25 Kasım 2018 Pazar

Yanılgı


Bir volkan gibi ansızın patladı acılar.
Huzurlu göğün üstünde bir başına gezen bulutların,
Yüreğini ve bedenlerini delip geçerek.
Güç ve yeni bir kimliği elde etmek amacıyla,
Verilmiş bütün mücadeleleri,
Acımasızca yok saydı eski benliğim.
Gözyaşı dökmek kadar zordu onu yenmek.
Neler başarmıştı oysaki bu çelimsiz adam.
Korkutucu gecelerin yüreğine bir ok saplamış,
Ondan akan kanları kadehlere doldurup içmişti.
Hiçbir acıyı tanımıyordu.
Özgürlüğün arzularıyla donatılmış bir arenada,
Bütün düşmanlarını yenmiş bir gladyatör gibiydi ruhum.
Bu zorlu zaferleri dillerinden düşürmüyordu izleyiciler.
Yeniden doğmanın getirdiği tüm o farklılıklar,
Mükemmelliyetler ve çabalar,
Soğuk bir günün ortasında yok oldular.
Zaman bile unutmuştu oysaki bana nasıl dokunacağını.
Bu noksan diyarların sokaklarında,
Hayatım boyunca yürümüştüm meçhul cevaplar uğruna.
Hiçbir zaman dolmadı avuçlarımın içi huzurla.
Sevilen ve dokunulan tüm o yaralı bedenler,
Sahip olduğum en büyük yalanlarmış meğer.
Esiriydim eskiden hayatın izbe tepelerinde.
Öğretmenler, askerler ve melekler tanıdım onlarca,
Lakin hepsi birer kandırmacadan ibaretmiş.
Köpük köpük ayağımın ucuna gelen dalgalarda,
Yok etmişim geleceğe dair umutlarımı.
Ağrılar ve kafa karıştıran rüyalarla doldurmuştum yerini,
O yakıcı ve ömrümü tüketen gecede.
Onlarca şiir yazmıştım bu yalnızlığı,
Hiç ara vermeksizin anlatmak için.
Bir kül gibi uçup gittiler gözümün önünden.
Yeni güneşler doğmuştu eskilerin ardından.
Var oluşum boyunca mahsur kaldığım parmaklıkları,
Geceler boyu yüreğime saplamıştım kaybolmuşken.
Görmüştüm bir harita olarak mükemmelliyeti.
İçimde varlığını sürdüren bu ahval keder,
Ne zaman dalsam uykuya beni kendisine çeker.
Üşüyen ellerimle dökmüştüm yanılgılarımı bir kağıda.
Hepsi birer yalanmış kurulan dostlukların.
Sahip olunan ve yaşanılan tüm o aşklar,
Aşk zannettiğim duyguların tamamı,
Anlamsızdı o gece döktüğüm düşüncelerimin yanında.
Nakış nakış işlemiştim aşkımı beyaz bir kağıda.
Sanat eserleri, tuvaller, şaheserler ve geçirilen günler,
Kalakalmış yokluğun aynasında.
Gözlerimden fırlayamazdı bu adamın hiddeti.
Neye sahipse atmıştı bir cam kenarına.
Martılar ötmezdi bugün bu güzelim mavilerde.
Bir ben kalmıştım yapayalnız bir de içimdeki.
Söylenmiş sözlerin altında kalan,
Vaktinde atılmamış adımların getirdiği bir pişmanlık,
Çöküvermişti hayatıma selam dahi vermeden.
Dostum bellemiştim bütün yok oluşların,
Tutuculuğunu ve yaradılışını barındıran ölümü.
Geleceğin güzel sayılabilecek tahayyüllerini,
Bir yaz akşamında kitlemiştim bir dolabın içine.
Aylar ve nice ömürler geçerdi sonra.
Hiçbir şey kalmamıştı ortalıkta.
Yeni bir ev yarattım kendime çaresizliğin kalbinin,
En derin noktasının tam da içine.
Akıp giden zamana ayak uyduramayan,
Gözleri kapalı yaşayan ölüler,
Böyle zamanlarda çaldılar kapımı hiçbir şey getirmeden.
Tüm gün aynı şarkı çalıyordu zihnimde.
Kırgınlıklarım ve özümsediğim hayatlar,
Bir sır gibi yerin altına saklandılar.
Ufuktaki dağların koynundan kopup gelen,
Aptal ve anlamsız heyecanlar,
Bir kılıç saplayıp gittiler yüzüme bile bakmadan.
Şaka bir yana kaç yüze sahipti bedenim?
Uğruna hayatımı döktüğüm yalancılara,
Karşı koymadan eğiyordum boynumu artık.
Zihinlere ev sahipliği yapan tarihleri,
Ve edilen bir iki çift lafları,
Yavaş yavaş ölüme daha da yaklaşarak unutuyordum.
Savaşçı ve canavar arasında sergilenen mücadeleler,
O soğuk günün ortasında yitip gittiler.
Savaşçı bir mezar kazmıştı kendisine.
Canavar ise kafesine zincirlemişti kendisini.
Kapatmıştı gözlerini gözcü artık ebediyete,
Veya yeni bir ölüme tanık olana dek.
Bulmuştum harabe olan otel odalarının kapısından bir veda hediyesi.
Kimden olduğunu bilmeden atmıştım o kutuyu,
Kazmış olduğum en derin çukurun içine.
Bilmiyordun düşüncelerimin hiçbirini esasen.
Yalnızca çektiğim acıların çilesinden,
Ve içtiğim birkaç sigaradan ibaretti beni tanımışlığın.
İmkansız yarınlara uzatmış olduğum ellerimi,
Bileklerinden olacak şekilde kesmiştim kör bir bıçakla.
Yaratıcılarımın diğerlerini yaktığım bir ateşin içinde,
Ölüme terk etmiştim uzun zaman önce.
Bir ağıt yakmıştım ruhumda onların anısına.
Boş bakışlarla dolduruyordum günlerimi.
Ne kenarda ağlayan insanların yüzüne bakardım,
Ne de yağmurun altında üşümüş sevgime.
Sadece kırık kaldırımlarda geçiriyordum hayatımı.
Bir durgunluk gelirdi yanıma aniden.
Kırdığım bütün kapıları ve duvarları,
Arkama döndüğümde göremez olmuştum artık.
Geçmiş zamanlardan kalma duygularım,
Kısa bir süreliğine bile olsa yeniden doğmuştu alevlerden.
Tüm yalnızlığımı bile kapatacak kadar büyük olan,
O bulutların arasından yansıyan soğuk gün ışığı,
Öldürdüğüm bütün benleri,
Vuruyordu yüzüme bir tokat misali.
Acımasızlaştırmıştı beni çektiğim acılar.
Unutmuştum eski düzende kaybolan o çelimsiz adamın,
Yüz karartan eksik yaşamını.
Birkaç anıyı ve olayı hatırlardım biraz.
O güzelim ve nefret edilesi gecelerin şafağında,
Duvarlara astığım yeminlerin çerçevelerini,
Fırlatmıştım öfkenin sonsuzluğuna.
Benimsenen ilkelere sırtını dönmüş,
Sahip olduğu tek şey değersiz zaman olan bir adam haliyle,
Anlatıyordum artık kalan duygularımı.
Kaybetmiştim umutlara bağlanarak yaşama yetisini.
Bir ateş çemberi çıktı ortaya.
Yanından geçenlerin ve üstünden atlayanların,
Onlar hiç fark etmeden yakıyordu gençliklerini.
Gözleri yaşlı ve tırnakları sökülmüş bir vaziyette,
Yalnızlık dağlarını aşmaya çalıştılar.
Bir taş aldım yerden fırlattım tüm gerçek sandığım doğrulara.
Bağladım onları iskelelerin demirlerine.
Terbiye ettim içimdekileri dalgaların hıncıyla.
Dizginleştirmek isterken bu güçlü fırtınaları,
İnancımdan oldum ben bir köşede ağlarken.
Tek bir şey yok olmamıştı şimdiye dek.
Yok olduğunu zannetmişti oysaki zaman.
En büyük yalanı kendime söylemişim bunca zaman.
Bir taş daha aldım yerden.
Meçhul geleceğimin kıyılarına fırlattım bu sefer.
Gökte gördüğüm her yüceliğe,
Baktım yaratıcılara küfredercesine.
O soğuk günün ortasında ben,
Bir sigara daha yaktım.
Tüm yanılgıları bir cenaze kabrinin içine hapsettim.
Kabul etmediler kara topraklar bu hatayı.
Yastığımın altında buldum sonra onları.
Ruhumun bedenimden ayrıldığı her an,
Bir karabasan gibi çöktün düşüncelerime.
Ne büyük acıydı ki bu,
Onu yaşayanın hayatını yok ederdi.
Git gide küçülürdü baktığım insanlar.
Rüzgar kumların sırtlarını okşar,
Bir iki tanesini yüzüme atardı.
Devam ederdi üşümeye ellerimle yüreğim.
Ben bile bilemezdim bu yanılgının,
Beni bu sahillerde süründüreceğini.
Yeni bir ben daha yaratmaktansa,
O soğuk günün ortasında bir kılıç da ben sapladım yüreğimin ortasına.
Yarınlardan umulabilecek medet kalmamıştı zaten.
Kimsesizliğin havalarda atılan naralarını,
Bir marş olarak dinlemeye başladı varlığım.
Gölgelerim boyunca uzayan günlerim,
Kısalmıştı son nefesimin harcayacağı zaman kadar.
Yaşayan bir ölüden ziyade,
Mezarına geri dönen bir ceset gibiydim.
Hoşçakal bile demeden,
Terk ettim acılarımı ben.
Vaktinde patlamış olan volkanlar,
İşte bu soğuk gün bittikten sonra söndüler.
Mezarıma biraz da sağ kalan yaratıcı atmıştı toprak,
Yeni bir ölüme merhaba demek uğruna.

19 Kasım 2018 Pazartesi

Kirli Ayna


Kaybolmaya yüz tutmuş insanların,
Karşılarına bir ayna tuttuğumda anladım.
Yok oluşa karşı koyabilecek tek şeyin,
Yağmurla dolup taşmış sokaklarda kendini bulmak olduğunu.
Bilinmezliğin avcumun içine sığacak kadar küçülebileceğini,
Ben o mahzun sokaklardan geçtiğimde anladım.
Varını yoğunu geride bırakıp,
Özgürlüğün bulutlardan sahillere indiğini bilmeden,
Terk etmiştim içimde yas tutan duygularımı.
Uzuvlarımı kaybederdim o engin karanlıkta.
Uykunun hangi pencereden uçup kaçtığını bilmeden,
Kenarlara fırlatılmış anıları toplarken,
Bir tohum ekmiştim zamanın yüksek tepelerine.
Kuvvetli ayazlarla birlikte şahlanırdı acılarım.
Göktekileri yeryüzünün en derin noktasına çekip,
Ellerine bir kürek verirdi.
Öfkenin altında ezilip kaybolan vicdanımı,
Buruk bir gülümsemeyle kurtarmak için.
Hangi şarkıyı durmaksızın tekrarlardı ruhum?
Özlenilen geçmiş gecelerin koynunda,
Yitip giden bana haram olan uykularımı,
Mumla arar olmuştum bu aralar.
Hatırlardım sonra tüm aşılan zorlukları,
Ve büyük bir hınçla üstlerine basıp geçtiğim diyarları.
Göğün attığı naralara karşı koyamazdı gözyaşlarım.
Katlanılmaz sabahlardan sağ kalan kuvvetimle,
Dikiyordum bayraklarımı ulaşılmaz gönüllere.
Sevmiştim bir kere sevmenin ne demek olduğunu.
Alabora edilmiş teknelerimden birkaç parça,
Yalnızlık çıkardı bir zamanlar yaşanılmışından.
Aynadan yüreğime yansırdı o parlak ve ak olan,
Bir inciye bürünmüş masum sevgim.
Bir yaz akşamı budanan kayısı ağaçları gibi,
Yaşam da beni buduyordu sebepsizce.
Puslu camların ardından beklerdim korkularımı.
Ansızın bir bıçak yarası oluşurdu bilincimde.
Hissiyatlarım dağılır ve kaybolurdu gökyüzünde.
Söylenebilecek tüm sözler,
Ağır ağır atılan adımlara gizlendiler.
Bunu ne adım atan adam bilebilirdi,
Ne de bir başına kalan kaldırımlar.
Anlatılamayacak derecede olan endişeler,
Bu sonbahar gecesinde kopan fırtınanın yanında,
Sadece bir damla olarak kalırdı bir göletin içinde.
Saçlarım gibi tel tel dökülürdü zaman.
Saatlerin bize anlatmaya çalıştıklarını,
Yalnızca akrep ve yelkovandan ibaret sanmışız hep.
Oysaki o fedakar minik sözcüler,
Var oluşları boyunca ölümün yakın olduğunu anlatmışlar.
Böylelikle yanı başımda duran ömrüm,
Bazen bir kadeh içer ve beni terk ederdi.
Yeni bir sonun daha geldiğini zannederken içim,
İşte o gece anladı bunun yeni bir zorluk olduğunu.
Güçlendirilmiş acılarımın yanında olan karanlığım,
Saygıyla başını eğmişti savaşçıya.
Git gide solup giden renklerden yapılma bir evden,
Kirli bir ayna çalmıştım aniden.
Kimin ne olmak istediğini göstermekten ziyade,
Kimin ne olacağını gösteriyordu bu kirli ayna.
Korkuyordum gelişmiş bir eskicinin,
Ne kadar daha yalnız kalacağını öğrenmekten.
Duygudan ve sesten ırak gecelerin şafağında,
Aynanın üstüne bir örtü örttüm.
Hiçbir zaman bu yok oluşun,
Kapılarını açmamak adına.

15 Kasım 2018 Perşembe

Eskici


Gün doğumunu gösteren kum tanelerinden yapılma,
Tüm kışın soğukluğunu iliklerimde yaşatan,
Hayatın ne demek olduğunu unutmuş bir adam haliyle,
Yakmıştım sigaramı uykularıma meydan okurcasına.
Birbiri ardına yaklaşan düşüncelerimdeki lekeler,
Her gün acımasızca bana azap çektirirler.
Geçmişin yapraklarını kopartmış bir bahçıvanla,
Aynı çukura düşmüştüm ağlarken.
Ne demekti yaşamın bağrından kopup yalın ayak koşmak?
Yüzlerine bile bakmadan bu arnavut kaldırımlarda,
Korkunun yalnızca bir engel olduğunu bildiğimiz halde,
Gider ayak hesabıyla ellerimiz cebimizde yürümek...
Geleceğin tekil hayallerle donatılmasının ardından,
Bir koku duyardım bir kapı arasından.
Farklılaştırılmış zihniyetlerden yapılma,
Gölgelerimin katili olan serinlikte,
Zikrediyordu içim özgürlüğün adını.
Titremeler ve kıvranmalarla doluydu gerisi.
Sevginin kendisini bir dolap kapağının ardına saklamış,
Ve onu her yerde arar olmuştum.
Kimdim ben?
Anı eskiciliği yapan yalnız bir adam mı?
Geçtiği her sokaktan birkaç parça toplayarak,
Onları satmak amacıyla insanlara sunan,
Lakin bir parça bile satamayan,
Satmaktan korkan aciz bir adam.
Bir elimde zamandan sağ kalmış duyguyla,
Dolduruyordum harabe olmuş evlerin içini.
Hangi taşın altında yatardı zaman?
Çocukluğumu dahi bana unutturan diyarlarda,
Aramıştım sorularımın meçhul cevaplarını.
Bağırırdım sonra insanlara,
Akşam yemeğini çıkartmak için satış yapan eskiciler gibi.
Ödeyemezdim yalnızlığa olan borcumu.
Duygularıma haciz gelir,
Bir başıma hayata devam ederdim bu kaldırımlarda.
Kimin ne hissettiğinden ziyade,
Kimin ne zaman yaşadığına bakardım.
Yaşamaktı önemli olan.
Düpedüz ara vermeksizin yaşamak, yaşayabilmek.
İsmini dahi bilmediğim karanlık köşelerde kaybolmaktansa,
Hiç teşekkür etmeden,
Hatta bir kelime dahi etmeden yaşamak.
Bunu mecbur kılmıştı bana,
Bu kayıp ve ne olacağı bilinmeyen dünya.
Gözlerim kapanırdı kendi kendine.
Birkaç ses duyuyordum uzak olmayan koridorlardan.
Ne varsa karşımda hepsi yok olmaya başlardı.
Yeni bir heyecana doğru çıkan merdivenleri,
İkişer veya üçer değil de,
Adım adım çıkıyordum haklı olarak.
Anılarımın birkaçına tanık olmuş bir masada,
Akıp geçiyordu akşamlarım aniden.
Yağmur geçiren şemsiyelerin altında duraksardı,
İçimden kağıda dökülmeyi bekleyen duygularım.
Tarifsiz bir yalınlık kaplardı deniz kenarlarını.
Bu farklılıktan dolayı olacak ki karanlığım,
Yerden bulduğu ilk taşı alıp denize fırlatırdı.
Tam da bu an başlardı güneş kaybolmaya.
Gökyüzünde beni seyreden kızıllıklara benzetirdim ruhumu.
Her gün aynı yerde olmasına rağmen,
Ay'ın yaklaştığı zamanlarda kaybolurdu kendisi.
Anlardım o zaman bir eskici olmanın güzelliğini.
Ne kadar aç da kalsa bedenim,
Hiçbir zaman yok olmayacaktı düşüncelerim.

Kazan


Bir tını getirirdi sevdaların körleştiği sahillere,
Kapının ardına saklanmaktan yorulmuş anılarımı.
Cadıların büyü yaparken kullandıkları,
O kara ve paslı kazanlarda pişerdi gençliğim.
Ellerinde ateşlerle gelirdi o acımasız insanlar.
Ölümün ne demek olduğundan başka hiçbir şey bilmeden,
Gözlerini dikerdi tüm duygularıma.
Bunun bir ceza veya azametli bir bekleyiş olduğunu,
Gökte bir başına yaşayan adamdan başka kimse bilemezdi.
Soğuk ve kuvvetli rüzgarlar geçerdi kapımdan.
Her seferinde bana kaybetmekten bahsederlerdi.
Kıyamet kopsa dahi istifini hiç bozmayan,
Büyük ve yaşlı bir çınar ağacına benziyordu ruhum.
Ne kadar fırtına da kopsa,
Ne kadar yaksa da ateş canımı,
Her gün aynı saatte ve yerde,
Ellerini bir duvara dayamış zamanı bekliyordu.
Toparlanamayan vakalardaki canavarlara,
Gecenin bir yarısında yaptıklarının bedelini ödetmişti.
Atılan çığlıklar, kırılan tahtalar ve indirilen darbeler,
Uzun zaman sonra ilk kez farklı bir dinginliği yaşatmıştı.
Işıkların bile beni terk ettiği bir koltukta,
Geleceğin koynunda yatan yok oluşu düşünüyordum.
Yaptığım kabahatleri bir halının altına saklıyordum.
Vazoyu kırıp onu saklayan çocuklar gibi.
Öylesine saf, öylesine çaresizdi ki zaman,
Yapabildiği tek şey duvarda asılı olan bir saati durdurmaktı.
Yavaş adımlarla kapıma doğru yaklaşan,
Bir huzursuzluğu sezmiştim uykunun kaybolduğu bir akşam.
Terk ettim o an cadıların kazanını.
Aniden sustu o uyuşturucu tını.
Sahiller sular altında kalmış,
Yalnızca geriye yorgun ruhum kalmıştı.

11 Kasım 2018 Pazar

Gözyaşı


Bir gözyaşı hapsettim ruhumun bitap düştüğü bir gecede.
Müzikler, araba sesleri ve durmaksızın içi kan ağlayan insanlarla,
Dolduruyordum o şeffaf güzelim pencerelerimi.
Bir anda gelen ani üşüme hissi,
İster istemez uğruna kendimi yok ettiğim zamanları,
Hatırlatırdı bu karanlık tarafından aç bırakılmış odada.
Duvar kenarlarında gezerdi geçmişin görüntüleri.
Gece gündüz demeden aklıma saldırırlardı.
Bazen birkaç darbeyle bazen ise sadece bir küfürle,
Devam ediyordum nereye gittiği bilinmeyen yolda.
Soğuk bir kaldırım taşını evi bellemiş bir salyangoz,
Ağır ağır hareket etmesine rağmen,
Bana bu amansızca varlığını sürdüren yolda fark atmıştı.
Yaşayamaz lakin hareket edebilirdi bedenim.
Gözümün önünden ayrılmayan bir yerde,
Elimdeki meşaleyle ilerliyordum tüm yalnızlığımla.
Yeryüzünün en derin noktasına doğru giden,
Bencil ve öfkeli bir çukur vardı karşımda.
''Sen miydin gelen?'' dedi ve güldü.
Ne kadar birikmişse içimdeki öfke,
İşte o an çıktı açığa yok etti tüm korkuları.
Geriye yalnızca yalın, saf bir gözyaşı kalmıştı.
Yeni diyarlarda, farklı mevsimlerde lakin hep aynı olan gecede,
Bir gözyaşı hapsettim.
Tüm hayatımın duygularla bütünleşip yok olmasındansa,
Ben onları ufak bir gözyaşında sakladım.
Zihnimi dinç tutan rüzgarın ölüm haberini aldıktan sonra,
Var olamadı özgürlüğüm hiçbir zaman bu topraklarda.
Acının deniz kenarındaki kumların ardına saklanıp,
Ne zaman ağlasam beni yerin içine çektiği gecede,
Ben bir gözyaşı hapsettim.

8 Kasım 2018 Perşembe

Büyük Melek


Karanlığın kapladığı anılardan yapılma taş yollarda,
Bir döküntünün içinde yok oluyor gençliğim.
Zihnime kılıç tutan duygular,
Zamana karşı esir düşmüş ruhuma,
Her gece ihanet ediyorlar.
Bilinmezin içindeki sahte ışıklar,
Bana sonu olmayan bir yol gösteriyorlar.
Gök üzüntüsünü her paylaştığında insanlarla,
Ölümün yanında birer hiç olan melekler,
Kan ağlarlardı geçmişe çaresizce.
İçimde damla damla biriken bir korku,
Beni bu kesik kaldırım taşlarına atıyor.
Yüreğimden bedenime yayılan keder,
Bir elin üstündeki sanatta can buluyor.
Göz kapaklarımı yıkayan gözyaşlarım,
Gün geçtikçe azalır olmuş.
Karmaşanın ardına saklanan acı,
Büyük melek her dünyadan ayrıldığında,
Tırnaklarımı etimden koparıyor.
Yerin birkaç adım ötesine dikilmiş kazıklar,
Yaralarıma saplanır olmuş.
Tekrardan yaşamı hissettirmek adına.
Bu bahtsız beden kendisini zincirlediği sürece,
Esiri olacağım zamana.

Keman


Buruşuk zihinlerin içinde,
Yankılanır yalnız notalar.
Gökyüzünden bir ezgi yayılır etrafa.
Geçmişten gelen bir hikayedir bu.
Nasırlı parmakların altında,
Serin teller huzuru getirmiş başucumuza.
Gece gündüz demeden,
Birilerinden bahseder.
Dışı pas olan o serin teller.
Yağmura karşı sesini duyurmuş,
Bir sanatçıya hayat veren,
Bizi kendisine tutsak eden,
Melodiler dolaşır duvarları kırık koridorlarda.
Aklımda yatan kızgın ateş,
Bu ahengin karşısında duraksar.
Arkasına dönüp yaktıklarını anmak için.
Tellerle birlikte yaşam da dalgalandı o an.
Ölür ruhlar toplanırlar bir köşeye.
Bu yaratıcının kim olduğunu görmek adına.
İs kokan mezardan yapılma odaların içinde,
Çocukluğum dalgalanır bu gizemli notalarla.
Bulutların durmak bilmediği bir anda,
Bağlar kopar yaşam eksik kalır.
Sanatçı ise ölür ağlayan göğün altında.
Geriye sadece yağmurun sesi kalır.

Eşliğinde


Köşe bir yerdeyim.
Gece suskun, evler yıkık dökük,
Duvara yansıyan üç parmaklı bir ceset dans ediyor,
Beyazı sürükleyen rüzgarın eşliğinde.
Dağılan bir grinin içindeyim.
Hayat yalancı, pencereler karanlık,
Bir ruh kendi mezarını kazıyor,
Gökte parçalanan Ay'ın eşliğinde.
Kendi kendine yanan bir dakikanın arasındayım.
Geçmiş uzak, gelecek meçhul,
Ellerim duvarları okşuyor,
Gölgelerin içinde varlığını sürdüren bir yaşamın eşliğinde.
Saydam bir masanın altındayım.
Korkular gerçek, yalnızlık doğrucu,
Ayaklarım sokaklarda yürümekten kanıyor,
Bir yansımanın eşliğinde.
Gök kubbenin siyahlığının altındayım.
Düşünceler yorgun, ömür kısa,
Bir ses yankılanıyor,
Ruhsuz koridorların eşliğinde.
Yas tutan notaların eşiğindeyim.
Hava hastalıklı, çatılar çukur,
Yüreğime bir bıçak saplanıyor,
Esrarlı bir uykunun eşliğinde.
Hayatımı sıfırlayan bir sırrın omzundayım.
Zincirler soğuk, çığlıklar acılı,
Benliğim canavara kendisini teslim ediyor,
Işığın kırgınlığın eşliğinde.

Palet


Yalnız denizdeki dalgalar sevdi beni.
Fırtınalı bir gecenin sabahından,
Akşamına kadar.
Boğuk seslerin kraliçesi olan rüzgar,
Beklenmedik bir savaşta sarıldı bana.
Paletindeki tüm renkler karışmış bir ressam gibi,
Ağlıyordum beyaz tuvale karşı.
Görünmeyen büyük resim için,
Vücuduma fırça darbeleri atıyordum.
Hangi rengin hangisinin üstünde olduğunu,
Hiçbir ressam tahmin edemezdi.
Gün geçtikçe artan hiddetim,
Ne zaman şarap içsem beni selamlardı.
Onu tanımadan kaldırmışım kadehimi.
Aynaya bakmadan çizmişim kendimi.
Kraliçe bana kızdığı her vakit,
Paletimdeki renkleri götürürdü sonsuzluğa.
Bir daha hiç görülemeyeninden bir sonsuzluktu bu.
Beni sevmiş dalgalar ise,
Böyle günlerde cesedimi alıp,
Götürdü uzaklara.

Oda


Işığın dağları yaktığı bir günün yamacında,
Yalnızlığımla baş başa kalmışım.
Beyaz köşelerin arasında kendimi kirletircesine,
Bir öpücük alıyordum ömrümden.
Rüzgarın aralıksız kavga ettiği perdelerde,
Duygularını üstüme dikmiş bir adam,
Karanlığından ödün vermeyen o adam,
Herkes gözlerini kapattığı vakit,
Kendi yüreğine bir iki el ateş ederdi.
Mermiler delip geçerdi yüreğini.
Kuvvetli bir darbe alırdı vücudu.
Yaraları kabuk bağlayamazdı.
Kan revan olmuş bir döşekte,
Acılarıyla sevişirdi büyük bir öfkeyle.
Kapıların cıvataları ağlarlardı.
Acımasız zamandan ötürü.
Kağıtlara ömür sığamaz dışarı taşardı.
Kaçıp giderdi siyah aralıklardan.
Aydınlık geleceklerin aksine,
Karanlık geçmişe koşardı.
Çaresiz kadehten bir yudum daha almak adına.

Lilium


Gölgesi düşmüş puslu gecelerin,
Bağrından kopup gelen cansız bir çiçek,
Bana cevap veremediğim sorular soruyor.
Kuzeye doğru ilerlerdim üşüyerek.
Vicdanına haciz gelmiş bir adamın,
Kirli tırnaklarından ibarettim sadece.
Bir sigara yakardım tüm buzlar erimeye başlardı.
Solgun sabahların cenazelerine benzerdim.
Kim bilir kaç kez intihar etmişti neşem?
Kırık dallara bir ip gibi bağlıydı hayatım.
Ne tarafa estiyse rüzgar ben de orada oluyordum.
Üstlerine amansızca bastığım sahiller severdi beni.
Her gece deniz ağlardı çaresizce.
Yakarışları tüm sokakları inletirdi.
Yağmurun cezalandırdığı bir sandalyede,
Elleri bağlı bir adam dururdu karşımda.
Sararmaya başlamış dişleriyle,
Bir gülümseme hediye ederdi bana.
Şu ana kadar görülmüş tüm fırtınalar,
Hiçbir anlam ifade etmezlerdi içimdekilerin yanında.
Balkon kenarlarında dökülen birkaç anı,
Sırtlarındaki yüklerle gelirlerdi karşıma.
Şimşekler çakar gece hayat bulurdu.
Soğuk yollarda can verirdi gençliğim.
Karanlığın esaretinden kurtulmadan,
Yeni bir gün doğumunu arzulardı.
Ay parçalanırdı bu naralara karşı,
Gök taşı misali çakılırdı yeryüzüne.
Yaz beni terk etmiş,
Çektireceği acılar için yerini sonbahara bırakmıştı.
Son kez içiyordum sigaramı,
Bu düzensizliğe bir korku getirebilmek adına.

Ölüm


Ölümün sancıları yansırdı kara göklerde.
Duvarlarda is lekeleri kol gezerdi.
Açamazdım gözlerimi kanarlardı.
Bir aldatmaca karşısında aynaya bakardım.
Ruhumun anlamsızlıklarla boğuşmasından,
Geriye kalan paslı zincirler,
Yaralarımı kanatırlardı her gece.
Hayatın izbe tepelerinde ve dikenli sarmaşıklarında,
Çürümesi kadar acıtırdı yaşamak.
Canımı yakar ve bir gülümsemeyle beni izlerdi.
Kabuslarımın baş konuğu olurdu karanlığım.
Güneş dahi hiçbir ışık kaynağı,
Aydınlatamazdı mezarlığıma benzeyen odamı.
Kapısı kırık odaların gözyaşı döktüğü,
Bir savaştan sağ çıkmış koridorlarda,
Neye sahipsem yere atardım.
Karşılarına oturup saatlerce kendimden geçerdim.
Heba olmuştu sevinçlerim.
Öfkenin ateşiyle beraber giderdim üstlerine.
Kör kahkahalar yankılanırdı dikenli çamların arasında.
Kara toprağın içinden cesetler fırlardı.
Paçavralardan bir halat yapıp,
Boynuma geçirirlerdi geçmişimi.
Geleceğim intihar eder,
Yaşamım ise öldürülürdü o adamlar tarafından.
Geriye sadece kendimi dahi duyamadığım,
O koca hiçlik kalırdı.
Adı yalnızlık olarak anılırdı bu kimsesiz cenazenin.
Tabutum yere düşerdi göklerden.
Yerin en derin noktasına çakılırdı.
Ruhum bile bulamazdı bedenimi.
Son kez kapatmıştım gözlerimi,
Bir daha açmamak adına.

5 Kasım 2018 Pazartesi

Gözcü


Kabul edilemez duygularda yaktım canımı.
Bir sonbahar akşamıydı ağladığımda.
Bir pencerenin kenarında saklanan ormanlar,
Durmaksızın bir suskunluk içerisindeydiler.
Ne deniz ne gökyüzü ne de ormanlar konuşur olmuştu,
Benimle ve akla gelmez dikenli yalnızlığımla.
Aniden terk edilmiştim gri bir harabenin içinde.
Hoşçakal bile demeden aniden kaybolmuştu.
Ezelden beri benimle birlikte olan,
Yüreğimin hakimi, gecelerimin katili,
Yok oluşuma anlam katan o bencil mahluk,
Hangi sefaletin içinde kayboldu bilinmez.
Nasıl bir intiharın içinde olduğunu anlamayan ruhum,
Bir sopa aldı yerden başladı canavara vurmaya.
Kükremenin yerini gözyaşları almıştı.
Yaşanılan tüm bu duygulara yalnızca boğuk bir ses eşlik ediyordu.
İndirilen her darbede başını yerin altına,
Daha çok sokan bu canavar,
Hiçbir işkenceye karşı koymadan boyun eğiyordu.
O zaman fark edilmişti bir cinayetin işlendiği.
Savaşçı değildi öldürülen,
Onlara bu dünyayı yaratan gözcüydü.
Bir mücadele kalmamıştı ortalıkta.
Rüzgarın ruhumu götüreceği her yere,
Tükürecek ve öfkeyle bir gözyaşı bırakacaktım.
Kimdi katil?
Canavar değildi savaşçı da olamazdı.
Ansızın bir sırıtış belirdi hiç yoktan.
Alışılmış zamanın düzenbaz bir kumarbazı,
Benden bir şey çalmıştı.
Ölümü bile göze alan hiddetim işte o an,
Söz verdi kendisine:
Gözcüyü geri getirecekti bu meçhul topraklara.

Pot

Beyaz serçeler gibi kanat çırpardı yüreğim.
Karanlık odalarımın içine ışık girerdi.
Kapılarım başlardı sana doğru açılmaya.
Bir hoşgeldin tebessümü oluşurdu yüzümde.
Saçlarının kokusu sarmalardı evimi.
Ardından zihnimde hayat bulan sevgimi.
Kolları açık bir şekilde bana doğru koşardı neşen.
Mutluluk güneşinin oluşturduğu gölgelerin,
Ardından saklanan ılımlı bakışların,
Getirirdi yanı başıma gökyüzündeki güzellikleri.
Sonrasında ise kendi içindekileri.
Bulutlar gibi hafifleyen müziklerde,
Artık kendimle olan mücadelemde,
Toz pembe gelirdi yaşamak.
Uykunun seni düşünürken sarmalamasıyla,
Mutluluk gözyaşlarıyla doluyordu teknem.
Yeni bir umutla açardım yelkenlerimi,
Gönlündeki denizlere ulaşmak adına.

Şarabımsı


Yıldızlar terk etmişti ruhumu.
Geriye sadece yalnızlığım kalmıştı.
Dökemediğim gözyaşlarımı,
Saklamış gece bir şarap şişesinin içine.
Boğazımı yakardı ama canım acımazdı.
Soğuk rüzgarlar aldatırdı beni.
Yine de onları severdim düşünmeden.
Sakin dalgalar vururdu bedenime.
O zaman anlatırdım içimdekileri aptalın birine.
Bir duvarın ardına saklanırdı zaman.
Kapıyı kırmamı isterdi geçmişim.
Kendi mahzenimden çıkmadan severmişim.
Hayatı ve onun içindekileri...
Bileklerini kelepçeye vurduğum,
O masum ve güzel olan duygularım,
Bir süre sonra sallanırlardı bir darağacında.
Kim bilir kaç cenaze vermiştim hiçliğe.
Bir yudum daha alırdım gözyaşlarımdan.
Ölüm fermanımı imzalardı çaresizliğim.
Onu yırtmak yerine cüzdanıma saklamıştım.
Ne zaman anlasam sevginin değerini,
Açıp okurdum tüm karanlığımı.
Bir mürekkep lekesinden başka bir anlam,
İfade etmezdi sevginin değeri.
Bir yolculuğa çıkardım nereye gittiğimi bilmeden.
Ebediyetin amansız kapılarından geçerken,
Karanlığım beni çaresizce boğuyordu.
Bana bir nefes dahi aldırmayan o yüce canavar,
Ansızın bir yağmur gibi çökerdi üstüme.
Kana kana içtiğim gözyaşlarım,
O an dökülmeye başlardı yerlere.
Şuursuz bedenim o zaman bir varlık kazanırdı,
Hala yaşadığımı bana hatırlatmak adına.

Hiç


Kıyıya vuran dalgalarla birlikte,
Yeni bir öpücük çalıyordum gönlümün erişemediği uzaklardan.
Ufak sesler büyük düşünceleri yankılatırdı.
Tüm bu sessizliğe meydan okurcasına,
Karşımda yüzlere bürünmüş kayalar dururdu.
Gökten yeryüzüne inenler,
Oturup gündüz vakti karanlığı düşünürdü.
Sözsüz müzikler eşlik ederdi,
Bu ulu ve yalnız olan perde arkası güzelliğe.
Geçmişin bir anlam ifade etmediği zaman diliminde,
Gözlerim nerelere bakması ve neleri görmesi gerektiğini,
Bilmekten aciz bir şekilde kendilerini tüketiyorlar.
Bunun sonucunda varlıklarını fark etmeden,
Uzaklardan gelen ezgilere kulak veriyordum.
Yeni bir başlangıç veya meçhul bir sonun aksine,
Bu sadece zamanın bile değerini yitirdiği,
Gün doğumundan başka bir şey değildi.
Mavi iskelelere uğrardı değersiz hazineler.
Üzerinden geçtikleri kum tanelerine dikkat etmeden,
Bir kez daha kendilerine değer biçerlerdi.
Birbirlerine kavuşamayan göz kapaklarım,
Acı çekerek bana şu an için buradan gitmem gerektiğini hatırlatıyorlar.
Beyaz kayalarda tökezleyerek bir savaş veriyordum,
İçimdeki gün yüzü görmemiş yalnızlığıma.
Yeşil hayatların arkasından eşlik ederdi bana sesler.
Dalgalar bir renk kazanmaya başlayıp,
Ellerinde ne varsa kişiliğime fırlatırlardı.
Özgürlük ve yalnızlığın aynı anlama geldiği,
Karanlık sabahta benden birkaç parça yerlere dökülürdü.
Yaktığım sigaraların izmaritlerini,
O parçaların üstünde söndürürdüm.
Geriye biraz benim biraz da kayaların yansıması kalırdı.
Yosun bağlamıştı artık suretler.
Kendimi gömerdim güneşin bile vurmadığı,
Kim olduğunu unutmuş yaşlı duvarların altında.
Bu suskunluğu bir daha yaşamamak adına.

Serin


Yeni bir cenaze başlamadan önce vücudumda dolaşan,
Geleceğin ezgileriyle kafamı karıştıran,
Soğuk bir zaman diliminde düşüncelerim ağlıyordu.
Zamanın köşe bir sokak lambasından yansımasıyla,
Anlamıştım ağaçların yalnızlığını.
Takdire şayan mücadelelerden oluşan tatsız zaferler sonucu,
Karanlığın içinden mavilikler doğuyordu.
Demir parmaklıkların ardından hiçliğe bakan gözlerim,
Kanıyorlardı bir dumandan acıyı tadarak.
Anılarımın şeritler halinde duvarlardan geçmesiyle,
Kendimi aynı yerde ve serinlikte buluyordum.
Her nefes alışımda kulaklarımı rahatsız eden cızırtının içinde,
Yüreğimden dökülen gözyaşlarını topluyordum.
Başını kapılara vuran gölgelerle birlikte,
Kaybolmaya yüz tutmuş hapishanede ömrümün sabahlarını geçiriyordum.
Ardından beyazlıklar belirmeye başlardı.
Fırtına öncesi sessizliği ayaklarının altına alan karanlığım,
Çalıntı özgürlüklerden haraç kesiyordu.
Uykunun gözlerimden akması sonucu,
Mezarlığıma hiddetle saldırıyordum.
Yüksek dağlardan gelen tamamlanmamış duygular,
Kendilerini bu demir parmaklıklara asıyorlardı.
Çekmiş ve çekecek olduğum acıların akıbeti,
Düşünmekten kamburu çıkmış bir zavallının elindeydi.
Bir kırmızılık süzülürdü kuraklaşmış gönüllerde.
Yosun tutmuş bedenlerin yaralarını,
Kaçamak rüzgarlar okşardı.
Tüm bu yaşanılanların yanında kalan geçmişim,
Bir sigara yakardı.
Koridorlar boyunca uzanan gençliğim,
Kimsenin görmediği ormanlarda kaybolurdu.
Geri döndüğü vakit,
Her şey başa sarardı.
Cenazede ağlayan umutlar,
Tek bir el ateş ederlerdi,
Yalnızlıktan haciz yemiş bedenime.

Tat


Beyaz bulutların geçtiği mavi şeritlerde,
Ruhum sönmek üzere olan bir mum gibi,
Eriyordu senin varlığın karşısında.
Sonbaharı anımsatan rüzgarlar okşardı yüzümü.
Sen gelirdin aklıma oyuncağı kırılmış bir çocuk misali.
Duvarlara çarpar,
Yollarda tökezlerdi umutlarım.
Parçalanmışlardı kendini bilmez bir ayyaş tarafından.
Uçup giderdi zaman yanımdan,
Lakin sen gitmezdin.
Kanadı kırık serçeler gibi tünemiştin yalnızlığıma.
Ben kırmıştım kanatlarını bu diyarlardan kurtulabilmen için.
Gönlün sabah vakti yanımda duran deniz kadar sığ.
Kasırgalar ve balıklar yeterli gelmiyor biliyorum.
Çünkü ben balıkları öldürmüş,
Saçlarında dans eden rüzgarların karşısına bir duvar örmüştüm.
Kırık masaların altına saklanmış pişmanlığım,
Yaramazlık yapan saklanan çocuklar gibi.
Ben ise elinde terlikle onları kovalayan bir anneydim.
Senin nerede olduğuna gelecek olursak,
Sen benim gönlümün balkonlarındaydın.
Yeni yeni yeşeren sevda çiçeklerinin karşısında,
Hangi kapıdan çıkıp sana geleceğimi merak ediyordun.
Ben aptal bir ressamdım aynı zamanda.
Farklı bir sanat eserini güzelleştirmek amacıyla,
Renklendirirken onu düşüncelerimle,
Tuvali yırtmıştım tanrıdan gelen bir hatayla.
Çiziklerle dolu beyaz duvarlarda,
Bir hissiyat canlanırdı gözlerimde.
Yolculuğu gözlerinde başlayıp dudaklarında biten,
Gözyaşlarının tadına bakmak isterdim.
Tüm geçmişimizi bir şarap şişesine hapsedip,
Kadehlerden beraber akmak isterdim zamanın içine.
Ta ki bu şuursuz bedenim,
Son nefesini verene dek!

Koridor


Çizik dar koridorlarda parçalanırdı içimdekiler.
Bir kıyametten sağ kalmaya çalışan duygularım,
Avcuma bir miktar zaman bırakıyorlar.
Bunun bir sevinç olduğunu sanarak,
Kirli zeminlerde insanlara yansıyordu kişiliğim.
Müebbet cezasına çarptırılmış bir katilin,
Hapishane hücresinin değiştirilmesine benziyordu yaşamak.
Durmaksızın farklı yerlerde aynı ateşle boğuşarak,
Bir sigara yakıp uzaklara dalmaktı sevmek.
Yalnızlığım ayaklanırdı göğe dokunan dağlardan.
Ağaçlar kanatlarının altına doğru uzarken,
Tarifi olmayan bir hazine çıktı ortaya yeryüzünün içinden.
Hiçbir anahtar uymazdı kilide.
Çıplak eller ve çaresiz düşüncelerle açmaya çalışıyordum.
Bir melek gibi belirirdin karşımda.
Duvarların içinden ışıklar girer,
Beni ziyaret ederdi.
Hiçbir şey demeden saçardın ışığını.
Ardından ise çeker giderdin.
Birkaç çukur kalırdı geriye.
Gözyaşlarım yeterli olmazdı doldurmaya.
İçlerine atlardım elime bir kürek alıp,
O eksiklikleri kendi elimde kapatabilmek adına.