15 Kasım 2018 Perşembe

Kazan


Bir tını getirirdi sevdaların körleştiği sahillere,
Kapının ardına saklanmaktan yorulmuş anılarımı.
Cadıların büyü yaparken kullandıkları,
O kara ve paslı kazanlarda pişerdi gençliğim.
Ellerinde ateşlerle gelirdi o acımasız insanlar.
Ölümün ne demek olduğundan başka hiçbir şey bilmeden,
Gözlerini dikerdi tüm duygularıma.
Bunun bir ceza veya azametli bir bekleyiş olduğunu,
Gökte bir başına yaşayan adamdan başka kimse bilemezdi.
Soğuk ve kuvvetli rüzgarlar geçerdi kapımdan.
Her seferinde bana kaybetmekten bahsederlerdi.
Kıyamet kopsa dahi istifini hiç bozmayan,
Büyük ve yaşlı bir çınar ağacına benziyordu ruhum.
Ne kadar fırtına da kopsa,
Ne kadar yaksa da ateş canımı,
Her gün aynı saatte ve yerde,
Ellerini bir duvara dayamış zamanı bekliyordu.
Toparlanamayan vakalardaki canavarlara,
Gecenin bir yarısında yaptıklarının bedelini ödetmişti.
Atılan çığlıklar, kırılan tahtalar ve indirilen darbeler,
Uzun zaman sonra ilk kez farklı bir dinginliği yaşatmıştı.
Işıkların bile beni terk ettiği bir koltukta,
Geleceğin koynunda yatan yok oluşu düşünüyordum.
Yaptığım kabahatleri bir halının altına saklıyordum.
Vazoyu kırıp onu saklayan çocuklar gibi.
Öylesine saf, öylesine çaresizdi ki zaman,
Yapabildiği tek şey duvarda asılı olan bir saati durdurmaktı.
Yavaş adımlarla kapıma doğru yaklaşan,
Bir huzursuzluğu sezmiştim uykunun kaybolduğu bir akşam.
Terk ettim o an cadıların kazanını.
Aniden sustu o uyuşturucu tını.
Sahiller sular altında kalmış,
Yalnızca geriye yorgun ruhum kalmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder