25 Kasım 2018 Pazar

Yanılgı


Bir volkan gibi ansızın patladı acılar.
Huzurlu göğün üstünde bir başına gezen bulutların,
Yüreğini ve bedenlerini delip geçerek.
Güç ve yeni bir kimliği elde etmek amacıyla,
Verilmiş bütün mücadeleleri,
Acımasızca yok saydı eski benliğim.
Gözyaşı dökmek kadar zordu onu yenmek.
Neler başarmıştı oysaki bu çelimsiz adam.
Korkutucu gecelerin yüreğine bir ok saplamış,
Ondan akan kanları kadehlere doldurup içmişti.
Hiçbir acıyı tanımıyordu.
Özgürlüğün arzularıyla donatılmış bir arenada,
Bütün düşmanlarını yenmiş bir gladyatör gibiydi ruhum.
Bu zorlu zaferleri dillerinden düşürmüyordu izleyiciler.
Yeniden doğmanın getirdiği tüm o farklılıklar,
Mükemmelliyetler ve çabalar,
Soğuk bir günün ortasında yok oldular.
Zaman bile unutmuştu oysaki bana nasıl dokunacağını.
Bu noksan diyarların sokaklarında,
Hayatım boyunca yürümüştüm meçhul cevaplar uğruna.
Hiçbir zaman dolmadı avuçlarımın içi huzurla.
Sevilen ve dokunulan tüm o yaralı bedenler,
Sahip olduğum en büyük yalanlarmış meğer.
Esiriydim eskiden hayatın izbe tepelerinde.
Öğretmenler, askerler ve melekler tanıdım onlarca,
Lakin hepsi birer kandırmacadan ibaretmiş.
Köpük köpük ayağımın ucuna gelen dalgalarda,
Yok etmişim geleceğe dair umutlarımı.
Ağrılar ve kafa karıştıran rüyalarla doldurmuştum yerini,
O yakıcı ve ömrümü tüketen gecede.
Onlarca şiir yazmıştım bu yalnızlığı,
Hiç ara vermeksizin anlatmak için.
Bir kül gibi uçup gittiler gözümün önünden.
Yeni güneşler doğmuştu eskilerin ardından.
Var oluşum boyunca mahsur kaldığım parmaklıkları,
Geceler boyu yüreğime saplamıştım kaybolmuşken.
Görmüştüm bir harita olarak mükemmelliyeti.
İçimde varlığını sürdüren bu ahval keder,
Ne zaman dalsam uykuya beni kendisine çeker.
Üşüyen ellerimle dökmüştüm yanılgılarımı bir kağıda.
Hepsi birer yalanmış kurulan dostlukların.
Sahip olunan ve yaşanılan tüm o aşklar,
Aşk zannettiğim duyguların tamamı,
Anlamsızdı o gece döktüğüm düşüncelerimin yanında.
Nakış nakış işlemiştim aşkımı beyaz bir kağıda.
Sanat eserleri, tuvaller, şaheserler ve geçirilen günler,
Kalakalmış yokluğun aynasında.
Gözlerimden fırlayamazdı bu adamın hiddeti.
Neye sahipse atmıştı bir cam kenarına.
Martılar ötmezdi bugün bu güzelim mavilerde.
Bir ben kalmıştım yapayalnız bir de içimdeki.
Söylenmiş sözlerin altında kalan,
Vaktinde atılmamış adımların getirdiği bir pişmanlık,
Çöküvermişti hayatıma selam dahi vermeden.
Dostum bellemiştim bütün yok oluşların,
Tutuculuğunu ve yaradılışını barındıran ölümü.
Geleceğin güzel sayılabilecek tahayyüllerini,
Bir yaz akşamında kitlemiştim bir dolabın içine.
Aylar ve nice ömürler geçerdi sonra.
Hiçbir şey kalmamıştı ortalıkta.
Yeni bir ev yarattım kendime çaresizliğin kalbinin,
En derin noktasının tam da içine.
Akıp giden zamana ayak uyduramayan,
Gözleri kapalı yaşayan ölüler,
Böyle zamanlarda çaldılar kapımı hiçbir şey getirmeden.
Tüm gün aynı şarkı çalıyordu zihnimde.
Kırgınlıklarım ve özümsediğim hayatlar,
Bir sır gibi yerin altına saklandılar.
Ufuktaki dağların koynundan kopup gelen,
Aptal ve anlamsız heyecanlar,
Bir kılıç saplayıp gittiler yüzüme bile bakmadan.
Şaka bir yana kaç yüze sahipti bedenim?
Uğruna hayatımı döktüğüm yalancılara,
Karşı koymadan eğiyordum boynumu artık.
Zihinlere ev sahipliği yapan tarihleri,
Ve edilen bir iki çift lafları,
Yavaş yavaş ölüme daha da yaklaşarak unutuyordum.
Savaşçı ve canavar arasında sergilenen mücadeleler,
O soğuk günün ortasında yitip gittiler.
Savaşçı bir mezar kazmıştı kendisine.
Canavar ise kafesine zincirlemişti kendisini.
Kapatmıştı gözlerini gözcü artık ebediyete,
Veya yeni bir ölüme tanık olana dek.
Bulmuştum harabe olan otel odalarının kapısından bir veda hediyesi.
Kimden olduğunu bilmeden atmıştım o kutuyu,
Kazmış olduğum en derin çukurun içine.
Bilmiyordun düşüncelerimin hiçbirini esasen.
Yalnızca çektiğim acıların çilesinden,
Ve içtiğim birkaç sigaradan ibaretti beni tanımışlığın.
İmkansız yarınlara uzatmış olduğum ellerimi,
Bileklerinden olacak şekilde kesmiştim kör bir bıçakla.
Yaratıcılarımın diğerlerini yaktığım bir ateşin içinde,
Ölüme terk etmiştim uzun zaman önce.
Bir ağıt yakmıştım ruhumda onların anısına.
Boş bakışlarla dolduruyordum günlerimi.
Ne kenarda ağlayan insanların yüzüne bakardım,
Ne de yağmurun altında üşümüş sevgime.
Sadece kırık kaldırımlarda geçiriyordum hayatımı.
Bir durgunluk gelirdi yanıma aniden.
Kırdığım bütün kapıları ve duvarları,
Arkama döndüğümde göremez olmuştum artık.
Geçmiş zamanlardan kalma duygularım,
Kısa bir süreliğine bile olsa yeniden doğmuştu alevlerden.
Tüm yalnızlığımı bile kapatacak kadar büyük olan,
O bulutların arasından yansıyan soğuk gün ışığı,
Öldürdüğüm bütün benleri,
Vuruyordu yüzüme bir tokat misali.
Acımasızlaştırmıştı beni çektiğim acılar.
Unutmuştum eski düzende kaybolan o çelimsiz adamın,
Yüz karartan eksik yaşamını.
Birkaç anıyı ve olayı hatırlardım biraz.
O güzelim ve nefret edilesi gecelerin şafağında,
Duvarlara astığım yeminlerin çerçevelerini,
Fırlatmıştım öfkenin sonsuzluğuna.
Benimsenen ilkelere sırtını dönmüş,
Sahip olduğu tek şey değersiz zaman olan bir adam haliyle,
Anlatıyordum artık kalan duygularımı.
Kaybetmiştim umutlara bağlanarak yaşama yetisini.
Bir ateş çemberi çıktı ortaya.
Yanından geçenlerin ve üstünden atlayanların,
Onlar hiç fark etmeden yakıyordu gençliklerini.
Gözleri yaşlı ve tırnakları sökülmüş bir vaziyette,
Yalnızlık dağlarını aşmaya çalıştılar.
Bir taş aldım yerden fırlattım tüm gerçek sandığım doğrulara.
Bağladım onları iskelelerin demirlerine.
Terbiye ettim içimdekileri dalgaların hıncıyla.
Dizginleştirmek isterken bu güçlü fırtınaları,
İnancımdan oldum ben bir köşede ağlarken.
Tek bir şey yok olmamıştı şimdiye dek.
Yok olduğunu zannetmişti oysaki zaman.
En büyük yalanı kendime söylemişim bunca zaman.
Bir taş daha aldım yerden.
Meçhul geleceğimin kıyılarına fırlattım bu sefer.
Gökte gördüğüm her yüceliğe,
Baktım yaratıcılara küfredercesine.
O soğuk günün ortasında ben,
Bir sigara daha yaktım.
Tüm yanılgıları bir cenaze kabrinin içine hapsettim.
Kabul etmediler kara topraklar bu hatayı.
Yastığımın altında buldum sonra onları.
Ruhumun bedenimden ayrıldığı her an,
Bir karabasan gibi çöktün düşüncelerime.
Ne büyük acıydı ki bu,
Onu yaşayanın hayatını yok ederdi.
Git gide küçülürdü baktığım insanlar.
Rüzgar kumların sırtlarını okşar,
Bir iki tanesini yüzüme atardı.
Devam ederdi üşümeye ellerimle yüreğim.
Ben bile bilemezdim bu yanılgının,
Beni bu sahillerde süründüreceğini.
Yeni bir ben daha yaratmaktansa,
O soğuk günün ortasında bir kılıç da ben sapladım yüreğimin ortasına.
Yarınlardan umulabilecek medet kalmamıştı zaten.
Kimsesizliğin havalarda atılan naralarını,
Bir marş olarak dinlemeye başladı varlığım.
Gölgelerim boyunca uzayan günlerim,
Kısalmıştı son nefesimin harcayacağı zaman kadar.
Yaşayan bir ölüden ziyade,
Mezarına geri dönen bir ceset gibiydim.
Hoşçakal bile demeden,
Terk ettim acılarımı ben.
Vaktinde patlamış olan volkanlar,
İşte bu soğuk gün bittikten sonra söndüler.
Mezarıma biraz da sağ kalan yaratıcı atmıştı toprak,
Yeni bir ölüme merhaba demek uğruna.

1 yorum: