2 Aralık 2018 Pazar

Opera


Gökten düşmüş meleklerin bilekleri bağlı bir vaziyette,
Sabah akşam demeden şarkı söyledikleri bir opera binasının,
Cehennemin en derin noktasına kadar inen merdivenlerindeyim.
Gece boyunca uzayan duvarların içlerinden,
Bir kapı açıldı kimseyi göremiyorken.
Soğuk ay ışığının yapraklarında dans ettiği,
O ulu ve yaşlı çam ağacının köklerinden,
Bir parça mutluluk çalmıştım hayat nedir bilmeden.
Bu üstüne bastığım kaldırımlar,
Benim taşlaşmış mutluluğum mudur?
Her gün yüzlerce kez adım attığım,
Lakin hiçbir zaman üstünde durmadığım,
Yalnız kaldırımlarda mı harcadım sevgimi?
Büyük bir fırtına görüyorum uzaklardan gelen.
Yanında yalvarır gibi başını öne eğen ölüm tutsaklarının,
Yüzlerine dahi bakmadan gençliklerini biçip geçen,
Tek isteği yok oluş olan büyük bir fırtına...
Köşe başı yerlerde saklananların gerçek yüzünü,
Güneş'in yeryüzüne getirdiği yaşama hevesini yok ederek ortaya çıkaran,
Düşüncelerimin içine yerleşmişti o büyük fırtına.
Kapıyı çarparak terk ediyordum yaşanmışlıkları.
Sesler yankılanırdı cıvatası paslanmış kapıların arasından.
Verilen o masumiyetten ırak nefeslerde,
Anlamıştım korkunun bana çok uzak olduğunu.
Yavaş yavaş bir yere yetişme telaşından uzak olan,
İnsanların ellerine bir not bıraktı ansızın zaman.
Yakındı ölüm.
Ne bunu engelleyebilecek güçleri,
Ne de bunu kabul edebilecekleri bir çaresizlikleri vardı,
Bu giderek kaybolan günün ardında kalan insanların.
Kırmızı bir halı sermiştim gelecek olan acılarıma.
Güller, alkışlar ve şampanyalar da eksik olmayacaktı elbette.
Davetsiz misafirlere yer yoktu o gece.
Bir kapı daha açıldı bu sefer ne olduğu bilinmeden.
Büyük bir kızıllık kaplamıştı gökyüzünü.
Veda buselerini atlattıktan sonra,
Kendisini denize atan bir adamın aşkından ibaretti,
Bu haksızlıklarla dolup taşmış dünyanın akıbeti.
Bir sevdadan daha kurtulmuştu zaman.
Temize çekmiştim vaktinde tüm sevgimi.
Bacaları tüten vapurlar geçerdi hiçbir şey demeden.
Dalgalar olabildiğince büyürdü öfkeliyken.
Büyüyün, büyüyün dedim size güzelim mavi katiller!
Gök kubbenin yalancılığı boyunca uzayın ki,
Cepleri mücevherlerle dolup taşmış bedenimi götürün çok uzaklara.
Sürüklendi sonra bedenim durmaksızın.
Fakat vermedi son nefesini hiçbir zaman.
Bir gün vurdu kıyıya bedenim ansızın.
Geri döndüm sonra bilekleri bağlı meleklerin operasına.
Tahta yer döşemelerinin altından bir çift göz izliyordu beni hiç yoktan.
Bir çekiç aldım yerden kavradım onu kırık parmaklarımla.
Gün doğmadan uyanıp yüzümüze su çarptığımız andaki hiddet,
Ne kadar fazlaysa,
İşte o kadar çok vurdum o tahtaya.
Kraliçeydi beni tüm gün boyunca izleyen.
Daha ne kadar acı gerekiyordu dudaklarına ulaşmak için?
Yanı başıma getirdiklerin ve benden aldıkların,
Daha ne kadar süre devam edecekti var olmaya?
Sarılmak istedim sana tüm var oluşumla.
Ama sen benden kaçtın.
Yağmurdan kaçan kediler gibi kaçtın üstelik.
Hiçbir şey diyemezdim artık sana.
Eğer bir gün dost olursam zamanla,
Seni terk ettim sanma.
Aksine bu sana koşa koşa geleceğimin,
Mütemadiyen bir kanıtıdır.
Durmaksızın mücevherler çalıyordum kuyumculardan.
Bir ip bağladım ruhuma nedendir bilinmez.
Başladım tepesine tırmanmaya saat kulesinin.
Her bir galibiyet daha kazandığımı sandığım zaman,
Aynı sesi duyardı tüm insanlar.
Yüreğimden akan kanları mürekkep olarak kullanarak,
Yazıyordum dünyaya karşı olan son mektubumu.
Yalnızlığın delileri bir ağıt yakarlardı göğe bakarak.
Bulutlar, kuşlar ve uçaklar geçerdi.
Zaman geçerdi biraz da bu yaşanılanlara karşılık.
Ne kadardı insanın zaman karşısındaki değeri?
Düşünmeden yaratmıştı gökteki adam bizleri.
Düşünseydi eğer yaratmazdı.
Sevgiyi, nefreti, korkuyu ve bunun gibi aldatıcı,
Zamanımızı çalan hırsızların esiri olmuştuk.
Hayata karşı olan savaşımı ben,
Büyük bir örste öfke dolu bir şekilde yalnızlığımı demir gibi dövdüğümde başlattım.
Mükemmelliğin içinden dışarıya çıkacak olan bu silahı,
Zamanın yüreğinin tam ortasına saplayacak,
Hayatın üstesinden gelmiş olacaktım.
Çünkü ben tanrının dokunuşuna sahip değildim.
Ben yokluğun kıyısından bir başına gidip geri dönen,
Bir zaman savaşçısıydım.
Anlamsızlığın aynalardan yansıyıp,
Puslu geceleri aydınlatmasıyla,
Başladım gözyaşı dökmeye meleklere karşı.
İki yanımdan kırmızı perdeler inmeye başladı sonra.
Kraliçe yoktu bu sefer yanımda.
Son bir alkış, son bir tükeniş derken,
Başka bir melek indi yere gökyüzünden.
Bakamıyordum onun gözlerine.
Sesler giderek azalmış hiçbir şey duyamaz olmuştum.
İşte o an başladım cehennemin merdivenlerinden yuvarlanmaya.
Çünkü ben,
Bir parça mutluluk çalmıştım hayat nedir bilmeden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder