31 Aralık 2019 Salı

Sükut


Ömrünü heba etmiş bir ışığın son nefesine gizlediği hiddeti,
Ve bu vurdumduymazlık intiharının sonsuz sükunetini,
Acıyla, çaresizlikle kazıyordum aklımın duvarlarına,
Ya da bitkin düşmüş kollarına.
Ayaklarımı kanatan sokaklardan ne zaman geçsem,
Gözyaşım dağılırdı artık.
Uğurlarına kendimi sattığım pazarlama cehennemlerinde,
Zebanilerimi avuçlarıma hapseder olmuşum.
Güneşin narince omuzlarını öptüğü tepelerde,
Çığlıklar atarak mahvolmuşum.
En kutsal vazifeme ihanet ettiğim kadehlerden,
Kabusların nefesimi kestiği gecelere dek,
Sürekli aynı zulmün içerisinde kaybolmuşum.
Patlamıyordu volkanlar, sönmüşlerdi,
Nasıl umudun yıldızları bir anda sönüyorsa.
Oysaki ben ebediyete dek,
Sevda başını alıp gidene dek,
Göze almıştım şiirlerimle yanmayı.
Ne yalnızlığımın kızgın magması kalmıştı ardımda,
Ne de arsızlığımın bol kıskaçlı okyanus akıntıları.
Kaybetmenin beraberinde alıp götürdüğü inanç,
Artık yok!
Sevmenin ruhumla birlikte beni yaktığı ateş,
Artık yok!
Boyun eğemeyecek kadar katılaşmak mıydı güçlü olmak?
Yoksa manasız bir çaba mıydı kendimi yaratmak?
Gözyaşlarıydı eskiden kalemimin mürekkebi.
Şimdi ise birkaç zaman kırıntısıyla harap ediyorum içimdeki suskun dizeleri.
Uyandım lakin hala devam etmekte yatağımda rüyalarım.
İlk kez nefret ediyordum kazanmaktan bu kadar.
Hiçi kazanmak adına varın tamamını tüketmek, vardan vazgeçmek.
Anlam bulmak adına tüm cevapları terk edip gitmek.
Lakin gidememek, öylesine bir iki kadeh kaldırıp tanrıya küfretmek.
Neden bir günah olarak sayıldı ki geçici fakat gerçek benliğim?
Neden bir hata olarak adlandırıldı ki sevgim?
Önce soğuğa terk edildim, biraz dayak yedim.
Sonra kanımla seviştim, karanlıkla bütünleştim.
Sonunda ise kendimle yüzleşip hayatın akışını seyrettim.
Kurduğum barajların tamamı,
Yalnız oluşum gerekçesiyle yıkıldı.
Sakladığım sözlerin hepsi,
Yaşamak yalanıyla yakıldı.
İznim olmadan, hiçbir soru sorulmadan,
Faşist bir ülkenin marşını ezberlettiler bana.
Mana taşımazdı artık hiçbir veda.
Beni geri getiremezdi artık hiçbir cefa.
Yalnızca geçip gider, cinayetler değişir.
Bitmek nedir bilmez.
Bildiğimi ya da en azından tahmin edebildiğimi zannederdim.
Göremedim yeni doğan günün ardına saklanmış olan çileyi.
Hissedemedim beni benden çalacak olan o müdavim sessizliği.
Hareket edemedim, izin vermediler bana.
Teslim ettim kendimi bu saygıdan yoksun dünyaya,
Ve de bu sonsuz sükuta.
Alıştım, belki de bu soysuzluğun içine karıştım.
Eskiden de yoktular, şimdi de yoklar.
Gelecekte ise anlamsızlar.
Ne ben ne de kanatlarını kesmiş minik bir serçe,
Bağırabilir, bozabilir bu soluksuz işkenceyi.
Kanaya kanaya, en çok da ağlaya ağlaya,
Sona erecekti bu hezimet.
Yeni şairler doğacak, inecekler yere gökyüzünden.
Ben bu amansız yollarda heba ederken kendimi,
Bana güzel bir şiir okuyacaklar.
Bana içi kanla dolu bir vasiyet bırakacaklar.

4 Aralık 2019 Çarşamba

Bekçi


Gaddar cümlecikler bir dans gösterisi sergiliyorken,
Türküler tutturarak volta atıyorken sokaklarda intihar,
Saklanmıştı, o güzel, hatalarımın üstünü örten düşünceler.
Yıldırımların ve yağmur damlalarının şımarttığı ormanlarda,
En çok ben kayboldum lakin yine de o ürkütücü yollarda koştum.
Aşkımı hapsettiğim dolabı defalarca tekmeliyorken,
Bir de ne göreyim benmişim hep varlığı çiğnenen!
Gözlerime baksalar nereye gideceklerini unuturlar,
O binlerce yıldır ruhumuzu tüketen kara umutlar.
İtaatkar bir yalnızlığın uyguladığı her bir emir,
Tırnaklarımı koparacak olan diğer zaman kırıntıları için,
Yalnızca ama yalnızca büyük bir ihanet demekti.
En büyük cezaymışım kendime ben.
En ufak sanatkarıymışım cinayetlerimin ben.
Tane tane akıyorken gözlerimden kirli akşamlar,
Kadehlerde harcamışım tek kullanımlık dizelerimi.
Hangi vicdanın koynunda, donmamak uğruna tükürecektim hayata?
Emsali görülmemiş, devasa bir savaş meydanında,
Kaskımı çıkarmış, kılıcımı ise mezarıma saplamışım.
Kainatın ölüm melekleri sürekli aynı hikayeden bahsederdi oysaki.
Avuçlarıma sığınan masumiyeti değil,
Boynumu kesen, hislerimi acımadan ezen yalnızlığımı yaymışım,
Bu sonsuzluğun kurak topraklarına bir peygamber misali.
Ciğerlerim parçalara ayrılıyordu.
Yaktıklarımın külleri ise çaresizliğimi okşuyordu.
Son nefesimi veriyormuşçasına,
Acıklı bir sahne oyununu sunar gibi,
Tanımlayamadığım bir hızla birlikte,
Hatıralarım geçiyordu gözlerimin önünden.
Gideceklerini zannediyorken tuttular her iki yakamdan.
Öpemiyordum kraliçenin dudaklarını.
Tutamıyordum o zarif ellerini.
Sarhoş olamıyordum saçlarının kokusuyla.
Sürekli aynı acı vuruşları kanatıyordu zihnimi.
Duyabildiğim tek ses yalnızlığın çığlığıydı.
Kulak astığım tek cümle kraliçenin çağrısıydı.
Birkaç kum tanesi girerdi ayakkabılarımın içine.
Zoraki bir isyanın attığı naralar ve gönlümün volkanlarıyla,
Kapatıyordum gökyüzünü bir kez daha gülmek adına.
Bir iki serzenişin hemen ardından gelen yanılgıları,
Sigaramın içine saklıyordum henüz yakmayacağım.
Eğer ki bir gün mahşerin atlıları geçerse,
Hala ne yazık ki nefes alan cesedimin üstünden,
Eğer ki bir gün opera binası yıkılır ve molozları çiğnerse kan kusan çocukluğumu,
Ancak ve ancak o zaman çekecektim içime aptallıklarımı.
Yeniden öten bülbüllerin,
Korkudan titriyorken yere düşürdüğü tüylerden birini,
Bir armağan olarak koluma kazıyacaktım.
Acınası ve günahlarla dolu saniyelerimi,
Böyle cenazelerin mezarlarına bir çiçek niyetine ekecektim.
Bir saat büyüyüp gelişecekti bu korkunç ütopyada.
Yasımı tutuyorken cinayetimin bekçileri,
İki soru hükmetti onların nasırlaşmış akıllarına:
''Ya mezar çökerse?''
''Ya bir gün yeniden yanımıza gelirse?''
Mutluluk tarafından aforoz edilmiştim belki de.
Fakat bu seslerden ırak yatakhanelerde,
Anlaşılırdı ebedi uykunun neye benzediği.
Gözlerim değil hayallerimin kapısı açık bir vaziyette,
Sonuna geliyordum bu kahramanını kaybetmiş hikayenin.
Dilediğim özürler yalnızca hakikati biraz daha anlamlandırdı.
Kestiğim bileklerse bugünkü vedayı kaçınılmaz kıldı.
Korku?
O yalnızca bir gözünü kaybetmiş,
Değer verdiği tek şey bahçesi olan,
İnsanlıktan yoksun yaşlı bir bunaktan farksızdı.
Karanlığa adım attığım her anda,
Sanki bu dünyaya fazlasıyla ışık saçıyormuşum gibi,
Eline bir tırpan alıp aydınlığımı iyice hırpalardı.
Kahkahalar atarak hakaretler yağdırırdım yere yığılmak üzere olan bedenine.
Kısa süreli bağırışların ardından, bir başıma kalırdım karanlıkta tekrardan.
Ayak izlerim unuttururken bana eksik kalmış bir yaşamı,
Kopan bir inci kolye gibi yere saçılırdı kelimelerim.
Üstlerine bastığım ölümsüz fikirlerim,
Böyle anlarda başlardı birkaç kadeh içmeye.
Gerisi acıydı, karanlıktı, seyircilerini terk etmiş bir sinemaydı.
Sürekli olarak dönerdi anılarımın çarkları.
Mola nedir bilmeden devam ederdi sergilenmeye zayıflığım.
Nasıl bir bağımlısıydım yok oluşun, orası meçhuldu.
Tıpkı iki farklı dünyanın birbirine bağlandığı cehennemin,
Hangi sokağında mutluluğun karşıma çıkacağı gibi.
Komplo teorilerine lüzum yoktu, ya da birkaç sayfalık gazetelere.
Ben bu labirentin içinde çoktan kaybolmuştum.
Başımı duvarlara çarptığım her anda, kendimi bir başka uçta bulmuşum.
Hayat kısa değildi, çektiğim acılar uzundu.
Cinayetimin failleri onlar değildi, yaşama karşı tutunuş mücadelelerimdi.
Bazı anlar unutulup giderdi belki bir kapı arasından lakin,
Arkalarında bıraktıkları bir ömür boyunca nefesimi keserdi.
Kurmaktan sakındığım, henüz kendimi bütünleştiremediğim cümlelerim,
Bazen duvarlar gibi üzerime gelirdi.
Ölmezdim, sevmezdim de böyle kısa vadeli cezaları zaten.
Ama bilirdim.
Hiçbir şeyi bilmediğim kadar,
Gökteki yalnız adama karşı gelişlerim kadar,
Hayata karşı aldığım siperlerde kendimi öldürüşlerim kadar,
Bilirdim fakat ölmezdim, ölemezdim.
Sadece yüreğime bakar,
Halini hatrını sorduktan sonra,
Devam ederdim karanlıkta dolaşmaya.
Bir kez daha sonuna gelinmişti şişenin.
Bir kez daha uğruna şiirler yazıldı gecenin.
Anlaşılan bugün yanıma gelmeye hevesi yokmuş ecelimin.
Eskiden bekçisi olmadığımı zannederdim kimsenin.
Yanılmıştım, ben bir bekçiydim.
Fakat ne kraliçeyi ne de seçkini beklerdim.
Ben yalnızca karanlığın, sonsuzluğun ve de hazinemin bekçisiydim.
Ben yalnızca ölümlerimin çaresiz ve delirmiş biricik şairiydim.

6 Kasım 2019 Çarşamba

Yalnızlık


Bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışırken yara bere içinde kalmış,
Gözyaşlarıyla ayağa kalkmaya çalışan bir çocuğa benzerdi,
Uzun zaman sonra ilk kez çığlık atan hatıralar.
Bazen tek bir kelimeden bile yoksundur yaşadıklarımız.
Ve bazen katilimiz olur çaresizce ördüğümüz duvarlarımız.
Nice ayyaş geceler geçer sonra,
Hani şu hiçbir zaman kendimizi bulamadığımız.
Kudretli bir acı, hevesi kursağında kalmış bir yankı...
Yalnızlığımın koridorları kanatmakta duygularımı.
Bu üzerlerine korkarak bastığım parkeler miydi benim nidalarım?
Şu uzaklardan bana gülümseyen yaşamak sancısı mıydı beni harcayan?
İmkansız bir boşluğun vurdumduymaz sarmallarından sıyrılıp,
Düşlerimi ve de kadehlerimi doldurduğum galaksiler,
Anlatırdı yüreğime başka bir yolun mümkün olmadığını.
Kutsal bir yağmur yağardı sonra hatalarımın üstüne.
Lağımlarda gezinirdi sevdalarım.
En büyük yalancıydı tüm bu olan bitene karşılık sessiz kalan gece.
Bu yüzden zihnimin üzüm bağlarını keserdi cevabı meçhul bir bilmece.
Antik bir işkencenin yarattığı yıkımları mızrağıyla kalbine saplayan,
Cahil ve bitkin düşmüş bir yerliydim.
Mevcudiyetimin, sevgimin ve sonsuzluğumun ektiği tohumları,
Hınçla ağzımda çiğneyişim hep bundandı.
Ormandaki ağaçların uzattığı yardım ellerini,
Geçmişimin kiniyle ve getirdiği gaddarlıkla kesmiştim.
Yalnızca onları değil!
Ümidi de kesmiştim bir ceset kadar soğuk olan bir masada.
Bu düzenin riyakar çarklarını ateşe veren,
Zaman kadar yıpratıcı bir kundakçıydım aynı zamanda ben.
Tek tek işlemiştim kemiğime küllerini.
Korkarak dokunur ve öperdim eski günleri.
Dudaklarım kanlar içindeydi.
Ah!
Ne zaman kalkacaktı üstümden geçmişin yükü?
Geleceğin vahim ümitsizliği ve geçmişin kirli melankolisiyle,
Şimdiki zamanımı sarıyordum bir sigara niyetine.
Ben yakmadım onu, sizler yaktınız.
Sonrasındaysa dumanından şikayetçi oldunuz.
Oysaki sizin var olma çabanızdı çakmağın ta kendisi.
Ne yazık ki her zaman devam edecekti bu manasız haklılık mücadelesi.
Kimse bakmıyordu gökyüzüne.
Kimse dokunmuyordu yüreğine.
Öylece izleyip duruyorlardı kanımızı emen yaşamak işkencesini.
Keyif nedir bilmezler bir anı mahvetmeden.
Sevmek nedir bilmezler bir kalbi kırmadan.
Aşk nedir bilmezler bir bedeni kullanıp atmadan.
Bilmezler lakin bildiklerini zannederler.
Yüreğimi kapattığım gibi kulaklarımı da kapattım.
Aksi takdirde günah keçisi olacaktım onların.
Bir cenaze daha kalkıyor yüreğimden.
Meydan muharebesinden farksızdı içimin bir kısmı.
Yıllarca süren, mutluluk uğruna gerçekleştirilen soykırımlara,
Nedense bir insan dahi bulunmuyordu bir itirazda.
Silahlanma yasağı mı getirilmişti gardiyanlara?
Yoksa kurban mı gitmişlerdi zamana?
Hiçbir sesin tınısı kol gezmiyordu sokaklarda.
Belki de ilk kez dikkat etmişti yüreğim bu yoksunluğa.
Bir gün bu diyarları terk etmenin hayaliyle adeta yanıp tutuşan,
Lakin istifini hiç bozmayan, giderayak hesabıyla elleri cebinde yürüyen,
Yaşlı bir adam geçmişti yalnızlığımın yanından:
''Beyefendi kusura bakmayın rahatsız ediyorum sizi bir gece vakti.
Özür dilerim lakin bir soru var aklımda durmaksızın beni bitiren.
Eğer sormazsam şimdi size bakamayacağım bir daha hiçbir göze.''
Bu cümlelere karşılık ''Tabii buyrun.'' der gibi öne eğdi başını.
Ne yaptığımı kendime sual etmeden devam ettim konuşmaya:
''Herkes haini olmuş yüreğinin.
Artık hiçbiri koruyucusu değildi sevginin.
Bilmem nasıl anlatayım.
Ne zaman bir mana kazanacak varlığım?''
Yaşlı adam gözlerime baktı önce, sonra biraz düşündü ve cevap verdi:
''Hiçbir zaman evlat.''
Hayrete düşerek bir soru daha sordum:
''Neden? Siz kazanmadınız mı?''
Bir sigara çıkarıp yaktı sol cebinden, devam etti konuşmaya yere bakarken:
''Kazanmak mı? Kazanmak imkansız. Fakat yaratmak mümkün. İnsanlar sürekli gerçek olamayacak bir güzelliği bulmanın peşindeler. Dokundukları her bedende, içtikleri her içkide, gittikleri her yerde bir mana bulmanın peşindeler. Ne kadar yazık, bilmiyorlar ki bulamayacaklar. Ümitlerini, vakitlerini boşa harcıyorlar. Eğer sen de arayanlardansan genç adam, üzgünüm ki sen de kölesi ve aptalı olmuşsun bu düzenin.''
Bu sözlere karşılık yutkunamıyordum bile.
''Nasıl yaratacağım?''
''Yaşayarak!''
''Ne zaman yaşayacağım?''
''Affettiğinde.''
''Kimi affettiğimde?''
''Kendini.''
''Affetmezsem ne olacak?''
''Affetmezsen eğer yakındır gerçek cinayetin.''
''Cinayet mi? Kim olacak ölen?''
''Üzgünüm ki sen.''
''Kim olacak katil?''
''Yeniden üzgünüm ki sen.''
''Peki siz affettiniz mi?''
''Affetmeseydim, şu an burada konuşuyor olmazdım seninle.''
Derin bir sessizlik ve acı dolu bakışlar aldı sonra bu konuşmanın yerini.
Yaşlı adam bu çaresizliğimi görmüş olacaktı ki yanıma oturup bir sigara da bana uzattı.
''Yıldızlar ne kadar da güzelmiş.'' dedim içimden. Evet öylelerdi. İnsan kendi duvarlarının içinden uzun zamandır çıkmadığında en çok sevdiği şeyleri bile unutabiliyormuş. Fakat benim için içeride ebediyete dek kalsam dahi unutmayacağım bir şey vardı: O da sevgiydi. ''Hem bu kadar yapıcı hem de bu kadar yıpratıcı olan, adeta büyük bir kumardan farksız olan bir duygu için ömrünü neden heba ederdi ki insan?'' diye sordum kendime.Çünkü gerekirse bu cehennemin en sıcak katmanında olalım, gerekirse bu boşluğun en karanlık köşelerinde kaybolalım, varlığımıza anlam katan tek duyguydu sevgi. ''Eğer ki sevgi güçlüyse yoksulluğumuzdan uçsuz bucaksız bir tutkuya ve de umuda dönüşürdü her zaman var olacak olan.'' Parmaklarım acıyordu, sigaram bitmiş meğersem. Etrafıma baktığımda yaşlı adam yoktu, gitmişti. Ne kadar zaman geçmişti oturduğumuzdan beri bilmiyordum. O sessizce kalkıp gitmişti belki de yanımdan ama yanıtları ebediyete dek taht kurmuştu zihnime. Kasvetli bir fırtınanın ardından ortaya çıkan bir gökkuşağının getirdiği huzur kadar huzurlu hissediyordum nedense. Sakin ve çocuksu hayaller kurarak yürümeye başladım sokaklarda. Kendimi affetmenin yarattığı bir durgunluk değildi bu. Tek başımayken birinin tesadüfi bir şekilde karşıma çıkmasıyla yalnızlığıma kısa süreli de olsa eşlik etmiş olmasından kaynaklanıyordu bu durgunluk.
Belimdeki kemere geçirdim yıldızları.
Uslanmaz bir çocuk gibi takip ettim karanlığı.
Derken kaçtı gece benden.
Sorarken kendime neden diye,
Sonradan vardım farkına güneş doğuyormuş meğersem.
Baktım hatıraların ip gibi dizildiği dağlara.
Aşkından virane olmuş adamların cesetlerini çiğneyen dalgalara da baktım.
İki ihtimalin olduğunu ancak o an anladım.
Ya yalnızlık olacaktı benim kurbanım,
Ya da ben yalnızlığın.

28 Ekim 2019 Pazartesi

Asi


Puslu bir geceden arda kalan yakarışların yarattığı yıkımları,
Yoksunluğa en çok yaklaştığı anda sevdi içim umarsızca.
Bir ayağı çukurda olan aşklarımın tohumlarıysa,
Saçılmıştı adeta gönlümün kurak tarlalarına.
Vaktinde son nedir bilmeyen bir zaman savaşçısıydım.
En büyük aydınlığımdı sevdalarım.
Bilmekten acizdim meçhul geleceğin koparacağı ömürleri.
Kutsal su pınarlarının yanından geçerken,
Hüznün taşları kanatmıştı dizlerimi.
Cinayetlerimin çaldığı yarınları,
Büyük bir korkuyla doldurmuştum ceplerime.
Yırtıldı benliğim, çığlıklar sardı etrafımı.
Baktığım her aynada, su birikintisinde,
Ecel nedir bilmeden parçaladığım içimde,
Hangi kıyametten sağ kaldığını bilemediğim bir eski vardı.
Şafak vaktinde yüreğimden dışarıya fırlayan,
Düşmekten korktuğum merdivenleri umursamadan koşarak çıkan,
Tanımlanamaz bir yeni vardı parmak uçlarımda.
Pişmanlıktan ve kaygıdan yoksun sevişmelerin azametiyle,
Söndürmeyi beceremediğim bu yangınlarda,
Kaçıncı kez yanmaktaydı masumiyetim?
Vebalı bir yüreğe sahiptim oysaki ben.
Karanlığımı yaydığım halde yalnızca saflığımdı ölen.
Sevdalarımdan yoksun tepelerde,
Yalnızlıktan kaçmak ümidiyle sürdüğüm atları,
Kim bilebilirdi ki kaç kez kırbaçladığımı?
Tanrıyla günah çıkarmak yerine,
İhtimalleri infaz edip cesetlerini yiyordum.
Doymuyordu karanlığım daha fazlasını arzuluyordu.
Kapı kapı dolaşıp mutluluk dilenmenin aksine,
Mezarlıklarımdan melankoli çalıyordum.
Ne zaman bir cinayet işlesem öteki diyarlarda,
Yağmurlar yıkamaya çalışırdı kimsesizliğimi.
Toprak ise saklamaya.
Tek hissettiğim duygu, ağır bir korkuydu.
Cevapsız sorularla delik deşik ederdim zihnimi.
Masamın köşesinden göz kırpıyordu bana belki de aşk.
Lakin ben artık bitap düşmüş bir savaşçıydım her ne kadar istemesem de.
Sağır olmuştu kulaklarım, duyamazdım.
Kesilmişti ayaklarım, adım atamazdım.
İnfaz edilmişti inancım, inanamazdım.
Ben artık hiçbir var oluş ihtimaline tutunamazdım.
Opera binasının bir başka odasına daha hapsedilmişti yeni heyecanlar.
Oysaki gecenin gözleri her daim süslemekteydi çaresizliğimi.
Sevişir olmuştum karanlıklarla.
Hiçbir gerçeği göremiyor oluşumdu tek fayda.
Sürekli bir isyanın azgın alevlerinde,
''Neden?'' der gibi kanatmaktaydı yüreğimi bilincim.
Suskun bakışlar eşlik ederdi sonra kıymetsiz zamanımıza.
Durmaksızın rüyalarıma girerdi gerçekliğime olan hasretim.
Bundandır ki uykularımı artık sevmezdim.
Asi bir gencin yalanlarına benzerdi kendi cennetim.
Gençliğimi olmasa da asiliğimi kaybetmişim.
Meğersem ben en çok bunu severmişim.
Bu palavralarla dolup taşmış hapishaneden,
Bundan mütevellit ki en çok ben firar etmek istemişim.
Ne olur engelleyin gönlümün gardiyanlarını.
Aksi takdirde ecelim olacak bu yalnızlığın korkaklığı!

12 Ekim 2019 Cumartesi

Yaşamak


Usulca başımı sola doğru çevirdiğim vakit,
Bu gördüğüm kaçıncı sükunet, kaçıncı cinayet?
Çığlıklarım, içten içe yardım çağrısıyla birlikte,
Giderek hiddetlenen, beni boğan bir ateşkes teklifine dönüşüyordu.
İsyanımı sonlandırmam karşılığında yalancı bir huzur,
Sahtekar bir ümit kazanacaktım umarsızca.
Efkarın adım adım kapıma yaklaştığı,
Yalanların dört bir yanımı sardığı,
Yalnızlığın bulutların arasından geceme karıştığı bir anda,
Zaman beni parçalıyorken,
Tüm bu dalaverelerin tepesinden,
Günahlarımı seyrediyordum.
Mezar taşlarından yoksun mezarlıklarımda,
Üşümüş aşklarımı ziyaret ediyordum hissetmek umuduyla.
Yerin altına çekiyordu beni kara topraklar.
Halbuki yanılgılarımı dahi kabul etmeyen birer korkaktı onlar.
Ne değişmişti?
Kim ölmüştü de bu soysuz değişim bir anda gerçekleşti?
Yabancı olduğum kalabalıkların boğucu havasını atlatıp,
Bilmediğim diyarlara ayak bastığımda,
Bilmelisiniz ki bir ağıt yakıyordum hatıralarıma,
Ve de üstü açık kalmış cansız vücuduma.
Ölüm ayırmamıştı beni kendimden.
O güzel bir düştü aslında lakin,
Rüyalarına ihanet eden bir hiçtim ben.
Yanlış zamanlarda alınmış doğru kararlar,
Veyahut teknelerim alabora edildiğinde ortaya çıkmış düzenbazlıklar,
Durmaksızın gençliğimi harcayan tiyatral sahtekarlıklardı,
Beni kendimden ayıran ve beni bir köşeye hapseden.
Nasıl bir hakarete maruz kaldıysa çocuksuluğum,
Kaçmış herkesten, benden bile ben ona muhtaçken!
Siz hiç anıların söylediği şarkıları,
Bedeninize kazıyarak dinlediniz mi?
Ben dinledim sonrasındaysa ezberledim.
Sahilleri, evleri, içilen içkileri ve hissedilen güzelliklerin hepsini,
Kaybolduğumda, ağladığımda, yalnızlığın ateşinde yandığımda,
En çok da yok oluşuma yaklaştığımda ezberledim.
Bir dünya yarattım onlar için.
Kimisine göre cennetten farksızdı,
Kimisine göreyse cehennemden.
Benim içinse bir veda aynı zamanda da bir karşılama merasimiydi.
Dizlerimi okşamaya başlamıştı kara topraklar.
Neyse ki biraz daha vaktim vardı.
Sahi vakit neydi?
Ne kadar önemi kalmıştı ki artık?
Hayatımı bir çetele tablosuna sığdırmamı mecburi kılan,
Manasız bir hırsızdı aslında.
Çaldığı şey ise hazinemdi.
Benim hazinem bu dünya zamanında,
Göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürede değerini yitiren,
Fakat ulvi evrenlerimdeyse var oluştan bile öte olan,
Satın alınamaz, yok edilemez bir çelişkiler eseriydi.
Gösteremezdim kimseye yalnızca biraz anlatabilir veya açıklayabilirdim.
O her daim duvarlarımın ardında kalacak olan,
Güzel bir mihenk taşına benzerdi.
Çığlıklarımı yakmalıydım şüphesiz ki düş ormanlarımı tahrip ediyorsa.
Gölgelerimle, maskelerimle gülünç bir tavır takınarak bütünleşen,
Canavardan daha karanlık, zifiri olan bir suret çarpmıştı gözüme.
Birkaç ağaç dalına tutunarak çektim kendimi yukarıya,
Dizlerimi öpen kara topraklardan kurtulmak adına.
Saatlerce dolaştığımda diğer mezarlarımı,
Durdu aniden, gözlerim gözlerini bulmaya çalışıyorken.
Soğuk fakat yumuşak elleriyle okşamaya başladı saçlarımı.
Dudaklarıma yaklaştığını hissedebiliyordum ağlayarak.
Konuşmaya başladım bir tahminde bulunarak:
''Opera binasında da, odamdaki kapının ardından da olduğu gibi,
Burada da beni izlemektesiniz sanırım kraliçem.
Şeref verdiniz lakin gelişiniz benim için geç, sizin içinse erken olmuş anlaşılan.
Lütfen beni şu an için öpmeyiniz.
Ama beni sevebilirsiniz.
Bu aralar fazlasıyla hasretim ne de olsa sevgiye bilirsiniz.
Ben size ihanet etmem bunu da bilirsiniz.
Bu aldatmacalarla dolup taşmış tımarhaneden olabildiğince fazla hastalık kapmış bir vaziyette gelmek, kavuşmak istiyorum size.
Zira size gelirsem eğer şimdi karanlığım sizinkine pek yeterli gelmeyecektir.''
Dudaklarıma olan yakınlığının aniden kesilmesiyle bir sıcaklık hissettim içimde.
Lügatımda bulunan hiçbir kelimenin karşılık bulamadığı,
Hiçbir benzetmenin yeterli olamadığı,
Hiçbir kalıba sokamadığım, sığdıramadığım bu hissiyatı,
Saklamaya çalışarak saygıyla öne eğdim başımı.
Geri döndüm üşümüş aşklarımın mezarına.
Tekrardan başladı kara topraklar beni sarmalamaya.
Gözyaşlarım sulamaya başladı durmadan çiçekleri.
Ben sevdaların arsız çocuğuymuşum her daim sokaklarda kaybolan,
Kendi yalanlarının, korkaklıklarının içinde kuşkusuz hep yalnız kalan.
Duygularım fazlaydı onlara ev sahipliği yapan bedenime.
Bu yüzden onları türetip pazarlamıştım bazı kimsesizlere.
Bazen gecenin herhangi bir saatinde,
Bir eskici, bir korkak, bir yalnız, bir günahkar, bir isyankar,
Ya da bir bendim acıyla bir bütün olan.
Gönlümün saati bozulmuştu.
Bundandır ki yanlış zamanlardaki imkansızlıklara tutulmuşum.
Yakamı bırakmıyordu yalnızlığın mutlak monarşisi.
Devrim hayalleriyle yanıp tutuşan o çocuksa,
Şimdilerde bir kuyumcular çarşısında mücevherler işlemekte yüreğime.
Kurtuluşu ise benim kaderimin nereye varacağına bağlıydı.
Ağızlarını ellerimle kapadığım gerçeklerim,
Çok önceden canımı acıtmaya başlamıştı.
Artık her iki avcumda da birer tane delik bulunmakta.
Haliyle de ellerimle gözlerimi kapatmam nafileydi artık.
Bu yüzden yüreğimi kapattım ben.
Ziyaretçiler pek zorlamıyorlardı zaten kapıları.
Bir iki kez kapıları tıklatıp gidiyorlardı kendi yalnızlıklarını bırakarak,
''Belki bir gün ilgilenmek istersiniz.'' Der gibi.
İlgilenecek miyim?
İlgilenmeli miydim?
Cevaplar meçhuldu tıpkı geleceğim gibi.
Kara topraklar yaklaşmak üzereydi boynuma.
Şöylece bir baktım riyakar gökyüzüne.
Sözde özgürlüğün temsilcilerindenmiş!
Bu durum gerçekleşmemesi gereken bir adanma ayiniydi.
Oysaki en büyük kafiri bendim tanrının bilirsiniz.
Bir köstebek misali kazmaya başladım toprağı.
İnkar ettim eceli gelmiş bütün sevgileri.
Geceyi dolduran naralarla yeniden çıktım yeryüzüne.
Çığlık çığlığa koşmaktaydı cesetlerim.
Kanımın boşaldığı mezarlardan,
Şu manasız keder sonsuzluğuna dek uzayan cinayetlerim, bakışlarım,
İster istemez bir şarkı mırıldanırdı.
Vücudum değildi giderek eksilen, hasar gören.
Zihnimdi.
Darmadağın olmuştu bütün hatırladıklarım.
Ummuştum tanrıdan vaktinde birkaç medet.
Bundan mütevellitti bu şuursuz kıyamet.
Vaktinde bir otel inşa etmiştim.
Günübirlik aşkların girişinin yasak olduğu,
Ebedi ziyaretçilere açık olan,
Renkli sevgilerin, eğlencelerin koruyuculuğunu yapan bu yapıta,
Bir kez daha bir ziyaret gerçekleştiriyordum.
Koridorlar ışıktan yoksundu elbette.
Neyse ki hiçbir önem arz etmezdi aydınlıklar burada.
Önemli olan bu misafirlerin yarattıkları, yaratacakları olan şaheserlerdi.
Otelin terası tüm bu dalaverelerin bulunduğu tepeyi andırıyordu.
Unutmayın ki aşkların, sevdaların hepsi,
Bir yeniden doğuşa, yaradılışa vesile olduktan sonra,
Hayatınızı size zindan eden büyük bir yıkım yaratır,
Ardından ise bütün enkazı duygularınızın üstüne bırakıp çeker giderdi.
Benimkinin farkıysa gitmemesiydi.
Çünkü hazinemin parçalarından biriydi.
Bu yüzdendi tüm bu savaşlarım, mücadelelerim, isyanlarım.
Peki ne uğrunaydı bunların hepsi?
Var olmak, ölümsüz bir değer kazanmak adınaydı.
Ve tabii ki de yaşamak adınaydı!
Ben henüz yaşamadım lakin yine de öldüm.
Doğdum fakat yine de yaşamadım, yaşayamadım.

9 Ekim 2019 Çarşamba

Şeytan


Ağır ağır bir vaziyette,
Birbirini takip eden zincirleme kazalarda yerlere düşen aşklar gibi,
Bir karanlık kaplamıştı yüreğim acının serenatlarında gezinirken.
Mümkün değildir gözümden akan yollara karşılık büyükçe bir barikat kurmak.
Sırtı yere gelmesi mümkün olmayan,
Korkunun çığlığımsı kahkahalarıyla şahlanan,
Ürkünç bir şeytana sahipti içim, parçalıyorken beni zaman.
Sessiz adımların ardından gelen ufacık zihniyetler,
Bir kazık buldular yerlerden yansıyorken aynalardan yüzüme kırmızı lekeler.
Köstekli bir saate benzerdi beni geberten deli divane hatalar.
Heyecanlanarak baktığım an kalan cinayetlerimin dakikalarına,
Ömrümün saatleri akardı, ayağı kırık sehpalardan ayaklarıma.
Bir kir gibi kalırdı sevdalarım zihnimin ışıksız mağaralarında.
Bu sızlanan, ağlayan, kaybolan, kanayan mahrumiyetler,
Benim bekaretini kaybetmiş niyetlerimden mi ibarettiler?
Sarhoşların cemiyetine benzeyen çam ağaçlarının bolca olduğu ormanlardan,
Çarmıha gerilmiş umutsuzluğumun haykırışları korkuturdu yaşamı.
Hissediyordum yalın bir intiharın bir yılan gibi sinsice dolaştığını.
Farkına varıyordum bağırışlarımın duvarlara çarpıp geri geldiğinin.
Satırların arasına sıkıştırılmış anılarımın tamamını,
Bu pislik içinde kalmış dünyadan saklıyordum.
Sabırsızlıkla dolup taşmış,
Gün doğumundan öteki diyarlara dek süren,
O güzel ve kırılgan aşklarım, savaşlarım,
Sahip olunabilecek en kıymetli hazinelerdi artık.
Tekrardan göz kapaklarıma binen ağırlığın birlikteliğiyle,
Bunca varsayıma rağmen var olan sevmek işkencesini.
Tiz seslerin kararmış mezar odalarında,
Eskiden her aydınlığa meydan okuyan cesetler, cesetlerim,
Bir imkansızı bırakıp gitmişlerdi avuçlarıma.
Çağlayarak ansızın gelirdi yalnızlığın kapıları üstüme.
Haram kılınmış umutlara sarılmıştım birkaç sefer.
Bu yüzdendir yalnızlığımın günahkarlığı.
Gezegenler dolusu alevlerin akıbeti,
Bir aşk damlasından ibaretti.
Birçok şiiri tanır ve birçok dize ile kadehler tokuştururdum.
Denizdeki ölümlerden bahsederdik birbirimize.
Geçti zaman.
Kırıldı kadehler, silindi dizeler, öldürüldü şiirler.
Bir şiirin katili şairiydi.
Benim şairimse şiirlerimdi.
Kırılıyordu naralarım boynu bükük çiçeklerde.
Delirircesine, ölürcesine, isyan edercesine,
Sadık kaldığım benliğimin toz bulutları kaçtı gözlerime.
Bundandır mutluluğu göremeyişim, ölümü ise isteyişim.
Ne diye yaşıyorum ki ben kendimi infaz etmişim.

4 Ekim 2019 Cuma

Ziyaret


Yorgunluğun haykırırcasına beni boğduğu zamanlarda,
Bir acı, şehvet ve zevk duymuştum yalnızlığımdan.
Hayallerimi uçsuz bucaksız, isimsiz diyarlara götüren,
O hırçın rüzgarlarla birlikte isyan ederdim yoksunluğa.
Bir küfürden, şahsıma edilmiş bir hakaretten farkı yoktu güzellik kelimesinin.
Zamanın öldürdüğü, çürüttüğü bütün sevgilerimi,
Yaşam valizimin içine tıkıştırıp gitmiştim sonsuzluğa.
Dağlar ürperticiydi, geceyse hırçın.
Sürekli çığlıklar atan bulutların altında,
Anılarımla sevişiyordum biraz olsun keyif almak adına.
Kelimeler, cümleler bitap düşmüştü bu enkazın altında.
Aydınlığını kaybettiği gibi anlamını da yitirmiş ruhuma,
Sanki bir ninni misali bazı intiharlardan bahsederdi ölümün bekçileri.
Vaktinde yaratıcısına ihanet eden peygamber gelirdi aklıma.
Kanımın içinde bana meydan okuyan, durmaksızın kılıçlar savuran,
Zamanın yarattığı unutmak kabiliyeti,
Çıkıp gitmişti odamdan gözyaşlarıyla.
Zehirlenmişti varlığım bulamazdım panzehirini.
Sarhoş duygular büyük bir kavga çıkartırdı geçtiğim sokaklarda.
Hangi binaya, mezara, masaya baksam,
Geleceği meçhul bir adam önce bir sigara yakar,
Ardından ise kadeh kaldırırdı tanrıya.
Gözlerim şu ana dek en çok azap çektiren mazlum değildi aslında.
Cevap opera binasının çürümüş tahta kapılarında saklıydı.
Bir kaçak olarak girerdim içeri ağlayarak.
Uzun zaman sonra ilk kez yaralar aldığım koridorlardan geçmek,
Tanımlayamadığım bir hüzün kandilini yakardı içimde hiç sönmeyen.
Pencereler tahtalanmış,
Mobilyalar örümcek ağlarıyla kaplanmış,
Kapılarsa kapatılmıştı.
Hangi cinayetimin katili gelmişti buraya?
O olmalıydı benim güzelim binamı bir harabeye çeviren.
Sahnedeydim, izleyicilerin iskeletleri dahi yoktu koltuklarda.
''Sizlerin yokluğu benim yok oluşum,
Sizlerin varlığı benim var oluşumdu.
Zaman beni çaldığı gibi sizi de çalmış benden.
Ne diye burada duruyorum ki benmişim hep kaybeden!''
Sonsuzluğa armağan ettim son bir oyunu daha gebererek, eksilerek.
Güller fırlatılmadı bu sefer yalnızlığıma.
Kimse yoktu, yalnızlıkları bile yoktu.
Bilekleri bağlı meleklerin sesleri kesilmişti çok uzun zaman önce.
Tek duyduğum silinen seslerdi.
Tek duyduğum kanayan hislerdi.
Geçemedim o koridorlardan zayıflığımdan.
Açamadım o kapıları kaybolmuşluğumdan.
Sökemedim o tahtaları korkaklığımdan.
Geri döndüm çıkış kapısına.
Bir bakışımı bıraktım sahnenin ortasına.
Devam ettim yorgunluğun beni boğduğu zamanlarda,
Yalnızlığımdan bir acı, şehvet ve zevk duymaya.
Çaresizce, bir güçten, sevinçten yoksun bedenime,
Bir öpücük bıraktım sessizce kaçıyorken,
O mahzun, kirli zayıflığımdan gelen.
Hep böyle mi söylenecekti şarkılar?
Hep böyle mi ağlayacaktı yıldızlar?
Bilemiyordum, yalnızca giderek eksiliyordum,
Ta ki bir gün yalnızlığım dahi geriye kalmayana dek.

3 Ekim 2019 Perşembe

İntihar


Güneşin kaçamamaktan avuçlarımı sivri yalanlarıyla yakmasıyla,
Bu hüzün ne tarafa baksam parçalardı benim içimi öfkeyle.
Kirli zeminlere paspas çekerdi kanayan hislerim.
Hangi kıyametin şeytanını sevmişsem,
Ben de ateşlerde yanıyordum, sessizce gözyaşı döküyorken.
Efkarlı bulutların söylediği şarkılar, attıkları çığlıklar mıdır,
Benim bunca vakittir peşini bırakmadığım cinayetim?
Morglarda çürürdü aşklarım yalnızlığın sükunetiyle.
Koridorları paramparça ederdi mahzun anılarım.
Sevda yollarındaysa can kırıkları mevcuttu üstüne basamadığım.
Uykularım yaşlanıyordu aynaları kırdığım sürece.
Bakamazdım yüreğimin ortasına ansızın oturmuş yalanlara.
Gözlerimi yakmalıydım.
Küllerini ise bir tabuta saklamalıydım.
Kucakladığım intiharlar mı kavuşturacaktı beni ölüme?
Her bir tabancada ayrı bir ağlayış sesi,
Her bir idam sehpasında riyakar bir kurtuluş mücadelesi,
Bulunuyordu inkar ettiğim tüm yaşam mektuplarımda.
Noktalamalar, cümleler derken sıkışıp kalmıştım satırlarda.
Kapağını da kapatamıyordum yaşam defterinin.
Sayfalarını da yırtıp atamıyordum kimsesizler denizine.
Ne muhteşem bir hatadır kendi sonumu aklıma kazımak!
Tarihin sileceği yalın bir andım oysaki ben,
Yüreğim bu amansız sonların kıyılarında kayboluyorken.
Saatler, günler, haftalar kirletiyordu mavi damarlarımı.
Hiçliği pompalıyordu kalbim şuursuz bedenime.
Dokunduğum her zaman diliminde kırılırdı kum saatleri.
İçime karıştırdığım vaziyetlerde ise kapımı tekmelerdi cinayetimin bekçileri.
Bıçakların saplandığı çirkef dayanak noktasından,
Şu manasız keder sonsuzluğuna değerdi yokluğun bakışları.
Göz kapaklarım tehditler savuruyordu gözlerime.
Boğuluyordum cinayetimin esiri olan yanlış delillerde.
Bağıramazdım, ellerini meçhul yarınlara uzattığında göğüs kafesim.
Yollarım ayrılıyordu karanlığın kelepçelediği şüphesiz kaybedişlerime.
Kırılan kalemlerim sebepsizce akıtıyorlardı mürekkeplerini mezar taşıma.
Bacaklarımı ısırıyordu vasiyetimi reddeden minik haberciler.
Ben bir ansam eğer zamanın unuttuğu,
Hiçbir zaman bütünleşemeyecektim sonsuzlukla hayatın bizi soyduğu.
Bir suçlu misali çıkardım benliğimin karşısına.
Ağlardım geceler boyunca hıçkıra hıçkıra.
Çoktan infaz edilmişti geçmişimin sessizliği aslında.
Lakin ben büyük bir reddedişle kapatmıştım kulaklarımı.
Sevgim dağılıyordu ellerimde, kavuşuyorlardı özgürlüğe.
Bir söz söylemekten aciz, yorgun düşmüş bedenime,
Bir kelepçe de ben taktım yalnızlığımın sükunetiyle!
Sardım kesilmiş bileklerimi halatlarla.
Öptüm mezarımdaki toprağı.
Taktım şapkamı başıma.
Ve terk ettim kendimi.
Bir gün yeniden bulmak umuduyla,
Sessizliğin bozulması maksadıyla terk ettim.
Ben kendimi infaz ettim soğuk bir musalla taşında.
Yürüdüm sonra ardıma bakmaksızın başka intiharlara.

29 Eylül 2019 Pazar

Kelepçe


Uğruna kendimi parçaladığım kaçıncı cinayetimdi bu?
Günlerim hastalıklı, ıstıraplı bir şekilde kaçıyor gözlerimden.
Sürekli aynı karanlığın yatak odalarında arayışlarım, kayboluşlarım,
Günyüzü göremeden kesiyorlar boğazımı, nefesimi, sesimi.
Tüm felaketleri eskimiş paltosunun cebine sıkıştırmış,
Düşünceleri yağmurlu sokaklarda boğulan,
Başkalarına farklı, kendisine aynı zulümleri yaşatan bir adam,
Çığlıklar atıyordu durmaksızın göğe şişliyorken içimi zaman.
Benim bir mezarım olmayacaktı hiçbir zaman.
Çünkü gece başımı koyduğum, kendimi esir aldığım her mekan,
Aşklarımın ve hissiyatlarımın morguydu zaten orada hapsolan.
Toprağa değmeyecekti fuzuli bedenim, soğuk bir akşamda,
Gözyaşlarının yarıştığı kırık beton duvarlarda çürüyecekti.
Henüz yazılmamış lakin vücuduma kazınacak olan şiirlerimdi,
Benim yalvarışlarımın yarattığı puslu yeryüzü.
Zamanımın dolmasından ziyade,
Zamanın umursamadan beni bir oyuna kurban etmesiyle dolacaktı vadem.
Yalan söylemiyordum kuşkusuz, yalnızca bazı hakaretlerde bulunuyordum kendime.
Yaşamımın tesellisi belki de bedeli olacak olan,
O mahzun fakat aynı zamanda da neşeli son cinayetimi,
Bulamayacaktım şüphesiz eziliyorken bu sessizlikte.
Sevdalarımı özlüyorum ey insanlık!
Geçmişi, imkansızlığı hatta cesedimi dahi özlüyorum.
Kelepçeler takıldı duygularıma, çocukluğuma, aydınlığıma.
Çaresizliğin çilingiri değilim ben anlamalısınız bunu.
Orada kaldı uzun bir vakit önce sakladığım anahtar.
Yıkıldı odam, farkındalığım, hayatımsa yakıldı.
Küllerini bile vermediler kanayan ellerime.
Yokluğu sevdim ben de bu yüzden.
Medet umdum ölümden en çok da özgürlükten.
Bakın, yavaş yavaş çöken ümitlerimi gördünüz mü?
Dinleyin, durmadan beni öldüren çaresizliğimi duydunuz mu?
Görseydiniz, duysaydınız eğer yine de beni bırakır mıydınız yalnızlığın avuçlarına?
Karanlığımın lisanı yabancı mı gelmekte size?
Ben zamanın dahi unuttuğu bir acıysam,
Karaladığı bir anıysam, var olmaması gereken bir hataysam,
Uçsuz bucaksız, isyankar bir karanlıksam,
Bilmelisiniz ki,
Bunun cezasını her geçen gün daha da mahvolarak çekiyorum.
Müebbet cezasına mı çarptırıldım yoksa çok uzun zaman önce tanrı tarafından?
Yüzleri, zevkleri kesilmiş, masumiyetini çaresizlikten yok etmiş,
Kim olduklarını unutmuş yalnızların kirli kalabalıklarında,
Topallayarak attığım adımlarım,
Ufak bir intiharımdı aslında.
Uğruna kanadığım ve kanattığım sevinçleri, gönülleri,
Yüreğimin mavi diyarlarına gömmüştüm.
Nefes almaktan acizlerdi, bense yaşamaktan.
Bir gün daha batmaktaydı parmaklarımda.
Bir kez daha kahkahalar atıyordu bana dünya.
Sevdiğim bütün güzellikler bir rüya,
Kaçtığım tüm yanılgılarım bir hataydı.
Rüzgar öpüyordu dudaklarımı.
Bakıyordum şuursuzca insanlığa meydan okuyan karanlığa,
Bir an önce kelepçelerimden kurtulmak adına.

26 Eylül 2019 Perşembe

Kargaşa


O muhteşem cinayetimin döküldüğü masalarda, umarsızca,
Aydınlığını ve umudunu yitirmiş sokaklardan,
Geçmekteydim elimden alınmış işçiliğin ezgileriyle.
Çiviler çakılmaktaydı şüphesiz ki sessiz gecelerimde.
Ruhum sıra dışı, olağan bir intiharı,
Tırnaklarıyla kazımıştı terk ettiğim kendime.
Bir kargaşanın içindeyken duyuyordum çığlıklarını yalnızlığın.
Nefsi müdafaa maksadıyla bir başına bıraktığım gönüller,
Bir renk katmaktaydı uzayıp giden bakışlarıma.
Yalnızlardan oluşmuş kalabalıklardan,
Nefes nefese uyandığım sabahlara kadar,
Kuvvetli bir ölüm çağrısı yankılanırdı kulaklarımda.
Kendi esrarlı kaçışlarımın yarattığı yıkımları,
Korkak bir adam içine saklamaktaydı.
Biraz daha yandıktan sonra yaşamın kıyılarında,
Baktığım hüzünlerim, ayrılıklarım, huzursuzluklarım,
Bitmeyen bir kıyameti anlatmaktaydı bana.
Başım kanıyordu merdivenlerden yuvarlandığım için.
Saçılıyorlardı şuursuzca etrafa,
Kirletiyordu ayakkabılarımı hissiyatlarım.
Unutmaktan ziyade alışıyordum ölmeye.
Bir gün yaşamanın hayaliyle,
Adeta yanıp tutuşuyordum içimdekilerle.
Gözün yüreği, yüreğin gerçeği göremediği zamanlarda,
Mezarıma geri dönmek güzel bir vedaydı aslında.
Hasretin naraları delirtiyordu aklımın kenarlarındaki beni.
Boyadığım, şekil verdiğim maskelerimle,
Dalmaktaydım umutsuzluğun ve insanlığın içine.
Aynalar okurdu gözlerimden yorgunluğumu.
Yalvarıyordum bu mahşer gününe.
''Ne olursun son cinayetim olsun bu uğruna ağladığım!''
Ben bir zaman zerresinin efsunkar yalanlarındansam eğer,
Her daim kendimi yok etmekmiş bu cinayet meğer.
Derken kırıldı ışıklarım, ölümsüzleşti fikirlerim.
Raylarından çıkıyordu hatıralarım.
Vagonları devriliyordu uykularıma.
Kurban gidiyordum bir kez daha yalnızlığa.
Zincirlerimi kırmak için savaşıyorken karanlığımla,
Gökleri delen duvarlar örmüştüm bir darağacının yanına.
Hatalarım ne denli acımasızlardı ki,
Her daim bombalar fırlatırdı inkarın tepelerine.
Bir kez daha yerini aldı ay güneşin.
Bir kez daha başları kesildi yarınların.
Lakin yine de devam etti ölümlerim.
Kabul göremezdi mevcudiyetim kara toprakların arasında.
Ruh acılar çekiyordu, dinlemezken köşedeki sesleri.
Bazı sorular mızrak atardı göğsüme.
Küfrederdi bana yaralarım, iyileşmezlerdi.
Baktığım zaman aynalara,
Her geçen gün farklı bir yüz,
Her geçen gece yitip giden bir ümit daha görmekteydim.
Halılar bir isyan uğruna,
İşleniyordu sessiz dokuma tezgahlarında.
Bu vaziyet bitmek nedir bilmeyen bir kıyametse,
Ben de kendi pencerelerinde geberen bir hastaydım.
Sevdalarım, aşklarım başlı başına bir enfeksiyondu zaten,
Giderek beni acıyla bütünleştiren.
Dilim varmıyordu bazı gerçekleri ortalığa sermeye.
Meydanları terk edişlerim bundan mütevellitti.
Hissediyordum çaldığım vakitlerin benim için geldiğini.
Öpücüklerimin hepsi ayrı birer özür dileyişti.
Sevdiğim her bir beden,
Bir öncekinin intikamı,
Bir sonrakinin gerekçesiydi.
Dinmedi ateşim, bükülmedi henüz boynum.
Çünkü ben karanlığın hıncıyla büyüdüm, indirdim perdelerimi.
Gerçekleştirdiğim eylemler yeni bir oyun yerine,
Bu gaddar mücadelenin devamı olacaktı çaresizce.
Ben celladımı, düşmüş meleğimi ve gecenin meleğini gömmüşsem eğer içime,
An gelince hepsini terk etmek zorunda olacağımdandır.
Bir yemin ettim şimdi kendime.
Gerekirse katil olayım,
Ben eninde sonunda yok olacağım.
Her zaman yanımdadır karanlığım.
En kıymetsiz hazinemdi kendi canım.
Ah, o güzel ve kutsal kraliçem!
Biraz daha yaklaşıyordum sana tüm yalnızlığımla.
Öpücüğünü bırak var oluşun bile yetmezdi bana.
Kılıçtan geçirildi bunca zamandır sakladıklarım.
Fakat bir önemi kalmamıştı artık vicdanımın.
Her şeyinizi itin yokluğa.
Bir ip bağlayın boynunuza.
Bu sefer sonsuzluğa değil,
Yalnızlığımın delillerine atlayın.
Bekçileri geçiyordu önümden ellerinde düdüklerle cinayetimin.
Yetersiz gelen telkinlerim, söyleyemediğim sevgilerim,
Ansızın girdiler mağarama bir su bile getirmeden.
Dudaklarım, varlığım kurudu diyorum size!
Daha ne kadar süre kendimi atacağım sahnelere?
Gözümü alıyordu ışıklar, terk ettim bir kez daha eski günleri.
Peşimi bırakmıyordu isyankar karanlığımın esareti.
Mumlar yakıyordum, bazı sözler vererek kendime.
Şimdi ise geri dönmeliyim onlarca dudak ısırtan yaşantıma.
Sarılmaktan acizdim kanayan maskelerime.
Zaman yaktığı sürece barındırdığım ihtimalleri,
Devam edecektim korkusuzca aydınlığı katletmeye.
Sevmezdim sevgiyi her ne kadar yüreğim istese de.
Maskeler yapmaktır en büyük intiharım.
Lakin buna mecbur bırakmıştı beni hayatım.
Bir gün yok olmak, evrenle bütünleşmek adına,
Veyahut celladıma kavuşmak umuduyla,
Devam edecektim gözü dönmüş bir katil olmaya.

14 Eylül 2019 Cumartesi

Eksik


Eriyen bir mum gibi dağılmakta yalnızlığım.
Baktığım sonsuz kederli mavi ufuklaraın kucağında,
Bir yaşam belirtisi arayan aptal bir astronot misali,
Dolaşıyordum sırtımdaki tükenmek nedir bilmeyen isyanımla.
Bir ölümün daha yaklaştığını hissedebiliyordum parçalanarak.
Sonsuz bir döngünün içinde asgari bir mutlulukla,
Acının işçiliğini kazıyordum giderek daha çok hasar alan aklıma.
Elzem duygularım ise bu kan dolu mezarlıklarda,
Bir mezarcı oluvermişti sakladığım tüm hıncımla.
Durağan, kanımı kadehlere dolduran o ahval intiharı,
Delilerin ve en çok da karanlığımın girdiği andan beri kanıma,
İstemekteydim gece gündüz demeden beni boğan son yaşam mektuplarımla.
Durmaksızın bir manasızlık işkencesine eğlence katan,
Renkli coplarla yıkanıyordu cinayetimin faili.
Mevcudiyetimi dalgalara teslim edemezdim artık.
Geçmişimin dikilmesi umuduyla bir dünya iğneyi,
Geçirmiştim bunca vakittir kanayan yüreğime.
Nedendir bilemiyorum.
Hayatın beni is kokan bir koğuşa kapatması,
Pencerelerimi cezalandırırcasına taşlaması nedendir bilemiyorum.
Mutsuzluğum karışıyordu çocukluğumu saran yağmurlara,
Ve sessizliğime eşlik eden riyakar okyanuslara.
Yeniden çıkıyordum bir yolculuğa beni umutsuzca bitiren.
Öptüğüm bütün zeminler unutmamak için kinimi,
Birkaç damla kanımı almışlardı bir de sevincimi.
İzlediğim o sonu meçhul filmlerin kasetlerine,
Vurdumduymaz cesetler gibi imzalar atmıştım.
Bazı çadırlar kuruyordu göğüs kafesime yalnızlığım.
Her fırtınada biraz daha yaklaşırdı içim yokluğa.
O sonsuz, müdavim tahayyüllü derelerden,
Çırılçıplak bir vaziyette durmadan geçmek heyecanıyla,
Karıştırıyordum varlığıma akıttığım gözyaşlarımı.
Bedenim her daim açtı sevgiye, düşlere ve de güzelliğe.
Lakin yok olmuyordu düşüncelerim pisliğin esaretiyle.
Gözcüye saplanılan hançerlerin hepsini,
Biliyordum intikamın söylediği yalanlarla.
Ah, dönüyor inatla yalnızlığım bu şuursuz cinayetin etrafında.
Aklını yitiriyor gecelerimin var olmayan koruyucusu.
Ne zaman, nerede ve nasıl kavuşacaktım ölüme?
Hangi baharın koynundan çıkıp,
Düş ormanlarının ağaçlarını budayarak ayak basacağım yeryüzüne?
Bir cümle, kelime veya ses kırıntısı bile yeterliydi aslında.
Fakat sağır olmuştum ben,
İçim aynalarla mücadele ediyorken.
Kırıldı sonra fikirlerim, bir bilmece daha sordu zihnim.
Özlem ve ölümün benzerliğinin yarattığı sarhoşlukla,
Pervasızca adımlar atıyordum geleceğin kaldırımlarında.
Bir yalana dahi inanmaktan acizken,
Sorarım yaşlı adama ne için döner ki dünya?
Büyük bir meteor fırtınasında söylüyorum şarkımı.
Tekrardan isyan ediyor hislerim bu kumara.
Kaybedenlerin oturduğu bir masada,
Kart destesinden ibaretti gençliğim.
Hayal ettiklerimi hiçbir zaman göremeyeceğim.
Bunu hep bileceğim ama yine de seveceğim.
Bir gün o derelerde boğulmak umuduyla,
Sonunda ise öleceğim.

11 Eylül 2019 Çarşamba

Zaman


Böyle zamanlarda hatırlardım uğruna kendimi feda ettiğim mücadeleleri.
Uykudan ırak yalnızlığın mahzenlerinde dökülüyorken birkaç anı,
Saçlarım yoluyordu zamanın unuttuğu yalın bir balkon kenarı.
Titriyordu sevgim üşümekten mütevellit.
Bu yüzden atıyordum tahayyüllü çalı çırpıları öfkenin ateşine.
Gençliğimi bir sigara gibi sarıp yakardım aşktan nasibimi almadığım vakitlerde.
Böyle zamanlarda severdim uğruna kendimi kanattığım sevdaları.
Umuttan yoksun gecenin siperlerine kanımla yazdığım veda cümleciklerimi,
Nakış nakış işlerdim zihnimin fırtınalı ormanlarına.
Yangınlar çıkıyordu ne zaman yaralarıma bir bıçak saplasam.
İhtimallerle doldurduğum kadehlerimi mutsuzluktan kurumuş dudaklarımla içerdim.
Güzel olmazdı kafam, atlardım kendi ördüğüm duvarlardan.
Bir an için de olsa yokluğa kavuşabilmek adına.
Böyle zamanlarda ağlardım kendimi öldürdüğüm zamanlara.
Suç mahallilerini ziyaret eden kör bir katile benzerdim.
En yüce kurbanım da parçalarımdı çığlıklar atıyorken içim.
Ağlak sokaklarda adımlar atıyorken yalnız başıma,
Bir meteor düştü yüreğimin tahta dolap kapaklarına.
Çivilerden yoksun, tekil hislerle açmaktan korktuğum gerçekleri,
Gökyüzüne resmetmiştim arıyorken bu puslu cehennemde ben neşeyi.
Böyle zamanlarda kazırdım kollarıma beni yeniden yaratan hatıraları.
Öksüz bir çocuk gibi huzurdan yoksun pencerelerde,
İzlerdim parmak uçlarımda giderek kaybolan geleceği.
Karanlığın suretleri öpüyordu boynumu engellemek için bu kıyameti.
Şehvetli infazlar takip ederdi sonra düşüncelerimi.
Tüm çıplaklığıyla gözlerimize batan sebepleri,
Bir kez daha duymazdan gelirdik, kendimizi duymak maksadıyla.
Topallayarak gelirdi yanıma yıllardır kırbaçladığım çocukluğum.
Üstü başı toz içinde, ağlamaktan gözleri şişmiş bir vaziyette,
Fısıldardı kulağıma ufacık bir hikayeyi.
Böyle zamanlarda terk ederdim yalnızlıklarıyla seviştiğim hücrelerimi.
Demir parmaklıkların arasından süzülerek geçen bir serçe gibisinden,
Sıyrılıyordum art niyetin o cüzzamlı ellerinden.
Kin ve nefretin bir araç olduğu yanlışlığıyla,
Hatalar, yanlışlar yapıyordum muhteşemliğin koruyucularına.
Yüzüme kapatılırdı bazen var oluşun tokmaklı kapıları.
Nihai bir evrenin içinde gezegenlerim yağmalanırdı.
Fazla acıtmazdı yarattığım güzelliklerin çalınması.
Böyle zamanlarda temizlerdim vücudumu onların kirli fikirlerinden.
Bir tabanca alıp ateş ederdim manasızlığın sürülerine.
Saat kuleleri bombalanırdı, içimdekilerse özgürlüğü yaklaşırdı.
Yıldızlar saklanırdı yastığımın altına, kavuşamazdım rüyalarıma.
Bir ihtimal ki bu yüzden uyuturdum ben kendimi acının eşiğindeyken.
Ufak bir heyecan ve bunun getirdiği ağır bir masumiyetle birlikte,
Bir inanç skalasının dip noktalarında isyan ederdim yalnızlığıma.
Böyle zamanlarda yaratırdım aklıma dahi sığmayan yenilikleri.
Saçılırlardı umudun fakirleştiği saray odalarına.
Son nefesime gizlerdim kaygılarımdan yorulmuş olan çaresizliğimi.
Farkındaydım ayaklarımdan daha çok varlığımın kanadığının.
Lakin bir önemi kalmamıştı artık daha ne kadar çok yok olacağımın.
Önemli olan daha ne kadar süre hatırlayacağımdı.
Dalgalara teslim ediyordum mevcudiyetimi.
Gerekirse yıksınlar aşklarımı, korkularımı ve de varlığımı.
Ben devam edeceğim bu döngünün bir kurbanı olmaya.
Çünkü ben,
Böyle zamanlarda yaşadım dokunamadığım hatıralarımı.
Böyle zamanlarda yaşattım ulaşamadığım yarınlarımı.

3 Eylül 2019 Salı

O


Özlemle anılan bilinçsizliğin çarptığı kapıların ardında,
Düşünceleri çok uzaklarda olan bir yetim ağlamaktaydı.
Renklerin henüz kaybolmadığı hüzün dakikalarında,
Durmaksızın tekmelenen hislerle birlikte,
Yüreğimi teslim etmiştim densizin tekine.
Bir eylül yalnızlığı dolmaktaydı içime.
Bakışlarımın altında meydan okurdu bana keder.
Melankolinin yağmurları kirletirdi sessizliğimi.
Öfkenin zoraki basamaklarından çıkıp,
Atlamıştım bir başıma karanlığın kalesinden.
Hatrı sayılan aydınlıklardan ziyade,
Sonsuz bir döngünün kesik elleriydi beni kurtaran.
Meşaleler bulurdum yerlerden, beni her daim tüketen.
Duygularımın ışığında kaybolurdum yok olmak adına.
Karaladığım çığlıklarım haykırırdı bana.
Her bir seste ayrı bir intihar,
Her bir saniyede ayrı bir duvar,
Oluşurdu bu izleyiciden yoksun tiyatroda.
Yıkımlarım severdi nasırlaşmış hayal kırıklıklarımı.
Hasret kaldığım anlarda ise,
Bir çelme de ben atardım yoksulluğuma.
Saatlerce dövülmek istiyordum sevdalarımla,
Aşkımdan kan gelene kadar.
İlk anlarda karanlık bir suret akacaktı üstüme.
Ardından ise son bir veda maksadıyla getirilmiş,
Güzel hediyeler sevecekti şuursuzca verilen nefesleri.
Hangi cezanın mahkumuydum bilemezdim.
Sözcüklerim bile çıkıp gitmişti,
Ağlamaklı baktığım kapılarımdan.
Kabuslarım yankılanıyordu bomboş mezar odalarında.
Bir yorgan niyetine iyice çekerdim üstüme kara toprağı.
Bazen yeni aşkların top seslerini duyuyordum,
Bazense haksızlığın,
Toplumu yakarken söylediği şarkıları.
Ağır bir isyanın uğruna yakılmış temiz ruhları,
Ben yollamaktaydım meçhul mavi diyarlara.
Bir akbaba geçiyordu hislerimin üstünden.
Ansızın parçalardı korumaktan aciz olduğum hazinemi.
Yavaş yavaş yükselmekteydim bu hapishaneden huzursuzlanarak.
Hiçbir yalana kurban gitmediğim vakitlerde,
Bir mum yaktı ağlarken o yetim.
Bir balta sapladı başıma sonra sevgim.
Yaralandım.
Hazinemin bütün bekçileri de yaralandı.
Bir kez daha baktım beni boğan gökyüzüne.
Bağırdım, bir meteor düştü göğüs kafesime.
Çığlık çığlığa koşmaktaydı yalnızlığım.
Ayaklarım kanayıncaya dek koştum arkasından.
Emeklemeye başladım devamında.
"Beni bırakma!"
Naralarıyla küfrettim ona.
Düşünceler akıp geçti mevsimler misali.
Hazinemi uzun bir süre sonra ilk kez açtığım an,
Büyük bir sırıtmayla çıkmıştı karşıma.
Eriyip bitiyorken bu acınası vaziyetin kucağında,
Bir bıçak daha sapladı yüreğimin tam ortasına.
Ufak bir buse kondurdu yanaklarıma.
"Asla bırakmam."
Yalanlarıyla bir kez daha hapsetti beni karanlığıma.
İşte o an anlamıştım.
Ne kadar kaçarsam kaçayım,
Eninde sonunda yalnızlığın kurbanı olacağım.

2 Eylül 2019 Pazartesi

Dünya


Adeta alevlerin içinde çığlıklar atan mazlumlar gibiydi intikam.
Karanlığın esaretiyle soysuzlaşmamış dokunalısı bedenler,
Sergiliyorlardı bu kanımı emen yeraltından bozma hapishanede duygularını.
Hayallerime katamazdım seni.
Dünyamdan da geçiremezdim.
Karanlığımın ziyaretçisi de olsan,
Açamazdım kapılarımı ne zaman hatıralarıma bir bıçak saplasam.
Terk edemediğim bir sevgiliye benzerdi yalnızlığım.
Ellerimi ona uzattığım vakit,
Karanlığımdı bu cinayete karşılık tek şahit.
Uykularım son bir arzuyu yerine getirircesine,
Güneşin hislerimi yakmak maksadıyla gelmesiyle,
Kanatıyordu mahzun ve yorgun düşmüş kaybolmuşluğumu.
Ben zamanın dahi unuttuğu muhteşem bir hataydım.
Çığlıklarım, sevdalarım, yaralarım,
Gün doğana dek şarkılar söylüyordu durmaksızın.
Bu işkenceye ithafen ses tellerimi çaldım ben de ansızın.
İnledikçe inlemişti sokaklar sevginin birlikteliğiyle.
Bilmekten acizdim,
Kendimi gökyüzünde bilmekten de.
Ne içindi tüm bu gururdan yoksun savaşlara bedel olan,
Her daim ruhumu kemiren sevgisizliğin isyankar reddedişi?
Ufak bir hayali doğrultursanız eğer gözüme,
Ceylanlar gibi kaçıp geri dönerdim faili meçhul cinayetlerime.
Kanım yeni bir sahne daha yaratmıştı kırık kaldırımların arasında.
Her gün başka bir oyuncu,
Her gece farklı bir çocuktu gözyaşlarımla sevişen.
Tereddüt ederdi böyle anlarda kendini bilmez notalar.
Acaba bugün,
Hangi acımasızlığın avcunda sevincimi ısıracağım?
Dişlerimle kopartırdım masumane, yalın güzellikleri.
Utanmaktan da yoksundum tıpkı bir katil gibi.
Yaralar oluştu ayağımda, varlığımda.
Hastalıklı bir yağmur getiriyordu bu sessiz intiharları.
Ne güzel bir infazdı oysaki bu vaziyet karanlığın esirleri için.
Aşkın büyüdüğü evlerde bir kundakçıydım ben.
Atılan naralar karnımı olmasa da,
Doyuruyordu acılarımı.
Bu güzelim kayıplı şölenlerde,
Bir ihtimalin mızrağı saplanırdı başını öne eğmiş yüreğime.
Delip geçmişti devamında sakladığım sözlerimi.
Cenazeler takip ederdi sonra peşi sıra.
Yalnızlığım okurdu son dualarını sevgilerime.
Bu diyarın yegane hükümdarı olana dek,
Sürecekti bu haksızlığın öptüğü yenilikler.
Ele geçirilmişti belki de sakındığım gerçekler.
Lakin pek bir önemi kalmamıştı geriye kalanların.
Önemli olan bu kavganın sonucunda,
Kimin içine düşüp uyuyacağıydı küflü bir tabutta.
Bazı kargalar bağıracakken kan kusuyorlardı.
Fikirlerimi yıkıyordum onların çaresizliğiyle.
Geberin diyorum size!
Ölüm sizi öpse de, hapsetse de,
Devam edin ulaşamadığınız hayallerinizle sevişmeye.
Tüm doğrular yanlış olana dek,
Terk edilmiş amaçlar birer hikayeye dönüşmüş olana dek,
Geberin, eksilin ve şuursuzca sevin!

18 Ağustos 2019 Pazar

İnfaz


Bir dumana benzer olmuştu artık verdiğim nefeslerim.
Süzülürlerdi hayallerimizi birbirine düşman eden gecelerde.
Soğuk bir espriye benzerdi kendimize söylediklerimiz.
Aydınlık geleceği anlatırken içimizdeki çocuğa,
Karanlığın esiri olmuştuk esrarlı sokaklarda.
Kemikli, ışıksız bir yol var önümde.
Attığım her adımda çatırdayıp,
Sürgün eder ümitlerimi.
Ses yoksunluğundan yakınan yalnızlığın saatlerinde,
Yelkovan ve akrep canımı alır oldu.
Mutlak bir gerçekten ziyade,
Geçmişte yapılmış muhteşem hatalar,
Yönlendirir olmuştu bu mahzun hayalperesti.
Yatağım büyük bir ateşi saklar durur geceleri.
Belki de bu yüzden, yakıp atardı bir kenara zaman düşlerimi.
Ölü balıklar yüzüyor kanlı nehirlerde.
Yüzgeçlerine, solungaçlarına ve de kılçıklarına,
Saklanmıştı ölüm ne zaman adım atsam duygularıma.
Bir dağa tırmanır gibi,
Tırnaklarım ve ellerimle çıkıyorum yalnızlığın tepelerine.
Bazı hikayeler duyarım, dans ederler maskelerle kulaklarımda.
Sanat değildir sadece bir güzellik yaratmak.
Yalın bir cinayeti de dile getirmektir.
Kaç kere gözyaşı döktüysem,
O kadar çok taşıdı tabutumu omuzlarım.
Faili meçhul cinayetlere kurban gidiyorken neşem,
Bir sigaraya sakladım,
Bunca vakittir ümitsizlikten kemikleri çıkmış ruhumu.
Yakardım onu ne zaman dibi boylasam.
Bir iki öpücükten sonra,
Hınçla basardım üstüne başka cinayetler uğruna.
Hapishanelerde volta atan canavar gelirdi aklıma.
Duvarlarla birlikte insanlığın yüreğini de delerdi pençeleriyle.
Mücadeleler kanlı bir mektupla sona ererdi belki lakin,
Ne bir kaleme sahiptim ne de bir kağıda.
Ulu orta yerlere boşa kan akıtırdı yaralarım.
Ayağım kayardı bazen geçmişin üstünden geçerken.
Hayatın sehpa kenarlarına çarptığım an başımı,
Veriyordum belki de şu ana dek verilmemiş en büyük savaşımı.
Yakarışlarım ve yadsıdığım bazı vaziyetler,
İsyana öncülük eden liderler değildir sırf,
Aynı zamanda birer kanıtıydılar hala kanadığımın.
Bunu kabullenerek sarılmıştım uykularıma.
Onları görerek devam etmiştim yok olmaya.
Geriye birkaç parça hüzün kalırdı yalnızca.
Ayaklarımı kanatırdı sevdalar.
Dizlerimin üstüne çökerek ikram ediyorum,
Sakladığım ağlayışlarımı yalnızlığın okyanuslarına.
Büyümek bu zamanlarda bir kumardan farksızdı.
Büyümeseydim eğer iflas etmezdim.
Kartlarım açıktır artık, son hamleyi beklerim.
Çocukluğumun içi boş akvaryumları gelirdi aklıma.
Tesadüfe inanmayanlarla büyük adımlar atıyordum, aynı amaçlar uğruna.
Dikenlidir yollarım, bundan dolayı mahsur kalırım.
Ecele yoktur faydası korkunun.
En büyük düşmanıdır belki de bu umudun.
Fakat bu tezat düşüncelerin, mevcudiyetlerin şafağında,
Akıp geçerdi gözlerimin önünden,
Tek kullanımlık hayallerim.
Hangi vakit düşsem kimsesizliğin çukurlarına,
Yukarıya şöyle bir bakar, daha da dibe kazmaya başlarım.
Magmasına ulaşana dek bu işkencenin,
Bedelini ödeyene dek bu gelişimin,
Devam edeceğim her geçen gün kendimi silmeye.
Çünkü akıllara kazınmış hoşçakal manasındaki sözlerim,
Belki de en büyük yalanlardır kendime söylediğim.
Ben kaçmam yalnızca saklanırım.
Siz beni aramaz yalnızca kovarsınız.
Bu duruma aykırı olan güzelim ütopyalarda,
O günden beri ağlayan şiirlerimdir,
Benim en güzel cinayetim.
O andan beri kanayan düşlerimdir,
Benim en çaresiz cahilliğim.
O geceden beri yanan hislerimdir,
Benim bitmek nedir bilmeyen sevgim.
Özür dilenemez tabii olarak.
Sadece kabullenişin getirdiği bir damla gözyaşına,
Teşekkür etmektir var olmak.
Pencerelerden çıkıyor, fayansları kırık balkonlara gelişimim.
Daha nice öfke dolu sözcüklerin arasında sıkışıp kalacağımı bilirim.
Ama eğer ki bir köşede kıvranmaksa yaşamak,
Ben uçurumlardan atlamaya, giderek yok olmaya,
Yok olmak için var olmaya da razıyım.
Bulutlar sarar oldu uykularımı.
Tekrardan başlıyorum bir cinayet işlemeye,
Ta ki bir gün,
Yalnızlıktan infaz edilene dek.

Susmak


Yüzleriniz birer hakaretti eski zamanlarda çürümüş.
Büyümek değildi oysaki, yeni acıları kahkahayla karşılamak.
Kuvvetli bir ölüm çığlığı delip geçiyordu damarlarımdan hayatımı.
Yalnızlığın bile uğramadığı çorak toprakların kaybolduğu,
O mahzun sahil kenarlarındayken ağlarsam eğer,
Sorarım içimdeki canavara:
Kim devam ederdi ki yaşamaya?
Büyük bir sancıdır, uzaklarda kaybolmuş duyguları hissetmek.
Gelişmek, bir an için olsun unutabilmektir kendini.
Uzaklaşmaya çabalamaktır kaçamadıklarından.
Bir miktar öfke yeterdi dalgaları dağlara değdirmeye.
Zannederdim ki sevmek sarmaktır yaralarını.
Ruhumu çalan bir gecede vardım farkında.
Sevmek büyük bir intihardır kendime,
Bir yok oluşun çarklarındandır.
Acının temelleri atıldıktan sonra üstüne dikilmiş sevgi otelleri,
Kim bilir kaç ziyaretçiye sahipti,
Bizi yaktığı zaman geçmişin ateşi.
İhanettir kendime bir an için olsun inanmak.
Hatadır bunca zaman sonra kendi içimde kaybolmak.
Hiçbir yaşantı çare değildir bu vaziyete.
Yalnızca bir şansa bağlıdır geleceğin karşılığı.
Borçlarından dolayı kendisini ipe asmış,
Kirli sakallı ve ağlamaklı bir adamın,
Verdiği son nefese benzerdi umduğum sevinçler.
Öylesine ani, öylesine alışılagelmiş bir veda niyetinde,
Kendimi bıçaklamaktan delirmiştim, gardiyansız hapishanelerde.
Nedir bu ceza?
Yoktur bunun bir yanıtı, onları silsem de.
Yanıyor sahip olduklarım, boğazıma kaçıyor külleri.
Nefes alamıyordum işlediğim cinayetlerin sonrasında.
Açıklamalar ve gerekçeler değerini yitirmişti bugünlerde.
Susmaktır artık attığım en büyük çığlığım.
Gözlerimi kapatmaktır artık en çaresiz cevabım.
Ufak yalanlarla birlikte kurunca kendime yeni bir düzen,
Kumların altına gömüldü yanımda olan hissiyatlar.
Eskiden istemezdim bazı yok oluşları.
Şimdilerde ise beni ayakta tutan katillerdir onlar.
Baktım tekrardan manasızlığın kalabalıklarına.
Bir amaçtansa bir hikayeye sahipti aklım.
Devam edecektim bu faili meçhul cinayetleri sürdürmeye,
Bir gün için de olsa var olmak adına.

Arzu


Ağır ağır çığlıklar atarcasına düşüyordum kimsesizliğin,
Manasız, yıpratıcı ve tüketici boşluklarından.
Ben bir ölüm arzulardım yanmış gençliğimle birlikte.
Kederlerim böyle anlarda başlardı kılıçtan geçirmeye,
Beni ve vurdumduymaz çaresizliğimi acımasızca.
Dökemediğim gözyaşlarım bir arzu işlerdi içime.
Boğulurdu benliğim, ne zaman bulsam ben kendimi.
Her defasında itilirdi düşüncelerim çorak topraklara.
Ektiğim fidanlarım bırakılırdı öfkenin ateşine.
Birçok mücevher çalmıştım kör kuyumculardan.
Bir değeri yoktu yalnızlığımın onların ellerinde.
Günahkar hatalar düşüyorken pencerelerimden,
Yeni güneşler doğuyordu, öldürmüştüm geleceğimi.
Balkonlara saklanırdı yıllardır aradıklarım.
Hiçbir ışık kaynağı şarkı söylemezdi o duvarlarda.
Karanlığa alıştım aynı zamanda da yoklukla savaştım.
Bazı cevaplardan yoksun yücelttiğim aşklarım,
Her gece ağlayamadan içtiğim hüzün şarabım,
Öldürüyordu beni, hissettiğimde.
Ölemezdim küfrettiğim zaman kendime.
Kavuşamadan ölüme, kaybolurdum düş bahçelerinde.
Bıçaklar yağardı gökyüzünden, öperdim yaralarımı.
Ben bir ölüm arzulardım kararmış sevdalarımla birlikte.
Bir günah işlemiş gibi yanardım cehennemlerimde.
Kemik seslerinden ziyade kırılmış gururumun sesleri dolduruyordu,
Bu mahzun, yorgun ve ağlayan koridorları.
Aynalara yansırdı içimdeki canavar.
İntiharlar saklanırdı okunmamış mektuplarımda.
Ben bir yanılsamaydım, bir anın içinde parçalanan.
Giderek yok olan ve kanayan bir inkarın getirdiği,
Ufak bir parça da yok oluştum aynı zamanda.
Ben bir ölüm arzulardım aşık olduğum parçalarımla birlikte.
Çünkü bu işkencede çarmıha gerilmiş ümitlerle,
Her an aynı gecenin koynundan cinayetler çalardım.
Bu gibi vaziyetlerde ise başımı okşardı celladım.
Ürküyordum eskiden bir şeylerin yoksunluğundan.
Yalnızca bir son istiyordum aslında.
Lakin bu azametli kıyametin susadığı yaradılış olmak,
Hiçbir zaman izin vermeyecekti bulmak istediklerime.
Çünkü ben bir ölüm arzulardım var oluşumla birlikte.

İmkansız


Göklerdeki bulutlara meydan okurcasına dağılan,
Yalnızlığın renklerini bulmuştum sahillerde yanarken.
Nehirlerin başıbozuk yataklarında saklanan,
Bazen ise heyecanlarımızla beraber attığımız adımları,
Sonu bitmek nedir bilmeyen bir işkenceye çeviren,
Bazı sert taşların üstünde bir sefer düzenlemekteydim.
Bir his vardır içimde uzun bir süre sonra yeniden doğan.
İhtimaller ve sakıncalar izin vermeyecekti buna elbette.
Bundan dolayı yakılan mumlar ise son bir duayı andırırdı adeta.
Aşkın yasaklandığı günahkar kiliselerde,
Papazların, rahibelerin katili bir an parçalanırdı ellerimde.
İşlemeli tavanların kırıldığı sözlerden geriye kalan,
İnkarı en çok hak eden mazlumdu umut.
Akıtılan gözyaşların balkonları, kadehleri kutsamasıyla,
Bir kez daha geriyordum kendimi o çarmıha,
Bir nebze de olsa yalnızlığımı unutabilmek adına.
Tahmin edilemez hatalardan dolayı iflas etti yüreğim.
Biliyordum zayıflığın esaretinde kaybolmuş yenik bir asker olduğunu.
Acıya kendini teslim etmemeliydin, sevmeliydin onu.
Süreksiz bir intiharın eşiğinde gökyüzüne meydan okumadan,
Kendini silişlerin ve ihanet edişlerin,
Meleklerin kanatlarını kesmesine sebep oluyordu.
Bu yüzden uçamıyordum bazen yeni heyecanlara.
İmkansız dediğimiz şeyin,
Rüyalarımızdan daha gerçek olduğunu biliyorduk aslında fakat korkuyorduk.
Yine de kaçmak isterdik onların çıkarlarından, kaptırırken hislerimi akşamlara.
Ben bir hırsız değildim, ömrünü çalacak olan.
Ben bir katil değildim, duygularını infaz etmeyi arzulayan.
Ben yalnızca bir andım, zamandan seni kurtaran.
Cinayetler işlenmemelidir ruhumuza uzak olduğumuzda.
Biz, kendimizi bulmalıyız düşüyorken kaybolmuşluğun uçurumlarından.
Bazı hazinelere sahip olmak, mücevherleri bulmak uğruna,
Gönül uzuvlarını kaybetmiş korsanlara benzemekteydik.
Kızmamalısın, darılmamalısın seni takip eden ıstıraplara.
Ne söylenmesi gerektiğini bilemeyen yaradılışın fakir bir kuluydum.
Lakin yine de yapılabilecek bir dünya eyleme sahiptim.
Bir gerçeği yık mesela, ufak da olsa bunun için adım at.
Kaybetme kendini yatak odalarında.
Yalnızca hatırla imkansızlıkların okyanuslarını.
Çanlar çalıyor şimdi içleri kan ağlayarak.
Buralardan ayrılıyorum ardıma bakamayarak.
Çünkü biliyordum,
Kafamı kurcalayan düşünceler,
Hiçbir zaman bana bir yaşamı anlatma niyetinde değildiler.

Taş


Kadavralar yağıyordu yere gökyüzünden.
Aniden kesilmiş bir dakika içinde,
Eriyen bir adamın ağzında dolanan cümleler,
Akıyordu hüznün taşlı derelerine.
Ayaklarımı ıslatırdım önce büyük bir heyecanla.
Derken takıldı ayağım acının taşlarına.
Tüm vücudum ve düşüncelerim,
Boğuldular gelecek günlere ihanet edercesine.
Aynı zulmü farklı topraklarda yaşamaktan,
Ne demesi gerektiğini unutmuş bir adam haliyle,
Bakıyordum geçmişin dans ettiği sahnelere.
Büyük bir titizlikle raflara dizilmiş anıları,
Sabırsızlıkla dağıtıyordum tekrardan okumak maksadıyla.
Çapasını atmıştı yokluğun gemileri.
Gökyüzü kararınca kaçardı martılar,
Artlarında birkaç hikaye bırakarak.
Özgürlüğün bulutların ardına saklanmasıyla,
Büyük bir hınçla yürüyordum yalnızlığın duvarlarına.
Damlalar halinde, avcumun içinde birikirdi neşem.
Sudan çıkmış balık gibi,
Büyük bir şaşkınlıkla sarılırdım gördüğüm demir iskelelere.
Yeni bir gün daha bitmişti, saklanmıştı güneş.
Yerini ise kayıp yıllar almıştı.
Birkaç kadeh zamanı heba ettikten sonra,
Yine aynı soruların esiri olmuştum bir akşam vakti.
Akamasa da gözyaşlarım, eşlik ediyordu bu hüzne yağmur bulutları.
Yollar kazıyordum bazen meçhulluğun kürekleriyle.
İlerlediğimi zannederken fark ediyordum,
Daha da çok dibe battığımı.
Saklayamadığım sözlerim kanattılar bu varlığı.
Bir hırsız misali içimde dolanıyordu şarkılar.
Geri kalan bir miktar umudumu alıp,
Geri dönüyorlardı yalnızlığın sahillerine.
Sarhoşluktan yürümeye mecali kalmamış,
O tekil hislerle donatılmış adamlar gibi,
Bıraktım kendimi yeryüzüne.
Bakamadım bazılarının yüzlerine.
Değişim ve yükseliş uğruna kaybedilen hisler,
Denize dökülen hazineler,
Ansızın girdiler üşüdüğüm uykularıma.
Kabuslardan fırlama senaryolar,
Gerçek oldu böyle anlarda.
Ellerinde hiçbir şey olmayan oyuncular,
Anlayamadı bu karmaşık gizemi.
Yorgun ve ağrılı fikirlerle,
Devam edemediler bu yollarda adımlar atmaya.
Bir veda hutbesi okudum duygularıma.
Gözyaşı döküp intiharı arzuladılar bu çileye karşılık.
Gerçekler denilirdi vaktinde acı sözlere, onlara itaat edilirdi.
Şimdi ise söylenmiş yalanlar dolusu kumbaraları,
Camı kırık dükkanlardan çalıp
Kendi mutluluklarımı biriktirmeye çalışıyordum.
Ne zaman iflas edecekti yüreğim?
Kendimi o kumbaraya attığımda mı?
Yoksa keder ömrümü aldığında mı?
Cevabı meçhul sualler kanattıkça ayaklarımı,
Ben daha çok adım atıyordum bu sokaklarda.
Pencereler titrerdi ne zaman çığlıklarımı sustursam.
Hıncım, arnavut kaldırımları bozardı.
Geçemezdi oradan hayatın tutsakları.
Bir isyan kopardı içimde.
Cinayetler de eksik olmazdı.
Dizginleştirirdi onları yarım bırakılmış cümleler.
Büyük bir merakla gökyüzüne bakarlardı.
Acının vaazını veriyordu karanlığım.
İşte o an girdi kanıma yanmış pişmanlıklar.
Açamazdım gözlerimi istediğimce.
Kapıların ardına saklanırdı korkularım.
Yaşam koridorlarından geçerken bir aynaya baktığımda,
Başladılar, duvarlara çarpmaya o çürümüş kapılar.
Büyük bir kıyamet koptu aynaların karşısında.
Duvarları delemedi hiddetim, dengemi kaybettim.
Belki de yaşamaktır kendime olan en büyük ihanetim.
Kıramazdım zincirlerimi, kölesi olmuştum yalnızlığın.
Kulak verdim ağlamakta olan bir sese.
Getirdi beni tekrardan bu sahillere.
Bir taş aldım elime, fırlattım onu hislerime.
Döndüm arkamı, terk ettim bu cehennemi.
Yeni yerler keşfetmek ümidiyle değil,
Kendimi unutmak için uzaklaştım geçmişimden.
Bu yolculuğun, döngünün getireceği sevdalar,
Canımı fazlasıyla yakacaktı.
Lakin yine de pes etmeyecektim.
Çünkü ben bu yokluklarla beraber yaşıyordum.
Kabuslarımın baş kahramanı olan düşüncelerime,
Hükmedecektim eninde sonunda, özgürlük uğruna.

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Kimsesizler Masası


Kimsesizler masasındayım.
Pencerelerin büyük bir günahı örtmek maksadıyla kapatılıp,
Üstlerine zamanın kirli perdelerinin çekilmesiyle,
Buluverdim kendimi çivili bir sandalyede.
Üzüm bağlarına bağlanmıştı düşünceler,
Ben, arıyorken beni.
Her suçlunun ayrı bir masumiyeti vardı kadehlerde.
Bir miktar da acı saklıydı onların paramparça olmuş içlerinde.
Kimsesizler masasındayım, elimde bir damla gözyaşıyla akıtamadığım.
Çektiğim korkular dökülürdü yerlere, kirlenirdi karanlığım.
Gözlerini kaybetmiş, ağzı dikilmiş bir adam,
Anlatmaya çalışırdı gökyüzünün, geleceğin neye benzediğini.
Hep bir ağızdan başlanıyor söylenmeye o mahzun şarkılar.
Tokuşturuluyor kadehler, meydan okurcasına kederlere.
Her çarpışmada ayrı bir kapı açılıyor önüme.
Güvensizliklerin, kederlerin bol olduğu bir ihtimalle,
Geçemezdim o kapıdan, parçalıyorken beni zaman.
Yalnızlığın, merakın bir küfür gibi tekmelendiği diğer kapı ise,
Bir ''Hoşgeldin!'' demekten ziyade,
Yüzsüz bir hizmetçi misali,
Kapıyı açık bırakıp, kayboluyordu ortadan,
Boğuyorken beni yaşam.
Kimsesizler masasındayım, kesiliyorken ağaçlarım.
Titrek koridorlarda bulanırdı çığlıklarım.
Ne muhteşem bir yalandır ki bu,
Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara bakmaksızın,
Benzer ihtimaller bir hançer saplardı yüreğime ansızın.
Korku yoktu yalnızca bu masada.
Meçhul gelecekler de sürünürdü ayaklarımızın altında.
Kanım akıyordu duygularımla, soğuk bir mezar taşına.
Yas tutulması mümkün değildi elbette.
Ne de olsa yakarışta bulunacak kimse yoktu fikrimce.
Kimsesizler masasındayım, ağız dolusu küfürleri sakladığım.
Umutları, aydınlığı yıprattığım bir masadayım.
Bencilce yapılmış eserlerle doluyordu zamanım.
Hiçbir zaman bitmeyecekti bu ahval savaşım.
Her zaman içinde olacağım karanlığın.
Kimsesizler masasındayım,
Öfkemle çalıp çırptığım,
İnsanları farkında olmadan kırdığım,
Gençliğimi, geçmişimle cezalandırdığım,
Gerekse her an benliğimi hiçe saydığım,
Güzelliklerin üstüne hınçla bastığım,
Ağlayan kalemimle şiirlerimi yazdığım,
O kimsesizler masasındayım.
Yok olmayan yalnızlığım,
En büyük yaratıcısıydı oysaki bu karanlığın.
Ben kimsesizler masasındayım,
Her daim o çivili sandalyede kanayacağım.

7 Haziran 2019 Cuma

Kumarbaz ve Kraliçe


Yakmak mıdır çocukluğumuzun son demlerini hayatın gayesi?
Harabe olmuş yollarım, adım atmaya cesaret eden yok.
Titretiyorum anılarımı soğuk gecelerin meyhanelerinde.
İkram ediyor bana duygularını geçmiş.
Kalsın şişe diyorum cebimdeki üç kuruş olan umutlarımla.
Körpe kız ellerinde dokunan halılar gibi,
İşliyorum usulca içimdeki hisleri.
Sevmek büyük bir yaşam çıkmazı.
Sokak aralarından geçer yalnızlığın terk ettiği kadınlar.
Bir suskunluktan ziyade bir düşünce kaplamıştı geceyi.
Bayırları aşıyorlar altında nalları yeni takılmış olan atlarla,
Gelecek ve gelmesi mümkün sayılmayan vedalar.
Toz toprak, aşk meşk demeden kirletiyorlar kraliçenin ellerini.
Benim güzel kraliçem!
Yaklaşıyorum sana zaman geçtikçe.
Hediyeler sundum sana eski zamanlardan kalma.
Birkaç antika parçasıdır belki de onlar senin gözünde.
Durmak nedir bilmeyen bir işkenceden bahsediyoruz ne de olsa.
Konuştuğumuz diller farklı lakin sonumuz hep aynı.
Tıpkı yollarımızın ayrı olması gibi.
Çivisi çıkmış hayatın, paslanmışım biraz da duraksamış.
Bir bardağın daha sonuna geldik kraliçem.
Yavaş yavaş akıtıyorum hayallerimi.
İlk önce saçlarını okşuyorum.
Sonra kirletiyorum öfkeni.
Benim bencil kraliçem!
Neye sahipsem yığıyorum hepsini önüne.
Derken bitti aydınlığım, sonuna geldim karanlığın.
En haklı cinayetler ayın ele geçirdiği balkonlarda işlenirdi.
Bir kumarbazın hediyesi pek anlamsız gelirdi sana.
Ne de olsa hileyi hurdayı sevmezdin.
Merak etme benim ona borcum yok.
Lakin onun bana olan borcu,
Bu dünyadaki kederlerden daha da fazla var.
Ödeyemeyeceğinden doğacak güneş kadar eminim.
Ama kraliçem sana daha fazla anı vermek istiyorum.
Bilirim sevmezsin kumarbazı çünkü canını yakmıştı.
Benim de canımı yakıyor merak etme.
Bir kapı daha açılıyordu bu sefer gözlerimin önünden.
Hangi gündüzün koynundan çıkıp geldiği bilinmeyen,
Maskeli bir çocuk vardı uzaklardan gelen.
Bir iki damla gözyaşı bıraktı avuçlarıma.
İşte o an anladım,
Kumarbazdı benim kurbanım.

30 Mayıs 2019 Perşembe

Var Olmak


Süregelmiş değişim lanetinin bir hikaye olduğunu söyleyen günlerin öğlen vakitlerinde,
Gözlerimden akarcasına yığılınca ölüm,
Büyük bir isyana öncülük etti bu son.
Zihnimin taşlı yollarında bocalayan sözcüklerim çıkamazdı dışarı.
Hiçbir şey anlatamadan, gösteremeden yitip giderdi insanlığım.
Mecburi vaziyetleri inkar ederdim tüm inandığım doğrularımla birlikte.
Sonu olmayan bir karanlıkta, elimde bir mum bile olmadan,
Adımlar atardım durmaksızın aynı acılar uğruna.
Yüreğimin daha ne kadar çok kanayacağını merak ederdim eskiden.
Şimdi ise düşünmek bile istemiyorum.
Umutlarım ve hayallerim yakıldılar bir varilin içindeki çalı çırpılarla.
Aynı sahillerde tarifi olması mümkün olmayan yalın bir tükeniş vardı içimde.
Alınan bazı kararlar sonrasında öğrenilen gerçekler ise,
Tüm bu işkencenin tadı tuzuydu.
Yüreğim acırdı eskiden severdim birçok şeyi yine de.
Pek inanmazdım bazı yoksulluklara ve savaşlara.
Benim de körlüğüm belki bunlar için geçerliydi.
Sardıktan sonra yüreğimi, zihnim acıtmaya başladı bu sefer.
Kanlı düşüncelerin yarattığı yıkımların arasında,
Bazı savaşlara atılıyordum hiçbir silah kuşanmadan yaşamak adına.
Mücadeleler ve zorluklar eksik olmayacaktı biliyorum.
Lakin toparladıktan sonra zihnimi, bilmediğim patikaları takip edince,
Benden çok uzakta olan rehberlere kulak verince,
Daha önce hiç hissetmediğim bir acı hissettim içimde.
Var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni.
Sarılamaz bu yaralar, kabuk da bağlamazlar.
Yalnızca beni tanır ve bilirler bir de bu isyanı.
Dünya'ya karşı değildir yalnızca öfkem,
Yaratıcısına da yarattıklarına da karşıdır.
Güneş doğar, güneş batar.
Ay göğe yükselir, gökten düşer.
Devam eder bu soluksuz işkence seremonisi.
Yorgunluklar ve acılar geliştirse de insanın kendisini,
Doğrulsa da düştüğü çukurlardan gökyüzüne,
Kaçamazdı hiçbir zaman aklındakilerden.
Kuvvetli bir arzu dolanıyor damarlarımda.
Yok etmekten ziyade yoğun bir yok oluş var içimde.
İnkar etsem bile bu ahval düzeni,
Bilirim bunu değiştiremem yalnızca ona itaat edebilirim.
İnsanların yüreklerini deşmek isteyen canavarlar,
Ve onları yüceltmek, korumak için mücadele eden savaşçılar,
Tüm bunların hepsi yalnızca aptal bir andan ibaret.
Çünkü var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni.
Mutluluklar uğruna vazgeçilince bazı gerçeklerden,
Elimizde açardı güzelliğin çiçekleri.
Koparıldı şimdi onların hepsi.
Yaşamın aktığı derelere sahip ormanlara ne zaman baksam,
Kıyamet görüyorum artık.
Kendi cennetimi yaratmaktan bahsederdim eskiden.
Bilmelisiniz ki sizler ve ben izin vermiyoruz buna.
Bunca vakittir aranılan anlamlar ve sebepler,
Şu an için karşıma çıkma niyetinde değiller.
Bekleyişlere lafım yok fakat,
Bu sabır gerektiren eylemi bir işkenceye dönüştürünce hayat,
Ne ben bekleyebilirdim artık ne de sizler beni tutabilirdiniz.
Düş ormanlarından geçtim her ağladığımda.
Dallar girdi bedenime, delip geçtiler hislerimi.
Bu bir sınav değildi oysaki,
Bu bir cezalandırma veya sadistlikti.
Öyle yalın bir yalnızlıktı ki bu,
Hiçbir şeye sahip olamamak,
Çığlıklar atamamak,
Konuşamamak, ağlayamamak,
Acıyı ve beraberinde özgürlüğü getiriyordu.
Kendi zincirlerimin yarattığı prangalar engelliyor ve saklıyor ayak bileklerimi,
Birkaç yalana daha inanmayayım, koşmayayım diye.
Yüreğim ve aklım hissedemiyor, yaratamıyor bir şeyleri.
Onlarca yazdığım ve anlattığım kayda değer varlıklar,
Anlaşılamadıktan, okunmadıktan sonra ne fayda?
Kendi zihnimdeki seslerle bir araya gelerek,
Karanlığımla bütünleşmek en büyük yalnızlıktır.
Ne yapmam gerektiğini bilemiyordum artık.
Korkularım ve kaygılarımla birlikte giriyordum yatağıma.
Her gece aynı tavanda, kapı arasında, pencere kenarında,
Aynı acı sarmalar ve boğardı her şeyimi.
Var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni.
Sevmek duygusu bir ihtimal.
Nefret ise imkansız.
Yalnızca ama yalnızca bir bağ söz konusu.
Tanrıya veya insanlara değil,
Yazmaya ve yok olmaya karşı bir bağ aynı zamanda bir zaaf.
Herkes aynı dili konuşuyordu ben hariç.
Kendi dilimi yarattım anlaşılamadım.
Duyguların dili olmaz dediler, duygularla yaşadım.
Sonra herkes duygusuz dediler, hissetmekle savaştım.
Sonunda fark ettim ki kendimden uzaklaştım.
Olacaksa eğer bazı şeyler şaşırtsın beni hayat.
Tüm bunalımlar bir kenara,
Ben devam edeceğim kanamaya,
Tekrardan yaşamaya değer bir şeyler bulmak adına.
Unutmaktır kendimi bazen en büyük arzum.
Lakin böyle bir zamanda ve durumda mümkünatı yoktur bunun.
Tekrardan kaybolur, kanar, ölür ve yeniden doğarım.
Sürekli bu döngünün içerisinde mahsur kalırım.
Çanlar çalıyor şimdi bir veda söz konusu.
Beynimdeki fırtınalar ve yüreğimde patlayan volkanlar,
Gidiyorlar değerli taşlarla şımartılmış yollarda.
Güller fırlatılıyor havaya.
Anlatsam bile onlara bu hikayeyi,
Katlanamazlar buna daha bitirmeden ilk cümleyi.
Kendi yarattığım evrenlerimde devam eder bu bitiriş.
Daha önce de dediğim gibi,
İnsanlar, mücadeleler, aşklar, duygular değil,
Var olmak acıtıyor artık, kanatıyor beni!

15 Mayıs 2019 Çarşamba

Deliler


Deliler girdi kanıma hiç beklemediğim bir anda,
Veya aklımın bağları mecburiyetten koparıldığında.
Bir hikaye asılırdı gördüğüm her darağacına.
Bir mühlet kendi haline bırakıldıktan sonra,
Çanlar çalardı son bir kez daha sevişebilmek adına.
Biliyorum nice varsayımlı gecelerin koynundan,
Ulu orta yerlere serilmiş acılar akardı.
Anlatılamaz duyguların mahkumu olunca,
Daha da çok delirdim yalnızlığımla.
Zaman denilen kavramın bir çözümden ziyade,
Bir işkence olduğunu bu zamanlarda anladım az da olsa.
Kendi içimde koruduğum, yücelttiğim doğrularım,
Mantığın ve yüreğin arasında gerçekleşen mücadelelerin sonrasında
İnfaz edildiler ruhsuz bir akşamda.
Deliler girdi kanıma hiç beklemediğim bir anda,
Veya aklımın bağları mecburiyetten koparıldığında.
Nice mevcudiyetler dans ediyor etrafımda bilirim.
Lakin nerede nefes alırsam alayım ben yalnızca ölebilirim.
Hem de öyle basit bir ölüm değil.
Var oluşun tohumlarına ihanet edercesine,
O puslu sokaklardan geçince,
Büyük bir intihara tanıklık ettim içimde.
Dökemediğim her gözyaşımda bil ki bir inkar var.
Olması gereken bazı şeyler için,
Olabilecek şeylerden vazgeçtik.
Bir baktım ki ardımda ve yanımda bir karanlık yaşamakta.
Işığın yokluğunun farkına varan hortlaklar,
Geziniyor sevda topraklarında, giriyorlar içeri.
Düşünmek belasının süregeldiği günlerden beri,
Her taraf aynı son, aynı kıyamet.
Deliler girdi kanıma hiç beklemediğim bir anda,
Veya aklımın bağları mecburiyetten koparıldığında.
Tekrardan bir his oluştu kanlı parmaklarımda.
Bir söz yankılandı kulaklarımda:
''Kabullenişler, infazlardan daha çok can yakıcıdır.
Belki de kendi cinayetim, bu kabullenişin bir infazıdır.''

Efsane


Doğmamışken daha yeryüzünün delileri,
Açmamışken henüz güneş gözlerini,
Bir karar verildi ve yankılandı karanlık balkonlarda.
Gözyaşları bütünleşememişti üstüne bastığım hayallerimle.
Sebepsiz ağır bir hava çöktü gökyüzünden yatak odama.
Devam ederdi tek düze yaşamın sümbülleri açmaya.
Eski halkın mağdur insanları bir efsaneden bahsederdi:
''Düşlerin ormanında bir tanrı varmış uzaklardan gelen.
Yaratmış nice düşünceleri.
Vesilesi olmuş ulvi değişimlerin.
Bir peygamberi varmış vaktinde ona itaat eden.
Her şeyini kaybetse dahi dua edermiş o ormanlarda.
İsyan sözcüğü inşa edilmemişti daha onun lügatında.
Derken bir gece ansızın bir kıyamet kopmuş.
İndirilmiş panjurlar, hapsedilmiş aşklar.
İşte o an çıkmış karşısına deliler bir gerçeği söylemişler ona.
Zihnine taht kuran inkarları ilk önce bir ipe asmış.
Beklemiş tüm gece ondan birkaç cümle duymayı.
Cümle alem güç de olsa inanırmış peygamberin aşkına.
Öyle bir duygular afetiymiş ki bu vaziyet,
Yalnızca peri masallarında gerçek olabilirmiş.
Deliler sarınca etrafını kimsesiz düşüncelerin,
Anlamış gerçeği, almış eline bir balta,
Başlamış onunla birlikte yarattığı ormanları yok etmeye.
Bu kıyametin ardından kimse anmamış bir daha peygamberin adını.''
Onlarca kum saati kırıldı eriyen yüreğimle birlikte.
Yüzyıllar ve nice şairler geçti bunun üstünden.
Deliler girdi kanıma, bendim o peygamber.
Kaybettim zamanımı belki de.
Şimdilerde ise yalnızlığın kılıcıyla canlarını alıyorum diğer tanrıların.
Diğer ormanları yok ediyorum içimdeki alevlerle.
En azından biliyorum artık neye benzediğimi.
Perdeyi sen koydun gözüme,
Deliler ise açtı isyan edercesine.
Doğruldum düştüğüm yerden gökyüzüne.
Tek bir gayem vardı artık ben hüküm sürecektim yeryüzüne.

Sorunsal


Yüksekliğin manasız korkuluklarına saplanınca,
Bir an için düşüncelerim arzuladı ölümü,
Diğer kalan zamanların tümündeyse ruhum.
Bir ağaç var karşımda,
Dalları kırık, yaprakları dökülmüş,
Hüzün tarafından her yeri taşlanmış,
Kökleri ise sıkıca tutunduğu topraktan koparılmış.
Yalnızlığın mahkemelerinde hakimin kim olduğu meçhulken,
Ağır ithamlarda bulundu yaşam benim adıma.
Hangi suçtan kaç yıl yatacağımı bilmezken,
Kanayan topraklarda kirlenirdi ayaklarım.
Yaşamak sorunsalından ziyade ölememek işkencesi,
Girerdi zihnimin karanlık sokaklarına.
Geri dönüş mümkün değildi tabii olarak.
Özler ve mumla arardım geçmiş zamanımı.
Pek bir güzelliğe sahip değildim belki lakin,
Ben de biriktirmiştim birkaç anıyı içimde.
Duyamazlar çünkü bağıramam.
Anlayamazlar çünkü anlatamam.
Yalnızca biraz bana bakarlar azıcık da yollarıma.
Biliyorum gelecek zamanın hortlağına dönüştüğümü.
Hiçbir yürek burkan sığınaklarda kalmamıştı mecalim.
Bir pes ediş söz konusuydu belki de.
Bir doğru değil, birden çok yanlış bulmuştum kendime.
Atmıştım hayatımın temelini onlarla.
Bir gece, mantığımın bir deprem misali bir yıkılışa sebebiyet vermesiyle,
Yeryüzünü öptü bütün sahip olduklarım, karardı gökyüzü.
O an anladım hiçbir şeye sahip olamadığımı.
Fazla bir isteğim yoktu kendimden.
Yine de başaramadım, anlatamadım kendimi.
Bir ok gibi saplandı sonrasında zihnimdekiler yüreğime.
Duyabiliyordum artık kraliçenin sesini.
Naif bir ses tonuyla nice yok oluşlardan bahsediyordu oysaki.
Gözlerine bakarak yığardım önüne içimdekileri.
Onlar korkarlardı belki fakat,
Kraliçe her daim yanımda olurdu.
Sadece yanımda değil,
Aklımda, avuçlarımda, yatağımda ve de hayatımda.
Ölü kurtlar uluyordu mahzun vadilerde ay tepedeyken.
Gönül bağlarını yırtardı gökteki, ben sevmeye devam ettikçe.
Bir dünya cinayet işlenir, savaşlar olurdu da içimde,
Hiçbirini vuramazdım onların yüzlerine.
Uzun zamandır yoktum ortalıklarda.
En son ne zaman hatırlamıştım var olduğumu bilmiyorum.
Fazla bekletmiştim tanrıyı belki de.
Bu yüzden sitem ediyordu kimsesizliğime.
Bunu bildiği halde bir şey söylemiyordu meleklere.
Perdeleri indirmek veya defteri kapatmak,
Bir ihtimal ki yapılabilecek en doğru şeydi.
Ama ne ip var ellerimde  ne de bir güç.
Ölmeyi bile beceremiyordum.
İşte bu vaziyet insanlığın beni normalleştirişine , yok edişine karşı,
Verilmiş büyük bir mücadele ufacık da bir sözdü.
Ne kadar çalsanız da benden beni,
Yok etmeye uğraşsanız da benliğimi,
İnkar edemezdiniz gerçekleri.
Durmadan bulduğunuz her kuyuya beni fırlattınız.
Farkında mısınız bilmiyorum da bu durum sizin hatanız.
Merak etmeyin küllerimden yeniden doğacağım.
Hepinizin kabusu ya da celladı olacağım.
Çünkü tükettiğiniz güzellikler, kanattığınız bedenler,
Sizin için tanrıdan gönderilmiş en büyük hediyeydi.
Ama siz bilemediniz bunun kıymetini.
Merak etmeyin atlattıktan sonra en yakıcı geceyi,
Gözlerime baktığınızda anlayacaksınız kıyametin geldiğini.
Çünkü ben gittiğim tüm diyarlarda,
Bazı hikayeler kazımıştım sizin akıllarınıza.

Ice Queen


Bir bahar akşamıydı.
Sesler puslu, pencereler kapalıydı.
Yeryüzündeki tüm doğrulara bile hakaret edecek kadar,
Büyük, aptal, çaresiz ve manasız körlük,
Sarıverdi tekrardan o nadide eseri.
Düzeltilebileceğine inandırılması için bu kusurun,
Nice uykulardan, zamanlardan vazgeçildi,
Umutlar öldü.
Lakin hiçbir zaman, lanet olası bir aralıkta dahi açılmadı gözler.
Devam ettiler fütursuzca onu kendi içine kapattırmaya.
Öyle ulvi bir körlüktü ki bu,
Tanrı gelse bile yanına,
Varlığını reddeder, onu bir uçuruma atardı.
Farkına varamazdı belki de onu tüketen şeyin.
Tüm kendine söylediğin,
Zorundaymışsın gibi aklına kazıdığın manasız hırsları bir kenara bırak.
Sorarım şimdi sana:
''Neden hala mutsuzsun?''
Kendi vereceğin kararın sonucundan o denli korkaksın ki,
Hiçbir acıya dayanamamaktan bahsediyorsun.
Zannedersin ki sen vazgeçilmezsin.
Ben ise karanlığın bir kölesiyim.
Birçok acıyı kendi kararlarımla yaşadım.
Vazgeçilmezliğine geleceksek eğer,
Öyle olduğunu düşünmen, benim sana öyle hissettirmemdendir.
Birçok ihanet ettiğin gerçeği sana anlatırsam,
Biliyorum ki hiçbirini kabul etmeyeceksin.
Hatta bana bile karşı gelecek, beni düşmanın belleyeceksin.
Aylar, yıllar geçecek lakin sen devam edeceksin gözlerini açmamaya.
Kendince en büyük acıyı yaşayıp,
Kapatsan da kendini odalara, yıkılsan da yerlere,
Farkına varamayacaksın.
Ta ki bir gün gerçekten cesaret edip,
Gözlerini sonsuzluğa açana dek.
Düşünürsün ki ben sana alındım, gücendim,
Benim bu sessizliğim, kinim dediklerinden değil,
Bitmek  nedir bilmeyen körlüğündendir.
Öyle bir noktaya geldim ki aslına bakarsan,
Sevgiden ziyade anlayış diliyorum senden veya tanrıdan.
Çünkü bu amansız cahilliğin yarattığı eksiklik,
Sensizlikten çok daha ağır basıyor.
Merak etme biliyorum kendi içinden geçirdiğin düşünceler, kelimeler,
Ve kendinden anlamsız bir gururla emin olarak,
Sana öyleymiş gibi gelen doğrularla beraber,
Benimle alakalı bazı atıflarda bulunacaksın.
Ve belki sinirden veya dalga geçme maksadıyla,
Ufak bir tebessüm eşlik edecek yüzüne.
İşte o an bir kez daha kanıtlamış olacaksın körlüğünü.
Merak etme tek gören ben değilim.
Başkaları da biliyor senin kör oluşunu.
Hatta sen bile bazen isyan ediyorsun kendi içinde.
Bu durumun sebebini bilmemekte ısrar ediyorsun.
Bu gibi vaziyetlerde benim yaptığım hatalar ise,
Yalnızca ama yalnızca iki taneydi:
Biri sana inanmaktı.
Diğeri ise senden bir şeyler beklemekti.
Bilmediğin hislerden ve durumlardan geçerek,
Tekrardan sorgulasan kendini, dürüst olsan,
Bu kadar fazla şey feda etmezdim senin uğruna.
Ne feda ettin diyecek olursan eğer,
Bilmelisin ki nice evrenler yarattım, gözyaşları döktüm, kendimi öldürdüm.
Diyebilirsin ben sana yapma demiştim diye lakin,
Yine de yapmak istedim çünkü sana inandım.
Sen ise kendini korkak bir kedi yavrusu gibi sığındın cahilliğine.
Sonunda diyebiliyorum artık onlar haklıymış, hem de başından beri.
Bunca durumu aşıp tekrardan düzeltebilirsin her şeyi oysaki.
Ama sende o cesaret nerede?
En iyisi devam et kendini acındırmaya  özünde.
Sana git demem, gelmeni isterim fakat çağırmam.
Çünkü bunlar artık boşuna emek.
Artık senin mücadele edip kendini kurtarman gerek.
Bense öteki diyarlarda, sen her ne kadar inanmasan da,
Her zamanki aynı adam olarak yazmaya ve yaşamaya devam edeceğim.
Eğer tüm bu dediklerimin sonrasında açmışsan gözlerini,
Sana senelerdir içimde sakladığım manasız gerçekleri söyleyeceğim.

Evren


Havada sallanan o paslı, bir o kadar da korkutucu,
Yalnızlığın şarkısını söyleyen zincirlerin esareti,
Ruhuma sıkı bir düğüm attılar dinlemezken içimi.
Ölümün hiçbir vakit bu kadar arzulanmamış olması,
Nice şairleri ve nice buruk adamları,
Delirtir ve onların yüzlerine birkaç resim çizerdi.
Kapılar benim için açılıyor biliyorum.
Uğultulu pencerelerden yansıyan korkularım,
Bu gibi fırtınalı ve sancılı akşamları,
Ulvi bir cenaze töreniyle sunuyorlar bana.
Özür dilemek tanrının pek de umurunda olmazdı.
Çünkü o gökteki bencil ihtiyar,
Baksaydı kendi yarattığı hazin sokaklara,
Ağlardı dizlerinin üstünde kendi yaptığı hatalara.
Yaradılışım belki de büyük bir kıyametti.
Şüphesiz ki yalnızlığın cehennemlerinde bir başımaydım.
Ne şeytan vardı yakınımda ne de zebaniler.
Sadece yalın bir ses vardı yokluktan gelen.
Kulak verdim ona daha önce hiç hissetmediğim,
Ani ve kuvvetli bir itiliş hissettim.
Bu durmaksızın yanmakta olan kayalar,
Ve içi alevlerle dolu çukurlar,
İstemiyorlardı beni ve karanlığımı.
Öldürmeye gücü yetmezdi canavarı savaşçının.
İstediği kadar dövse de kılıcını,
İstediği kadar savaş naralarıyla doldursa da havayı,
Yeterli gelemezdi hiçbir güç onu yere sermeye.
Tek başına üstesinden gelinebilecek bir vazife değildi bu.
Geçerse eğer zaman,
Yüzüme dahi bakmayan insanlar gibi yanımdan,
Yıpranarak, kaybolarak geçirilen değişim muhakkak,
Benim kendi cinayetim olacaktı.
Baktığım zaman sakince dünyaya,
Kendilerinden uzaklaşmış veya kendilerini öldürmüş olanlar,
Her geçen gün giderek daha da yok oluyorlar.
Oysaki yaşamın sürekli üstümüze boşalttığı hüzünler,
Var olması muhtemel bir sevgiyi doğuruyordu.
Buna kulak asmadan mahalle kenarlarındaki,
Yalnız mahluklara müstahaktı çürümek.
Ne kadar üzgün olsalar da,
Avuçlarında bile olan sevgiyi bulamadıktan sonra,
Sorarım sizlere tüm bu mücadele ne fayda?
Yaşadığımızı hissedemesek de bazen,
Kaldırın üstünüzden yağmur bulutlarını.
Çünkü bilmelisiniz ki,
Hiçbir zaman hak ettiğinizi bulamayacaksınız.
Bu yüzden yatakların altında ölmek yerine,
Gökyüzünde ve sahillerde verin son nefesinizi.
Duymuyor sizi tanrı, kendileri ebedi bir izleyişte.
İstediğiniz cinayeti işleyin kendi içinizde.
Hayat size bir şeyler getirmeyecek.
Bu yüzden ondan zorla bir şeyler almalısınız.
Ta ki bir gün,
Kendi evreninizin yaratıcısı olana dek.

Acı


Bir yağmur gibi yeryüzüne düşüyorken düşüncelerim,
Hangi toprağa basarsam basayım,
Hangi yalnızlığın delilerine bakarsam bakayım,
Durmak nedir bilmeden bir mücevher işlerdi yüreğime zaman.
Geleceğin kaygılarıyla birlikte,
Umutsuz bir kurtuluştan ziyade yok oluştan bahsederdi geçmiş.
Bitmek nedir bilmiyor içimdekilerin cenazesi.
Pencereden dışarı bakan çocuklar gibiyken,
Bir anda bir hapishane hücresinde buldum ben kendimi.
Ne bir delil vardı ellerinde ne de haklı bir gerekçe.
Yalın bir hata vardı var oluştan önce gelen.
Kendi hazinemi bulmak maksadıyla,
Şu ana dek sahip olduğum ne varsa,
Hepsini çalı çırpı gibi yaktım bir sobada.
Tek bir soru yankılanıyordu bu puslu tavan arası dünyada:
''Ölen kim?''
Ölüm kadar basit bir bitiriş veya yok oluş değildi,
Bu kimsesizliğin ahval cinayeti.
Daha çok bir döngüye benzerdi ruhumuzla bütünleşen.
Ne düşündüğüm önemli değildi bu aptal düzende.
Ne kadar insan olduğum da,
Ne kadar var olmaya çabaladığım da,
Önemli sayılmazdı onların yüzlerine bakarken.
Bilinmez mevsimlerin getirdiği gecelerde,
O bol kanlı yaşam mektubumu,
Bir başıma, bir muma doğrulttuktan sonra,
Devam ettim ben her geçen gün daha da kaybolmaya.
Zifiri karanlıkların olduğu labirentlerde doğsa bile güneş,
Hangi yoldan gitmem gerektiğini bilemeyecek kadar çaresiz,
Ve yarım bırakılmıştım düşüncesizler tarafından.
Öfke ve intihardan ziyade yalnızca ama yalnızca,
Saf bir acı vardı bir vakitler içimde.
Artık ise tükettiğim gözlerim yüzünden,
Hiçbir güzelliği fark edemiyordum.
Aklımın bu gibi durumlarda pası kalbime atmasıyla,
Daha da yükseldi şu güne dek okşadığım dalgalar.
Denizler bile sevemiyor artık yalnızlığımı.
İstedikleri kadar baksınlar bana.
Pek bir sorun teşkil etmez bana.
Çünkü yaşamdan önce sevgi başlardı lakin ben,
Hiçbir halının altında, duvarların arkasında, onların yüreklerinde,
Bulamıyorum o yüceliğin koruyucusu olan hissi.
Bu gibi akşamların yarattığı unutulmaya yüz tutmuş bir masalarda,
Yazıyorum kağıtlara yok oluşumu, biraz da olsa bunu taçlandırmak adına.
Aşkın kölesi olmuş olsam dahi,
Sabır en büyük erdem de olsa,
Ben artık yoruldum sevgilim.
Sen  dahil kimse değiştiremez, düzeltemez bu hatayı.
Bunca vakittir anlatıyor olsam bile kendini,
Çabalarım hayatın büyük tepkilerine maruz kalıp,
Senin inandığın ve sadık kaldığın gerçekler tarafından hiçe sayılınca,
Nasıl ve niçin çabalayacağımı bilmiyorum yaşamaya.
''Güzel bir gelecek için zor bir geçmiş gerekir.'' Yanılgısına,
Daha fazla inanıp kendimi kandırmak istemiyorum.
İçimde kopan fırtınaları hayatım boyunca,
Kendi içimde dizginleştirmeye itilişim,
İnsanların bana verdiği en büyük zarardır.
Katlanamazlar buna, düşünmek istemedikleri için onlar.
Tüm bu kıyametin içindeyken insanlar,
Ben yalnızca bir ateştim.
Karanlığımla yakarım onların canlarını, umutlarını, mutluluklarını.
Bu benim hatam değildi oysaki bu,
Bana dayatılan yaşama karşı verilmiş bir tepkiydi.
Değişim için adımlar da atsam tek başıma,
Ben bu zorlu yolları atlatamazdım yalnızlığımla!
Öncelikle elimden tutmalısınız benim.
Israr ediyorsam eğer hala,
Bir tokat atın yüzüme, gelirim ben kendime.
Gittikçe daha da eziyorken beni zaman,
Bir de ne göreyim çoktan cenaze haberim çoktan yayılmış etrafa.
Kendi kefenimi kendim diktim, hapsettim kendimi içine.
Sıkıca bir düğüm attım bir de.
Ardından ise yırttılar o bulutlar kadar ak olan kumaşı.
Ölmeme bile izin vermediler!
Devam ettim sürekli onların bir deneği olmaya.
Başımı kaldırdım ve isyan ettim onlara.
Derken geçti zaman, gözümün içine bile bakmadan.
Sürekli bir var olma maksadıyla yaratılan evrenlerime,
Meteorlar düşerdi uykuya sarıldığım her gece.
Bu gibi bir zorlanışa maruz kalmak istemiyorum ben!
Kendi perdelerimi bir bıçakla kesip,
Üstünde durmadan adımlar attığım sahnede,
Alkışlar ve güller yerine mutlulukların atılmasını istiyorum,
Ya da yüzüme bakılıp nice ölümlere ulaşmayı.
Her gün farkında olmasam da tükettiğim hayatımı,
Artık bir an önce sonlandırmak istiyorum.
Yeniden doğuşlara lüzum yok, toprakla bir bütün olsam kafi.
Gök gürültüleri de eksik olmasın  ki,
Dışarı çıkıp gelemesin kimse bu renksiz cenazeye.
Neler diyebileceğimi bilemeyecek kadar çaresizken içim,
Ben artık ne için devam edeyim kendimi anlatmaya?