İncecik, körpe zihinlerin hiddetle yeryüzüne çekildiği kanlarımdan,
Bir şırınga ile çekiyordu ömrümü zaman.
Haşin dalgaların geçmişte verdiği zararlarla,
Sivrilmiş yalnız çakıl taşlarına,
Çıplak ayaklarımla basar basmaz,
Büyük bir gök gürültüsü dolduruyordu havayı.
Korktu sevdalar, saklandılar mağaralara.
Çekip gittiler devamında ruhum derin bir uykudayken.
Var olma ihtimali bile korkutuyorken o eşsiz fırtınaların,
Bir saat çıkardım cebimden.
‘’Bugün hangi saatte düşürecek yere beni zaman acaba?’’
Diyerek devam ettim kendimi kaybettiğim gecelerde,
Dizlerimin üstüne çökercesine savunmasız bir köle misali,
Sahip olamadıklarım yüzünden saygı duydum ölüme.
Şapkamı çıkardım başımdan, heyecanlandım sonra.
Öyle güzeldi ki gece vakitlerinde,
Herkesin ruhunu terk ettiği güzelim perdelerde,
Bir başımayken gökyüzüne ağlayarak bakmak,
Ve yaşayamadığım yaşamdan ötürü,
Bir iğne kadar sivri ve can yakan anılarımı,
Ulu orta yerlere sermek.
Üstlerine basabilecek kimse yoktu yüreğimden başka.
Tahmin edemediğim müziklerin büyüsündeyken,
Alıp gittim başımı kayalıkların bol olduğu sahillere.
Yeterli gelmezdi şömine kenarlarındayken,
Avuçlarımı ısıtmak ve o ulvi ayazları durdurmak.
İhanet ederdim kelimelere bazen lakin,
Duygularım her zaman devam ederdi beni benden almaya.
Ey coşkulu günlerimin hırsızı!
Söyle bana daha ne kadar süre,
Var olacak bu kimsesizliğin acıları?
Ne sen bilebilirsin bunu,
Ne de bizim katillerimiz!
Keskin bir bıçakla kestiler benim boğazımı.
Soğumamışken cesedim daha,
Buluverdim kendimi yalnızlığın cehennemlerinde.
Meşeden miydi bu parkeler yoksa ladinden miydi?
Yoksa kesilip biçilmiş, sonrasında ise şekil verilmiş,
Bir zamanlar bir heyecana sahip olan çocukluğumdan mıydı,
Bu mahzun parkeler?
Karıncalar geçerdi mutfağımın tezgahlarından.
‘’Güzelim ziyaretçilere sahibim.’’ Diyerek,
Devam ederdim gençliğimin intihar notlarını,
Paslı demirden tencerelerde pişirmeye.
Gün ışığı sarartmazdı tülden perdelerimi belki lakin,
Acımasızca yakarlardı düşüncelerimi.
Yangınlar çıkardı, evlerini kaybederdi o ufak muhasebeciler.
Bir haber yayınlanırdı sonra içimde.
‘’Eski opera binasında facia!’’
Gazeteciler istila ederdi yalnızlığımı.
Flaş ışıklarıyla çalarlardı huzurumu.
Ağız dolusu küfürler ederek çarpardım kapılarımı.
Halıların üstüne serdikten sonra anılarımı,
Gece vakti beni rahatsız eden sivrisinek gibi,
Durmaksızın çınlardı kulaklarımda atamadığım çığlıklarım.
Özür dilerim aşkım, canım benim.
Sahip çıkamadım sana.
Koruyamadım seni o mahluklardan.
Delik deşik ettiler seni, kanadın sonra.
Göğüs kafesim yeterli gelmedi seni korumaya.
Ahval vaziyetlerin içinden başım dik,
Alnım ak bir şekilde çıksam da,
Saramazdım seni artık nasırlı parmaklarımla.
İyi bak kendine yüreğim.
Ben iyi bakamayacağım.
Çünkü hiçbir zaman koruyamayacaktım seni,
Ta ki bir gün mezardaki umutlarım beni almaya gelene dek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder