi daha karanlık hale getiren celladım:
Akla dahi gelemeyecek kadar ürkütücü olan diyarlarda,
Bir yaşam hediye ettin bana yürüyorken darağacına.

16 Mart 2019 Cumartesi

Soğuk


Dişlerimizi biribirine çarptıran havada ne zormuş,
Gönlümün balkonlarına sahip sana anlatmak seni.
Büyük koridorların ardında beliren,
Kuytu köşe karanlıkları ufak bir tebessümünle bile,
Uzaklara aniden kaçırtan bir kurtarıcımdın.
Güzeldi gün batımına dek uzanılan sahillerde,
Tane tane dökülen evsiz kumların üstünde,
Uzaklara dalıp gitmişken hatırlamak seni.
Bir başıma kaldığımda fark ettim.
Öldürmem saklarım derdim sevdiklerimi.
İstediğin kadar geçse de zaman,
Durmaksızın tökezleyip yapıştırsam da yüzümü yerlere,
Öldüremezdim kalemimde hayat bulan güzelliği.
Nakış nakış işlerdim kağıtlara sevgimi.
Tane tane en güzel gecenin en güzel anında,
Seçiyordum sana söyleyeceklerimi.
Yanlış anlaşılırdım bazen belki.
Korkardım o anlarda kendimden.
İstemiyordum alıştığım yalnızlığıma geri dönmeyi.
Umutlar çalardım insanlardan, bazen ise yaratırdım.
Sürekli bir merak halinde çıkardım dışarı.
Geçtiğim sokaklardan ve yaktığım sigaralardan,
İbaret olmayacaktı geleceğim.
Toplayabildiğim kadar güzelliği kağıtlara,
Ve o güzel öpülesi ellerinin içine,
Sığdırabilene dek devam edecektim yeni yerler aramaya.
Yetmiyordu gördüklerim içimdekileri anlatmaya.
Geleceğin mümkün sayılabilecek hayalleriyle,
Dost olmuştum adeta.
Sakinleşmişti dalgalar gitmişti gözümün önünden,
O kasvetli yürek delen yağmur bulutları.
Senin kadar güzel bir gökkuşağı çıkmıştı ortaya.
Af sayesinde hapishanesinden çıkmış,
Toprağa uzun zaman sonra ilk kez adım atmış bir suçlu gibi,
Özgür hissediyordu içimdekiler.
Gülümserdin ara ara hem de benim sayemde!
Çok seviyordum seni o şekilde görmeyi.
Yakışıyordu sana hem gülmek hem de aşk.
Hayatı boyunca okyanuslarda gece gündüz demeden,
Elinde kılıçlarla ömrünü tüketmiş korsanlar gibi,
Mücadele etmiştim zamanla.
Sevgimi bir toprağa ekmiştim.
Sulamıştım onu umutlarımla.
Varlığını bile unutmuşken ektiğim tohumun,
Bir baktım ki karşımda koskocaman bir ağaç!
O ulu ve güzel ağacın dallarına bir salıncak bağlayıp,
Süzülmek isterdim seninle güzel günlerin içine doğru.
Önemli değildi artık havanın ne kadar soğuk olduğu.
Kırılsın gerekirse titremekten dişlerim,
Nerede olursam olayım ben seni düşlerim.
Hem öyle basit bir düşlemek değil!
Güzel, ferah bir yer olacak önce.
Mesela bir sahil kenarı, karşımızda adalar, arkamızda ise dağlar.
Zaman ise gün batımı olacak, güneş bize bakacak.
Seni düşleyeceksem eğer güzel olmalıydı her şey.
Sen ise karşımda tüm bu güzelliğe meydan okurcasına,
Duruyorsun karşımda bir tebessümle birlikte.
Kızarır mıydı yanakların?
Mutlu olur muydun bunları okurken?
Beklerim ben geleceği, beklerim ben seni.
Ne kadar zorluk çıkarsa çıksın karşıma,
Vazgeçmeyeceğim hayır o kadar kolay değil!
Korkma benim gidişimden, kayboluşumdan.
Arada yok oluş çalabilir kapımı belki evet,
Merak etme kapıyı ona açmayacağım.
Sen güzelce uyu en iyisi meleğim.
Çünkü ben karanlıkla mücadele etmeye devam edeceğim.

Gösteri


Fazla mı mücadele veriyordum hayata karşı?
Bitmek nedir bilmeyen yollarda,
Tek başıma attığım adımların altında,
Bir patika bırakıyordum sevdama dönebilmek uğruna.
Yakar mıydı canını insanlar?
Yakıyorlarsa eğer şunu bil ki sevgilim,
Yaralarımdan akanlardan oluşma bir okyanusta,
Büyük bir savaş verdim ben.
Densiz bir hayvandan bozma mahluk verirse sana zarar,
Gel bana sarayım yaralarını.
Üzme kendini hiçbir zaman.
Ölümü bile kabullenmiş bu yalnız adam,
Seni her zaman ve her şekilde kabul eder.
Kaçma benden, kapatma gözlerini.
Dağıtıp gitme sana karşı olan sevgimi.
Üşüyorum ben her gece yetmiyor etrafımdakiler.
Ne büyük bir ayazdı ki bu,
Hangi mevsimde olursak olalım,
Tüm varoluşumu çarpıyor gökyüzünde.
Adını zikrederdi kanadı kırık bülbüller.
Güzel bir şarkı gibi gelirdi kulağıma.
Beyaz duvarlara kazımıştım siyah bir kalemle,
O eski ulaşılması imkansız günleri.
Bir manyaktan farksızdı artık zihnim.
Kanayan güllerden toplama narin bir çiçek demeti,
Yaptırmıştım içimde mum gibi yanan umutlarımla.
Öldürmüştüm belki uzun zaman önce onları lakin,
Bir yolunu bulup doğmuşlar alevlerin içinden,
Kanatlarını özgürlüğe açan anka kuşu misali.
Verecek pek bir şeyim yoktu sana.
Sadece duygularım vardı ellerimde.
Açardım avuçlarımı tanrıya ağlayarak,
Dua eden ölüm yolcuları gibi.
Büyük bir hiddetle gelirdi yanıma kaybolmuşluk.
Neden tatlı gelirdi her zaman geçmiş?
Neden kendilerini bir kafese hapsederdi sevdalar?
Kırmak gerekirdi zincirleri oysaki.
Hiçbir silah kuşanmadan,
Neye sahipse insan,
Savaşması gerekirdi korkularıyla.
Büyük bir savaştan yaralı olarak çıktım.
Terk ettim o fırtınalarla dolu toprakları ben.
Devam ettim yaşamaya.
Devam ettim durmaksızın yeni tohumlar ekmeye,
Yağmurla yıkanan saf topraklara yaşamı.
Yerden bulduğu bir sopayı,
Hayatının en güzel hediyesiymiş gibi,
Ona bakan, onu boyayan yeri geldiğinde ise,
Onu sivrilten başına neyin geleceğinden bihaber olan,
Elini kana bulamamış bir çocuk gibi sevdim seni.
Daha ne kadar süre devam edecekti,
Bu tek kişi oynanılan aşk tiyatrosu?
Maskeler takarak oyuna devam etmek,
Yeterli gelmeyecekti gelecekte biliyorum.
İndireceğim bir gün perdeleri ansızın.
Perdelerin gökyüzünden indiğini sen görmeyeceksin bile!
Hiçbir ses veya yakarış işitmeyeceksin.
Seni uykundan veya aldığın yanlış kararlardan,
Bölmeden gideceğim yok oluşun meçhul diyarlarına.
Ne bir yazı kalacak geriye,
Ne de benden ufak bir parça anı.
Öfke değil bu sevdiceğim.
Bu yalnızca kimsenin görmediği,
Belki de görmek istemediği,
Ezilmiş bir adamın,
İntihar mektubu olacak!

Şarap


Karanlıktan kaçar adımlarla uzaklaştığı zaman insanlar,
İşte o zaman daha çok anlıyorum senin değerini.
Çünkü onlar benim gibi sahip değillerdi sana.
Onların içlerinde yalnızca kör bir karanlık var.
Oysaki baksalar sana, konuşsalar seninle anlayacaklar.
Aman anlamasınlar sakın!
Aydınlığımın paylaşılmasından hoşlanmam.
Geceler de uzun düşüncelerimdeki gelecek de.
Dört duvarın arasında ve beyaz bir kağıdın üstünde,
Olmama rağmen bu görülmeyen tüm diyarlara sahibim.
İstediğin kadar anlatabilirim seni sana.
Benzetebilirim seni gökten düşmüş bir meleğe,
Ya da yeryüzünden dışarıya fırlamış güzel bir orkideye.
Bir sigara sarar gibi sardım kendimi aydınlıkla.
Nereye baksam, nereye gitsem yaramaz bir çocuk gibiydi içim.
Öylesine heyecanlı, öylesine saftı ki,
Bu güzelim çayırlarda yalınayak koşardı.
Merak edersen eğer,
"Nedir bu içindeki çocuksu heyecan,
Ne içindir bu emsalsiz sevda?"
Şöyle cevap vereyim güzel kadın:
Eskiydi o zamanlar tanımazdım hiçbir acıyı.
Yalnızca seni tanır ve bilirdim bir de bu sevdayı.
Merak etme bozmam aydınlığını.
Ben yalnızca yürürüm yollarda,
Senin yüreğine ulaşma arzusuyla.
Uykulardan kaçarak anlatırdım varımı yoğumu,
Bu kapı arkalarından beyaz kağıda kadar.
Bir şarkı armağan etmek istedi yüreğim sana.
Öylesine derin bir şarkıydı ki bu,
Onu dinleyenin yüzünde ister istemez tatlı bir tebessüm oluşurdu.
Bütün güzellere yakışırdı belki tebessüm ama,
En çok sana yakışıyordu.
Kabul etmezsin belki bulunduğum latifelerimi.
Sevgim her zaman kabul ediyor merak etme.
Gözyaşlarına boğulduğun zamanlardaki halin,
Her zaman hatırlattı bana çaresizliği.
Bulundum vaktinde belki hatalarda ama,
Geri döndü içimdekiler her zaman senin yanına.
Gökyüzünden izlerdi beni kesik bir yüz.
Daha da alevlenirdi düşüncelerim.
Alırdım elime bir kalemle kağıt.
Başlardım duymaktan sıkılacağın gerçekleri,
Sana güzelce anlatmaya. 
Gülümserdin belki de ama göremezdim ben.
Ne zaman bir yazımı okusan saklardın yüzünü sen.
Geçerdi zaman, kaybolurdu korkularım.
Devam ederdim yürümeye kaldırımlarda.
Hatırlardım güzel dediğim zamanları.
Kaybolursam eğer bir gece ansızın sahillerde,
Yok olmayacağım aksine sana geleceğim istediğin her yerde.
Sarhoş olmuş isem bu güzel kırmızı şaraptaki kadehten,
Güneşin kendisini yeni yeni gösterdiği sabahlara dek.
Merak etme sevdiceğim bir şey olma bana.
Devam ederim bir yüzsüz gibi yaşamaya.
Yaşamaya devam etmem yalnızca,
Şiirler yazmaya da devam ederim,
Bendeki seni sana anlatmaya da.
Ta ki bir gün yeryüzünde kullanılabilecek,
Güzel bir kelime kalmayana dek.

Tükenmek


Uzun zaman geçmemişti oysaki,
Verdiğim ve mücadele ettiğim savaşların,
O yürek burkan sonuçlarında kaldım bir başıma.
Gözyaşları ve şarkılarla doldurduğum gecelerimi,
Gülüşünün en güzel noktasına armağan etmek istedim.
Yazdığım tüm yaşanmış ve yaşanacak olan sevdaların,
Çimentodan bozma apartman temellerinde dahi,
Senin varlığın saklanırdı ben bile farkında değilken.
Ne kadar masummuşum o zamanlar.
Sahip olduğum tek şey adaletsiz bir aşktı sadece.
Geçti zaman defalarca düştüğüm yerlerden,
Bir başıma kalktım ayağa sen beni görmüyorken.
Zaman geçtikçe insan büyür gelişir derler ya!
Ne büyüyebildim ne de gelişebildim.
İstediği oyuncak alınmadığı için ağlayan çocuklar gibi,
Ağladım geçmişte defalarca seni istiyorken.
Geliştim zannederken öldürmüş ve yenmişken bu kadar acıyı,
Yenememişim hiçbir zaman seni.
Dersen ki eğer:
"Nedir tüm bu mücadelelerin,
Tüm bu kendini bilmez aşkın sebebi?"
Hemen güzelce bir cevap vereyim kadınım:
Anlayışa muhtaçtır yüreğim sevmek ister seni.
Bulamamıştır kendisi hiçbir yerde senden güzelini.
Olmuş karanlığın dostu zamanınsa rakibi,
Bunca anı geçmiş başından hiç unutmamış seni.
Kızgın yanardağların altından akan lavlarda,
Yaşıyordu beni her gün yakan sevda.
Sahillerin yalnız bırakılmış kayalarına oturup,
Gökyüzüne baktığım anlarda gelirdin aklıma.
Çıkarırdım sol cebimden bir sigara.
Yakardım onu ve gençliğimi.
Gençliğim ve zamanım yok olup giderdi belki ama,
Zihnimin kapısından hiçbir zaman yok olup gitmezdin.
Sevda yüklü kervanlar geçiyor yalnızlığın çöllerinde.
Alıcıları ben, alacakları ise bir parça aşktı.
Hiç mi getirmezdin aklına beni?
Getirmiş olsan dahi,
Önlerine yemek konup beslendikten sonra kovalanan,
O yardıma muhtaç sokak kedileri gibi,
Kovmuşsundur beni aklından.
Bunca zaman bir yalana inanmışım meğer.
Evet belki başkaları geçti bunun üstünden lakin,
Hiçbirisini kabul etmedi, edemedi içim.
Sen yanlış kişiye aşık oldun.
Merak etme ben de aynı hatadan müzdaribim.
Bir kurgudan bahsettim sana hani hiç ipucu vermediğim.
Şaheser vardı içinde bir de.
O şaheser sendin ben biliyordum sadece bunu.
Çünkü kimse senin güzelliğinin farkında değildi.
Ateşlerde yok etmediğim, edemediğim tek yaratıcımsın.
Dersen ki eğer:
"Neden?"
Söyle cevap vereyim meleğim:
Dört kişi buldum ben köşelerde kaybolmuşken.
Hepsinden ilhamlar ve dersler aldım ben,
Bir köşede ağlıyorken. 
Tükendiler sonra içimde onlar.
Sen tükenmedin sadece istesem de tüketemedim seni.
Aşktan nasibini hiçbir zaman alamamış,
Sahip olduğu tek şey kalemi ve zekası olan,
Yalnız bir adam haliyle yok olacağım.
Ya bu sevdam yok edecek beni.
Ya da ben çekeceğim tetiği.
Aksi takdirde bu kaybolmuşluk,
Tüketiyor ruhumu ve varlığımı.
Bunları okuyorken ağlıyorsan eğer,
Özür dilerim sevgilim,
Benim de sonum buymuş meğer.

13 Mart 2019 Çarşamba

Kıyamet


Kara kutuların ardından fısıltılarla çağırıyor beni ölüm.
Parkelerinde son gülüş lekeleri,
Perdelerinde ise bardaktan bir anda dökülerek,
Önce elimizi sonra düşlerimizi kirleten,
Sek içilmek için yapılmış tek düze gerçekler bulunurdu.
Süzülerek ulaşamazdı o boşluğun,
Bitmek nedir bilmeyen manasız sahnelerine gözyaşlarım.
Beyaz perdelerin vazgeçilmez oyuncusuydu duygularım.
En çok gişeyi ise aklımdakiler yapıyordu.
Bir his bıraktım kağıttan bir geminin içine.
Boyadım onu umutlarımla, gönderdim onu yeni güzelliklere.
Acımasız girdaplara yakalandı, indirdi yelkenlerini.
Bakamadım ona, yumdum gözümü, vurdum kendimi zincirlere.
Öyle aptalca ve sinir bozucuydu ki bencilliğin alevleri,
Yok etmek ve susturmak için onları koymayacaktım ardıma elimden geleni.
Bir yaz gecesiydi kaderimi manasızlığa teslim ettiğimde.
Ağladım ardından denizleri taşırana dek.
Kıyılara vurdu balıklar çığlıklarla.
Aldım elime taştan bir mızrak sapladım kafalarına.
Bastım üstlerine, gömüldükçe gömüldüler karanlığa.
Çıktı yeryüzünden gökyüzüne aynalar aniden.
Yansıttım tüm diyarlara içimdeki korkuları ben.
Dikenli sarmaşıkların kucakladığı apartmanlardan,
Koşarcasına çıkardı o başıbozuk acemiler.
Hiçbir zaman açmamışlardı gözlerini karanlıkta.
Fırtınalı bir gecede ayıcığına korkuyla sarılan bir çocuk misali,
Öylesine çaresizlerdi ki,
Ağır gökyüzünün noksanlığından bir kılıç inse,
Sonrasında saplansa başlarına,
Kıllarını dahi kıpırdatamazlardı o sokak arasında.
Süreksizliğin getirdiği mutlak idam çağrılarında,
Şu ana dek atılmış en sıkı düğümle bileklerimde,
Çıkardım yavaş yavaş bu ölümün merdivenlerinde.
İnfaz edilmezdi sadece bedenim.
Çocukluğum da okşardı kara toprağı içimdekiler de.
Yağdıkça yağdı yağmurlar.
Kestikçe kestiler ümitlerini sevdalar.
İsimsiz bir mezar taşı dikildi üstüme.
Uğramazdı kimse yeni yatağıma.
Ne bir solucan ne de bir insan...
Kuş cıvıltılarından mahrum bırakılmıştı ağaçlar.
Bundan dolayı olsa gerek ki eğdiler başlarını.
Dokundular bedenime, birkaç tohum ektiler göğüs kafesime.
Sonsuz bir yaşama meydan okurcasına,
Herkes bu diyarları terk ettiği vakit,
Delip geçti gök kubbeyi acılı bir kesit.
Ellerinde megafonlarla seslenirdi bana deliliğin tutucuları.
Hakaret ederdim bağlarıma, uzaklaşırlardı benden.
Ne bir parça cinayet delili kalırdı geriye,
Ne de bir miktar yitip giden öfke.
Vurdukça vurdum kazmamı dağlara.
Zannederken cevherler bulup zengin olacağımı,
Her şeyimi heba ettim ben, kimse yanımda yokken.
Kendi içimdeki duvarları aşmış olsam dahi,
Yeterli gelmeyecekti bu sessizliğin sevinçleri.
Özürler de dilesem, yazılar da yazsam,
Dönüp dolaşıp gelsek de aynı yere,
Devam edecekti her zaman içimdekiler ölmeye.
Sustursam da beni deli eden çığlıkları,
Ele geçirirlerdi bedenimi usulca geceleri.
Kazırdım tırnaklarımla yokluğun duvarlarını.
Başımı koyduğum yastığın altında,
Nice kıyametler gizliydi bilmezdi kimse.
Gideyim gerekirse şurada yanan ölümün tepelerine.
Kül olsun gerekirse vücudum, devam ederim yürümeye.
Vazgeçmem var olmaktan hiçbir zaman.
Çünkü yalnızca bendim bu kıyametten sağ kalan.

10 Mart 2019 Pazar

Emir


Çekildiği zaman yıldızlar kuytu karanlıklara,
Yudum yudum ilerlerdim hüznün bardaklarında.
Hasretin zulmettiği çakırdan yollarda,
Yükselirdi göğe yıldızlar sen çoktan gözlerini kapatmışken.
Kapatılan hikayelerin çakılmış çivilerinde üşürdü sevgim.
Gün doğumunun sardığı gönüller kadar odunlar da yaksam, 
Ya da canımdan vaz da geçsem, 
Üşürdü sevgim hem de mutluluğa meydan okurcasına.
Kimsesizliğin mutlak monarşisinde,
Ellerinde çekiçler olan bir devrimciden farksızdı aşkım.
Öyle küçümsenebilecek öğleden sonralarına benzemezdi.
Aksine daha adım bile atmamışken penceremize çarpan,
Soğuk şafak vakitleri kadar değiştiriciydi ruhumuzu varlığın. 
Yaratıldıktan sonra yeryüzünde yaşa emri verildi insana.
Oysaki sevdikten sonra başlardı yaşam. 
Seni sevdim, yaşamaya başladım. 
Sensizliği sevdim, şaraplarla, şiirlerle tanıştım. 
Tanımlanması mümkün dahi olmayan yokluklar,
Sardılar beni bir sigaranın içine tütüne benzer şekilde. 
Aklın kıvrımlarında uyuyan deliliğin sempozyumlarında,
Girdi tarifsiz duygularım korkusuz zannedilen kafalarına.
Bilinmeye, tanınmaya ihtiyacı yoktu yalnızlığımın.
Lakin sesini duyurmaya ihtiyacı vardı bu aşkın. 
Denize anlattım seni, yükseldi boyuma dek dalgalar. 
Kucakladılar beni, ardından ise terk ettiler.
Ayazların anlattığı hikayeler titretirdi pencelerimi.
Kanatsın gerekirse acımasız zaman gözlerimi. 
Yakıp kül edemem ben bu zenginliği. 
Fakir kalsa dahi gönlümdeki işçiler, 
Bir başkaldırış söz konusu bile olamazdı. 
Merak etme gönlümdeki balkonları her sabah ziyaret eden,
Sesiyle doğayı kendisine usulca hayran bırakan bülbülüm, 
Senin önemini unutmayacaktı hiçbir yerde özüm. 
Yetersiz gecelerin yarım kalmış bir hevesle doğurduğu, 
O mahzun pişmanlıkların katilleri oldu düşüncelerim. 
Düşmanım bellemiştim artık kesilen aynaları.
Hiçbir söz söylemeden infaz etmiştim kararlarımı. 
Daha ne kadar süre öleceğimi bilemezdim.
Veda da edemezdim art arda gelen gülümsemelerine.
Yeni bir mevsimi getirirdin avuçlarında.
Kanat çırpardı yüreğim benim iznim olmadan. 
Korkuyorum bazen o kuşu vuracaklar diye.
Bir kafese hapsetmektense,
Sevginin özgürlüğünde ölmesi, 
Pişmanlıktan ziyade yasın bol olduğu bir cenazeyi getirirdi.
Dört bir yanımda ışıklar başlardı cesedimi doldurmaya.
Arşa eğerdi fikirlerim, ölüm kılmıştı bana zamanı dünya. 
Verilen her emre itaat etmezdim belki lakin,
Ordusunu terk etmiş bir komutan da değildim.
Öyle bir zaman diliminde evrilmişti ki benliğim,
Ne taraftan estiği bilinmeyen yelleri,
O emri inkar edenlerin gözlerinin içine bakarak, 
Savurmuştum onların zihinlerine elimin tersiyle.
Gündüz vakitlerinde kaybolan zihnime benzer,
Ak sehpalara döküldüğü zaman içkiler,
Kaçardım uykularımdan, kapatamazdım göz kapaklarımı.
İstediğim kadar büyüsün içimdeki fırtınalar, 
Var olmayan tüm ülkelerin sahibiydi zihnim. 
Bazen bir kuş cıvıltısının titrettiği çürümüş ahşaplardan yapılma,
Eski bir evin içinde seriyorumdur hislerimi,
Bazen ise bağlarımı kesen mermerlerden inşa edilmiş,  
Bol odalı bir sarayda eziyorumdur endişelerimi.
Bu gibi kalakalışların yarattığı sakin sarhoşluklar,
Hiçbir zaman alıkoyamazdı beni düşünmekten. 
Çünkü ben,
Düşündükçe var oluyor, 
Var oldukça seviyordum seni.

8 Mart 2019 Cuma

İp


Kalakalışların içimdekileri sahil kenarlarına fırlattığı bir andan,
Hayal boğumlarının içine girmekten ibaretti zaman.
Aynı dalgalarda geçmişin izleri belirirdi aniden.
Bir miktar ölümü yaktıktan sonra,
Peşi sıra gelecek olan hisleri kül olana dek,
İzlemeye benzerdi bu alkışlardan yoksun yaşamak.
Cilveli bir işten ziyade,
Dilek ağaçlarına bir tutam ömür bağlamaktan farksızdı aşk.
Ölümün yelleri sallardı içimde birikenleri.
Yerlere düşerlerdi büyük bir fırtınayı beraberinde getirerek.
Nereye gitsem, nereye baksam,
Nerede kopartsam canımdan birkaç parçayı,
Bitmek nedir bilmezdi bu kayboluşun gün batımları.
Kırdığım şişelerin altına bir böcek gibi saklanırdı.
Sonrasında ise ruhumdan bir parça çalardı geçmiş.
Ne demek gerekirdi bu anlamdışı bir şeysizliğe?
Tüm cevapları saklamıştı benden densizin teki.
İstediğim kadar gideyim öteki diyarlara.
Kazayım yerin altından durmadan bana bakanları.
Bulamazdım hiçbir yanıt, elim boş dönerdim zihnimin derinliklerine.
İskele demirlerine yuva yapardı zamanın tutsakları.
En büyük acıyı duyardım onların yere sürten paslı prangalarından.
Zincirli bir esaretin altında çürümektense,
Sonsuzluğa inanıp verirlerdi son nefeslerini,
O meyus bir o kadar da yaralı yalnızlığın delileri.
Bir olta alırdım elime kullanmasını hiç bilmediğim.
Yeni, kanımı donduran maceralar çalardım oralardan.
Bir balık tutulurdu ağlarıma.
Bakardım onun masumane gözlerinin içine.
Geri salardım sonra onu ümitlerimle birlikte.
Daha kaç medcezir gerekirdi bu iskelenin yıkılması için?
Bilemezdi kimse, eğerlerdi başlarını.
Bir şarkı takılırdı sonra ağızlarına.
Gece gündüz, ölü diri demeden bir cenazeden bahsederlerdi.
Ziyaretler gerçekleştirilirdi yarım kalmışlığın zihinlerinde.
Gün ışığı saklandığında bizim olanlardan,
Bir çakmak bulup yakardık gerçekleri.
Takip ederdik sonra nereye gittiğini,
Hiç düşünmeden o eskimiş hayalleri.
Birçok kez eğdim başımı ben,
En büyük cezamın ben olduğunu bilmeden.
Soğuk parmaklıklarda buldum ben hislerimi.
Bir şişenin içine hapsetmiştim son nefesimi.
Azrailin elinde değildi artık ölüm kalım dengesi.
Zihnimizde, aklımızda oluştuktan sonra fikirler,
Geç de olsa anladık esas suçlunun kim olduğunu.
Şu kumlardaki ayak izlerim midir benim çocukluğum?
Yoksa öteki tarafta gözyaşı döken dalgalar mıdır?
İstediği kadar kaçsın benden güneş.
Kendi karanlığımda yaşamayı çoktan öğrendim ben!
Kapıyı çalmadan giren olursa zihnime,
En büyük cezayı vermiştir kendisine.
Ölü tahayyüllü gecelerin bağırlarına bastığı sevdalardan,
Arda kalan kül lekelerinde saklanırdı düşüncelerim.
Bağladığım tüm arzular kesildiler kör bir bahçıvan tarafından.
Budandı sonra hayatım, daha da alevlendi korkularım.
Büyük bir hiddetle kalktım ayağa.
Gürledikçe gürledi yıldırımlar.
Ağladıkça ağladı bulutlar.
Sel olup giderdi fikirlerim.
Yoksulluk doldururdu içimi devamında ise günlerimi.
Ah, böyle bir kalakalışlık benzemezdi diğerlerine.
Ne kadar çok yaşayıp tanısam da duyguları,
Bir çırpıda infaz ederdi yokluğun kalakalışları.
Yansırdım sonra öteki pencerelerden.
Ansızın cevaplar bulmak içindi senin gözlerinden,
Ya da içimi ısıtan ellerinden.

3 Mart 2019 Pazar

Bağ


Giderek ruhumu terk eden korkuların şafağında,
Arda kalan acımasız gün doğumlarında bir ağaca bağladım sevgimi.
Çakıl taşlarının eksik olmadığı tenha yollarda,
Çocukluğumda bisiklet sürmeyi yeni yeni öğrenmiş gibi,
Büyük bir belirsizliğin ve akla dahi gelmeyen düşüncelerin,
Bitmek nedir bilmeyen perde aralarından süzülerek,
Aniden, kimse bunun farkında bile değilken gelen,
Bağlarını koparmış bir aşk biterdi yanımda.
Uzaklardan kimsenin göremediği öteki yıldızlardan kopma,
Yalın bir acı çökerdi yeryüzüne yalnızlığın akşamlarında.
Koşarak giderdim balkon kapılarına.
Açamadığım vakitlerde ise kırardım camlarını.
Bir emir gelirdi göklerden:
‘’Şiirlerinle seviş,
Çünkü en büyük kıyamettir bu süreksiz bekleyiş.’’
Bir mıh gibi tutardım anılarımı aklımda belki de.
Lakin bir sorun teşkil etmezdi senden yoksun özgürlüklerde.
Sadece durgun geçen kumsallardaki günlerin,
Bir kibrit gibi beni yakıp aşkın fitilini ateşlemekti,
Bu bitmek nedir bilmeyen sevginin değeri ve bendeki önemi.
Hissedemezdim müziğin bol olduğu anlarda bazen ellerimi.
Uygarlıkların geçmişlerini kilden tabletlere kazıması gibi,
Kazıdım aklımın duvarlarına senin güzelliğini.
Karşı gelirdim belki de bu akıp geçen zamana.
Komodinin üstünde duran ömür sayaçlarını,
Hatta aşk tutamaçlarını fırlatırdım yerlere.
Acı çekerdi ciğerlerim, kanlar akardı göğüs kafesimden.
Yalvarırdım azraile beni biraz daha beklemesi için.
Yokluğun terzilerine diktirdiğim kefenlerimi,
Bir kurtuluş mücadelesi maksadıyla yırtardım.
Yabani gerçeklerin yarattığı hayatta kalma mücadelesi,
Veyahut yaşamın aktığı derelerden geçen sevgi tekneleri,
Benzerdi yaşamım boyunca var olan bu sonu meçhul zenginliğe.
Bir ukte gibi kalırdı anlatamadıklarım içimde.
Denizlerin köpürürdü üstleri.
Naralarım delip geçerdi gökleri.
Hapishanemin bükülürdü demirleri.
Kapılarımın kırılırdı kilitleri.
Şansımı denerdim yerlerden topladığım geleceğimle.
Kiremit çatıların köşelerinden akardı düşlerim.
Hangi karanlığın koynunda olursam olayım ben sana gelirim,
Kırık camlı sokak aralarındaki yollara aldırmadan.
İnsan kendisini kaç kez kaybedip bulabiliyorsa kendisini,
Seni hissederek yazdığım yazılarda bulurdum ben de kendimi,
Aynı zamanda pencere kenarlarına saklanmış neşemi.
Aklından geçen ya da dudaklarının arasından çıkmayı bekleyen,
Kelimeler belirlerdi bu türettiğim tercümelerin değerini.
Şimşeklerin var güçleriyle göğü inlettiği vakitler,
Alıkoyardım kendimi uykudan, sarılırdım kalemime.
Yeni bir hikaye anlatmaya başlardım senden ilhamlar aldığım.
İster kabul et,
Bütünleş yarattığım şiirlerimle.
Ya da reddet,
Ve devam et var olmaya içimdekilerle.
Satır aralarından, büyük bir meydan muharebesinden kaçan,
Sivillere benzeyerek kaçıp döküldü kelimeler yerlere.
Sanıldığı üzere kirlenmedi evim aksine temizlendi.
Bir kahve yapardı bekçiler sana hoşgeldin hesabı.
Ya da bir kadeh şarap ikram ederlerdi aşk kırmızısı.
İşlemelerin rüyalardan çalınarak hayat bulduğu,
Bir gizemi içinde barındıran kırık bir sandıkta saklıydı bu sevinç.
Ne kadar tutsak kalsam da bu hücrelerde,
Af çıkmasını bekleyen boynu bükük mahkumlar gibi,
Çaresizlikten ziyade sevdiğim için üretecektim tezgahlarda hayallerimi.
Hediye olarak gönderecektim onları sana yeraltından.
Koğuşların, vanaları paslanmış su borularının ıslattığı,
Köşe duvar  kenarlarındaki hayal katillerine,
Sıkı sarılmış bir kağıdın içine saklayarak satsam bile,
Unutma ki sevgi paylaşılarak yok olmazdı.
Aksine onu yaşatmadıktan ve saçmadıktan sonra etrafa,
Yok olup giderdi kederli anların avuçlarında.
Vedalara aldırmayan bir adam görünümünde olsam da,
Hiçbir şeyi unutmazdım karanlığın kol gezdiği akşamlarda.
Kabuslar veya kulaklarını tıkamış hortlaklar korkutursa seni,
Geç denizin karşısına ve sarıl kollarınla sahip olduklarına.
Ardına bakmadan yürüdüğün sokakların,
An gelince kaç tane evin kaç penceresi olduğunu,
İster istemez hesap edince,
Anlayacaksın farkında bile olmadan yıpranarak değiştiğinin.
Geç kalınmazdı ölümden korkmayan hiçbir insan için.
Mesela okumakta olduğun yazının sahibi için,
Bir anlam ifade etmezdi ortada bir hazine olduktan sonra.
Kıyılara vurduktan sonra gemilerim,
Elime alırdım büyükçe bir kürek.
Bıkmadan, usanmadan kazardım durmaksızın tüm toprakları.
İşgale uğramış yerliler gibi,
Korkusuzluğun sonucu ucunu sivrilttiğim mızrağımı,
Saplardım o kendilerince mantıklı olan aptallara.
Böyle bir yaşanmışlığa veya bitmek nedir bilmeyen savaşlara,
Benzerdi başımı çevirdiğim her yerde seni hatırlamak.
Eşlik ederdi gözümün önünde belirenlere mutluluğun cıvıltıları,
Aynı zamanda ayaklarımın ucundaki dalgaların şarkıları.
Vurdumduymaz bir orkestranın içinden ortaya çıkma,
Anlaşılması güç fırtınalara ev sahipliği yapan,
O el değmemiş, yalnız bırakılmış nota melekleri,
Fısıldardı kulaklarıma senin söylediğin şarkıları.
Merdivenler uzanırdı gökyüzüne doğru.
Azrailden rica ettiğim zamanım dolmuştu artık.
Bu sefer çöktüm dizlerimin üstüne, yalvardım göktekine:
‘’Yüzünü kara çıkarmayacağım yalnız adam.
Çünkü ben senin beni unuttuğun diyarları aşıp,
Yeniden tutundum hayata beni hala yakıyor olmasına rağmen.’’
Aksi takdirde giderek ruhumu terk eden korkuların şafağından,
Arda kalan acımasız gün doğumlarında bir ağaca bağladığım sevgim,
Kendime şu ana dek ettiğim en büyük ihanet olurdu.

Düş


Süreksiz bir heyecanın sahillerden kopup,
Aşkı anımsatan kadehlerde beni bulmasıyla,
Başımı öne eğerdim o derin suskunlukta.
Bir kelime dahi edemeyecek kadar heyecanlanmış,
Ara sıra uzaklara dalıp gitmiş bir adam haliyle,
Seni sevdiğimi hatırlamıştım o öğlen.
Dökmüştüm geçmişte içimde yaşadığım tüm aşkı ben.
Aylar ve nice uykular geçti bunun üzerinden.
Tebessüm veya gizlenmiş bir mutlulukla okudun beni sen.
Devam etti zaman, birkaç yudum aldık şarabımızdan.
Uzaklaştıkça dünyanın o melun baskısından,
Yaklaştıkça bizi sevindiren duygulara,
Daha da bi güzel oldun sen bunun farkında değilken.
Vermediğin cevapların ardına saklanan umut parçalarını,
Aşkın oltasına taktım ve savurdum sonra gönlündeki okyanuslara.
Verilen değerlerin ve bulunulan latifelerin altında,
Güzelim gerçekler yatıyordu sen bunu inkar etsen bile.
Aklıma gelen tatlı anılar estikçe bir rüzgar gibi,
Üşümekten ziyade serinlerdi ruhum.
Hayalini kurduğum anlara öncülük eden sahillere,
Yavaşça başını koyup gözlerini kapattığın an,
Bir soru takıldı aklıma:
Mutlu muydun içimdekileri önüne serdiğim zaman?
Sırtımı dağlara verip sonsuz maviliğe baktığım süreçte,
Zikretti içim durmaksızın senin adını.
Tıpkı herkesin uyuduğu bir gece vakti balkona çıkıp,
Üşüyerek içilen sigaralara eşlik eden bir senfoni gibiydi.
Güldüğün zaman güneş çıkardı ortaya.
Ayazların eksik olmadığı geceler benden uzaklaşır,
İçimi ısıtan aydınlık vakitler gelirdi aklıma.
Pek başarılı olduğumdan emin değildim belki seni sevmek konusunda.
Lakin,
Seni sevmenin beni hangi geçitlerden geçireceğini,
Bana hangi kapıları açacağını çok iyi bilirdim.
Yaşamım boyunca yazdığım yazıları,
Seninle bir gün daha vakit geçirebilmek için,
Yakabilirdim hem de hiç düşünmeden!
Çünkü sahip olduktan sonra hem bu aşka hem de sana,
Durmadan yazılar yazacağım senin gibi naif akşamlarda.
Gerçi hiçbir akşam veya herhangi bir zaman dilimi,
Senin kadar naif ve güzel olamazdı.
Nerede olursam olayım,
Hangi vakitte hangi içkiyi içersem içeyim,
Benim için en güzel yer senin yanın,
En güzel içki ise seninle içtiğimdir.
Bunu hiçbir zaman unutma!
Sahillerde yürürken umarsızca,
Yetişmeye çalışırken öteki diyarlara,
Bakardım gökyüzüne teşekkür ederdim zamana.
Gelecek günlerin içine girip,
Yeniden yarattıktan sonra o güzellikleri,
Sana armağan etmeyi düşünüyordum onların hepsini.
İstanbul'un, o güzel yedi tepeli şehrin,
İşlek caddelerinde yağmurla ıslandıktan sonra,
Ya da vapurların geçtiği denizleri aştıktan sonra,
Eksik kalmayacaktı kalemim seni andıran güzellikleri,
Yüzsüz bir şair gibi anlatmaktan.
Belki yüzsüz belki de aptaldım lakin,
Yakalanmıştım artık böyle tekil ve yalın güzelliğe.
Uyku kaplamaya başlıyor geceyi.
Perdeler çekilip saklanmaya başlıyor sevdalar.
Benimkisi ise aksine koşuyor sokaklarda.
Normaldir gerçi biraz manyaktır kendisi biraz da asi.
İyi uykular içimdekileri güzelleştiren meleğim.
Sen buralarda değilken ben seni düşlemeye devam edeceğim.