24 Ocak 2019 Perşembe

Katil


Bir hikayeden bahsederdi kuşları andıran ıslıklar.
Uzun zaman geçmemişti öldürdüğüm insanların,
O çıplak cesetlerinin çürümesinin üstünden.
Üşürdü ruhum,
Bulduğu ilk anıyı çalı çırpı gibi,
Çaresizliğin doruklarındayken yakardım.
Hayatta kalmak istiyorsam eğer bu dünyada,
Gerekiyordu günah çıkartan bir katil olmak.
Her gece aynı otel odasının kapısını çarparak,
Korkularımı terk ettikten sonra,
Devam ederdim umuda sahip olanların kabusu olmaya.
Dizlerinin üstüne çöküp dua ederlerdi.
Göklere bakarak gülerdim karanlıktayken.
Bilmezler ki aydınlık fani,
Karanlık ise baki.
Karşıma en büyük ışık kaynağı koyulsa dahi,
Tüm o kandırmacayı tüketirdim kendi içimde.
Üstlerine bastığı halıyı yaralı ellerimle kavrayıp,
Çekerdim kendime hem o halıyı hem de son nefeslerini.
Kaçınılmaz sonların yaratıcısıydım artık.
Meydan okurdum tanrıya inananlara.
Ne de olsa bu günahkar katil,
Fırlatılmış ve bir başına bırakılmıştı cehennemde.
Tırnakları söküldüğü halde çığlıklar atarak,
O ulvi çukurdan yukarıya tırmanmıştı.
Bir nevi ölümsüz olmuştu artık.
Okyanusları aşıp girdapları atlattıktan sonra,
Gemiler çalmıştım büyük bir filoya ait olanlardan.
Bombaladım sonra aşkların eksik olmadığı sahilleri.
Turunç yiyememekten dişlerini kaybetmiş korsanlar gibi,
Acı ve ızdırap çekerek kaybetmiştim umutlarımı.
Kahkahalar atardım sonra durmaksızın.
Büyük bir zaferin ve kıyametin öncüsü olan bu katil,
Artık edebiyete doğru adım atmaya devam edebilirdi.
Elveda güzelim sahiller!
Elveda ruhumu kemiren sevdalar!

Çocuk


Saçlarımız gibi yerlere tel tel dökülen,
Üzgün yağmur damlalarında geçerdi zaman.
Birkaç insanın bir başına attığı adımlarda gizliydi,
Bunca anlamsızlığa rağmen devam eden hayat.
Tanrının bana kızdığı her saniyede daha da gürlerdi yıldırımlar.
Uykusundan uyanıp ağlamaya başlardı çocukluğum.
Bulutlar sarmıştı dört bir yanımı yoktu kimse.
Ne bir ışık hüzmesi ne de bir yol!
Kaybedilen kimliklerin ardından beliren umut hırsızı,
Başladı koşmaya bakmadan ardına.
Can kırıkları battıkça battı ayağına.
Çığlıklar eksik olmazdı kulaklarında.
Ya mürekkebi azalmış bir kuş tüyü ile imza atılıyordu kağıda,
Ya da öldü zannedilen bir adam kazıyordu tabutunu tırnaklarıyla.
İkisi de aynı anlama gelmekteydi bu gece.
Puslu sokaklarda karşılaştığım anılarımla,
Birkaç kadeh içerdim.
Hızlı adımlarla gelirdi yanıma.
Şöyle bir göz gezdirdikten sonra,
Bir not bırakırdı yanıma her zaman.
Su basardı sonra düşler evini.
Fırtına devam ettikçe bağırmaya,
Kırıldı farklı bir diyarı andıran camlar.
Kilit takılmış bahçe kapılarına aldırmadan,
Devam etti beni benden çalmaya zaman.
Gözümü alan bir parıltıdan sonra,
Buluverdim elimde paslı bir anahtar.
Uymazdı hiçbir kapıya tek bir kapı hariç!
Tekmeledim durmaksızın suratıma kapatılan kapıları.
Ne kapıyı çaldım bir daha,
Ne de bir not bıraktım ardımda.
Bekledim tanrının bana olan kızgınlığının geçmesini.
Yalnızca bekledim.

Densiz


Aydınlığa uzak yerlerde bir başına,
Terk edilmiş, mahzun, çaresiz ve yarım bırakılmış,
Biraz da tekmelenmiş zayıflıklardan yapılma,
Kağıttan bir kutu bastı üstüme ansızın.
Öylesine çıkarcı ve öylesine aptaldı ki,
Ona karşı gelenlere en büyük ızdırabı,
Ayaklarının önüne bir halı misali seriyordu.
Hiçbir zaman düşünememişti değişimi ve gelişimi.
En büyük güvencesi ise tanrı olsa gerekti.
Geçti zaman, kesildi eller, kırıldı dişler,
Kalkıldı ayağa alnı ak, hırslı ve mücadeleci,
Kanımızı dahi donduran ayazlarda,
Sadece paltosu ve silahı olan askerler gibi,
Yürüdüm durmaksızın bu densiz yollarda.
Masaların üstünde meydan okurdum ona.
Ellerimi gökyüzüne açmak yerine,
Tırnaklarımı batırdım onların gözlerine.
Aktıkça kırmızı düşler o kirli çukurlardan,
Suladıkça o kurumuş dudaklarımı,
Devam edecektim her gece birilerini katletmeye.
Siyahların içinden ortaya çıkma,
Ellerimize kış günlerinde titreyerek sürdüğümüz,
Savaş boyalarını kazımıştım sırtıma.
Korkakların kabusu, güçlülerin ise savaş çağrısı olan,
O yüce sembolleri sergiledim her zaman.
Bitap düşerdi ruhum bazen lakin,
Devam ederdim bıkmadan, usanmadan,
O kendini bilmez mahluğa meydan okumaya.
Anlamsızdı kabuslarımdan korkmak.
Aldım elime bir çekiç.
İndirdim gördüğüm her camsı hayallerin,
İçi boş kafalarına.

14 Ocak 2019 Pazartesi

Saf


Yanıyor yüreğim, yanıyor içimdekiler.
Bir hançer saplıyor yüreğime zaman.
Terk ediyor beni çocukluğum.
Kayboluyorum kör karanlıkların içinde.
Tekrardan geliyor yanı başıma kaybolmuşluk.
Zannederken yağmur bulutlarının gittiğini,
Sanıyorken güneşin beni yakmak yerine ısıtacağını,
Takıldı ayağım hüznün taşlarına.
Her nefes alışımda beni deşen,
Neye sahipsem onları parçalayan,
Dipsiz ve dar bir kuyunun içine düştüm.
Durmak bilmiyor gözümden akanlar.
Yalanmış uğruna mücadele verdiğim sevdalar.
Bir böcek ezer gibi ezildi neşem.
Öylesine sertti ki darbeler ayrılamadı ruhum bedenimden.
Kavuşamadım ölüme,  mahsur kaldı ruhum.
Kış ayazına bırakmıştım kendimi, yakmıştım bir sigara.
Sigaram ıslanırdı gözyaşlarımla içemezdim.
Nasıl bir acı işlemiştin yüreğime bilemezsin.
Çıkıp gitmiştin, beraberinde aydınlığını da götürdün.
Kara göklerden beni boğarcasına yağıyordu korku.
Cenazeme mi çağrılıyordum zaman tarafından?
Yalnızlık kaplamıştı tüm geceyi.
İntihar etmişti bilincim.
Akıyordu yerlere geleceğin tahayyülleri.
Çayırlar oldu cam kırıklarıyla dolu bir yol.
Buna dikkat etmeden devam etti koşmaya o çocuk.
Kanadı sevdam, kanadı aşkım, kanadı mutluluğum.
Yitip gittim en acı veren umutsuzluğun,
Bana silah doğrulttuğu kimsesiz odalarında.
Bileklerim kesilmişti kendini bilmez bir mahluk tarafından.
Bendim kesen.
Kaptırmıştım kendimi durmaksızın yalanlara,
Ve de gerçek olmayan zamana.
Denilebilecek birçok şeye sahipti içim.
Nefret değildi bu yalnızca ama yalnızca,
Saf bir aşka ve hüzne sahipti içim.
Devam edecektim yok oluşun yanına gidip,
Hayatımı sahil kenarlarında çürütmeye.
Dinleyin bir duyguya sahip olanlar!
Yas vakti bugün, kırın kadehleri,
Taşlayın umutlu olan herkesi.
Karınlarına, başlarına, sırtlarına her yerine fırlatın dedim size!
Ölmeyenler olursa eğer hapsedin onların bir kafese.
Cümle alem bilsin içimde büyüyen yokluğu.
Boğun sevdaları seher vakitlerinde.
Denize dökün hayalleri yesin balıklar.
Bir ip bağlayın boynunuza, atlayın sonsuzluğa!
Eriyorum ben giderek şu pencerelerde.
Yanıyor canım meydan okurcasına volkanlara.
Ne kadar deprem olursa olsun!
Yarılsın ve bozulsun yeryüzündeki tüm adalar.
Bir daha var olmasın etrafımdaki güzellikler.
Kaybolayayım kimsenin bilmediği sokaklarda.
Koparılsın dilim anlatamayayım.
Kesilsin ellerim yazamayayım.
Sökülsün yüreğim bir daha sevemeyeyim.
Çanlar çalıyor uzaklarda duyuyorum.
Tüketilmiş zamanların anısına çalıyor.
O gök kubbenin altında üşümüş sevgimin ardında,
Bir patika bırakmıştım geçmiş zamanda.
Bir çırpıda yok etti o patikayı hasret rüzgarları.
Anlamsız gelirdi sana bu çile ve aşk.
Gerekçelerden ve gelecekten bahsederdin.
Şöyle cevap vereyim çiçeğim:
Yoktur hiçbir güzellik gelecekte senden başka.
Emindim bundan çünkü tutsaktım karanlığıma.
Sense çok uzaklardan bakardın bazen bana.
Ah, yok olmak, geri dönmek istemiyorum yalnızlığıma!
Uzat bana ellerini sevgilim.
Uzatsan dahi tutamazdım artık.
Sıcak damlalar okşardı yanaklarımı.
Bir tebessümde bulunuyordum sonra.
Veda edemeyeceğimi biliyordum sana.
Merak etme sevdiceğim.
Sana yazdığım şiirler geçerliliğini koruyacaktı lakin,
Dönüp geldiğin zaman uzaklardan yanıma,
Bir bak bana hala kalbim atıyor mu,
Hala nefes alıyor muyum diye!
Bedenimi bulmalısın öncelikle.
Ya azgın dalgaların yanında son nefesini veriyordur bedenim,
Ya da bir apartman dairesinde sallanıyordur tavanda.
Unutmayacaktım yazdığım o güzel duyguları.
Uzaktım mutluluğa terk etmişti beni sevincim.
Böyle gecelerde fark ettim odamın daha korkutucu olduğunu.
Bir mezardan farksızdı artık yatağım.
Etrafımda mezar taşları karşımda ise bir mezarcı.
Son bir kez daha diyerek kaçamak bir telaşla,
Yakıyordum bir sigara bir de şarkı açıyordum.
Sözleridir benim vasiyetim o şarkının.
Geldiğinde dinlersen eğer unutma ki,
Ölen yalnızca ben değildim.
Biz ve gelecek de öldü.
Fakat açarsan eğer kilitlediğim kafesleri,
İşte o zaman razıyım her gün ölmeye.
Azalıyordu zamanım giderek.
Terk etmem gerekiyordu uykuyu.
Kapatamadım gözlerimi bir anahtar sakladım odamda.
Gelirsen eğer okursan bu gün yüzü görmemiş yalnızlığımı,
Elveda sevgilim ben çoktan gitmişimdir o kayıp diyarlara.
Camı kırık kum saatinden akıyor ölüm,
Yavaş yavaş ıstırap çektirerek.
Gözüme kaçıyor toz bulutları.
Ne yapacağımı bilmeyen bir vaziyette,
Bir balta aldım kesilmiş elime.
Var gücümle vurdum ağaçlara.
Yok ettim yaşamın bulunduğu korkudan ırak ormanları.
Çığlıklar atardı ağaçlar ve kuşlar kulak asmazdım.
Öfke değildi bu sevdiceğim.
Bu yalnızca kucakladığım yok oluşun,
Tanrıdan izinsiz bir şekilde başlattığı kıyametti.
Kıyım cezasına çarptırılmış Romalı askerler gibi,
Vuruyordu bana yaşam insan kemiklerinden yapılma bir sopayla.
Dağılıyordu yüzüm, kırılıyordu dişlerim.
Yığılıyordum yerlere kan revan bir biçimde.
Yas tutmanın manası yoktu linç edilmiş bedenime.
Ne de olsa bizler hiçliğin birer yansımalarıydık.
Daha ötesi değildik, olamazdık da zaten.
Yüklediğimiz anlamlar, bulduğumuzu zannettiğimiz mutluluklar,
Hepsi bir göz kırpışımıza bakmaktaydı.
İnkar edemezsin bunları.
Ediyorsan da dön bak dünyaya.
Kaç tane insan senin umurunda?
Kaç mahlukatın umurundasın?
Doğduğun ve yaşadığın bu dünya,
Yok oluşun ertelendiği aptal bir sığınak sadece.
Milyarlarca insan geçip gitmiş bu diyardan.
Hangi birini anlayabiliriz ki?
Kimseyi anladığımız falan yok aslına bakarsan.
Kendi kafesimizin içinde yarattığımız evrenleri,
Bu küçük gezegene sığdırmaya çalışırken,
İnancımdan oldum ben düşürdüm gardımı.
Yere sapladım büyük bir hınçla kılıcımı.
Hayatta kalmak için çırpınan bir balık gibi,
Bağırıyordum gömdüğüm tüm kederlerime.
Paslı zincirler sallanırdı kuyunun tepesinden.
Sararlardı beni aydınlığın yerine.
Kendi kendine bir şarkı mırıldanırdı içim.
Güzelim içkili gecelere saklardım acılarımı.
Kırdığım kadehlerin parçalarını toplardım yerlerden.
Yeni bir kadeh yaratır,
Kim olduğumu unutana dek içerdim.
Hiçbir umudun bekçisi değildim.
Tek bir umut hariç!
Boyası akmış plastik düdükler çalıyordum,
Aşk pınarlarını kana kana içemeden kurumuş dudaklarımla.
Bir şeytanı andıranlar sıcacık yataklarında hesap ediyorken neşeyi,
Geçiyordum camlarının önünden bir karabasan gibi.
Kaldırımlarda oluşurdu ufak göletler.
Sokakların sonunda bir başına beni bekleyen nöbetçiler,
Bir ateş yakmışlardı akşam vakti.
Düşünmeden atılmıştım o cehennemi anımsatan ateşe.
Yakılmıştı sahip olduğum her şey hüzün tarafından.
Yoktu hiçbir çözümü bu çaresizliğin.
Yaradılış bir kenara, yaşayış zorlamıştı beni buna.
Böyle gördüm, geçirdim, yürüdüm ben.
Böyle sevdim seni.
Yazdığım son şiir değildi bu,
Döktüğüm ve dökecek olduğum son gözyaşı da!
Bir bayrak çekiyordum kaybolmuşluğun göklerinde.
Sona eriyordu tükettiğim zaman.
Azalıyordu insanlığım dönüşüyordum bir yaratığa.
Kendi adımı bile unutacaktım gelecekte belki ama,
Unutmayacaktım hiçbir zaman ne acılarımı,
Ne de uğruna gözyaşı döktüğüm sevdaları.
Geri döneceğim bir gün merak etme.
Ne kadar kırılsam da ezilsem de,
Utanmaz bir adam haliyle çıkacağım karşına.
Çünkü veda etmek istemiyordum sonsuzluğa.

11 Ocak 2019 Cuma

Kanlı Zincir


Uzun bir hikayeyi anlatırcasına yağdıktan sonra yağmur,
Geri döndüm yokluğun eksik olmadığı sahillere.
Işığın geçemezdi bulutların ardındaki,
O kaybolmuş zamanın yürek burkan bir gülümsemesinde.
Döktüm kağıda bunca zamandır sakladıklarımı.
Bir çabadan ziyade zorunlu olarak terk edilen,
O mahzun gün batımlarının güzelim hüzünlerinde,
Yaktım kendimi geçmişime ağlayarak.
Ne yaşayamadığım hayatı severdim,
Ne de gelecek günleri hayal etmeyi.
Yanık kokan kimsesiz kaldırımlardan,
Eksilmiş bir vaziyette her geçtiğimde,
Anladım mutluluğun benim için imkansız olduğunu.
Eksik olmazdı masalara güzel bir akşam yemeği gibi,
Büyük bir düzenin içinden fırlama düşünceler.
Ne için azap çekmeye devam ettiğimi bilmeden,
Bir ruhsuz gibi yaşadım çaresizce ben.
Ölmezdim, öldüremezdim de içimdekileri.
Yalnızca saklayabilirdim elimden geldiğince.
Kese kağıdı kadar hassastı yüreğim.
Ne zaman yeni bir acı koyulsa içine,
Yırtılırdı sevdalarımın ağzı, dökülürlerdi yerlere.
Basıp geçerdi üstlerinden yalnızlığım.
Sahip olamadıktan sonra hiçbir şeye,
Sahip olunmadıktan sonra hiç kimseye,
Manası yoktu sevgiyi dostum bellemeye.
Bir ziyaretçi edasında uğrardı evime umut.
Bir iki lokma yedikten sonra,
Çıkıp giderdi gönlümün kapılarından.
İsyan ateşi gittikçe büyürdü içimde.
Bembeyaz, sütten çıkmış bir ak kaşık gibi olan,
O çaresizliğin yürüyüşlerindeki askerleri,
Çalı çırpının içinde ölene dek yakmak istedim.
Hissedemezdim hiçbir güzelliği içimde.
Tekrardan dönüyordum belki de eski halime.
Yapılan hataların arkasından beliren suretler,
Bitmek nedir bilmeyen bir kabusu yaşatırdı bana.
Gözlerimi açtığım halde devam ederdi bu ölüm çağrısı.
Bunca zamandır ipte sallanan bedenler,
Anlatmaya çalışıyordu bize gerçekleri.
Yeterli gelmezdi içimizde büyüyen o ulvi güç.
Yaratıcıyı kendi ellerimde bulmuş olmama rağmen,
İzin vermedi yalnızlığım mutluluğu yaratmaya.
Düşüncelerin bir sis gibi gözümüzü kapatmasıyla,
Buldum kendimi ben geleceğin mezarlarında.
Her bir tabutun içinde bir başka hikaye yatardı.
Ebediyetin tokmaklı kapılarından geçerken bir başıma,
Takıldı ayağım yokluğun sarmaşıklarına.
Yetmezdi meleklerin gücü beni oraya ulaştırmaya.
Bir ben ölüyordum her gece bir de içimdeki.
Kaybediyordum insanlığımı, dönüşüyordum bir mahlukata.
Günahkarlığın diz boyu olduğu akşamlarda bazen,
O aranılan suçluları öldüremezdim hiçbir silahla.
Asardım kendimi sonra bir darağacına.
Karanlığın eksik olmadığı zamanlarda,
Bıraktım ardımda yok olanları.
Umursamadım hiçbir zaman nefes alan beni.
Bir örtüyle kapattım üstümü ben,
Dalgalarda boğulurken ruhum.
Tezat duyguların anlattığı yalanları,
Aklıma gelebilecek her saniyede sakladım içimde.
Devam ettim ölmeye, devam ettim kaybolmaya.
Bir yazı bıraktım bir masanın üstünde.
Kanadı sevgim, kirletti boynumdaki zincirleri.
Vurdular bana her sabah bu yüzden.
Korktum defalarca yaşayamamaktan ben.
Ah yokluğun duvarları!
Sevdim sizleri, lakin öldüremedim kendimi.