Bir volkan gibi ansızın patladı acılar.
Huzurlu göğün üstünde bir başına gezen bulutların,
Yüreğini ve bedenlerini delip geçerek.
Güç ve yeni bir
kimliği elde etmek amacıyla,
Verilmiş bütün mücadeleleri,
Acımasızca yok saydı eski benliğim.
Gözyaşı dökmek kadar zordu onu yenmek.
Neler başarmıştı oysaki bu çelimsiz adam.
Korkutucu gecelerin yüreğine bir ok saplamış,
Ondan akan kanları kadehlere doldurup içmişti.
Hiçbir acıyı tanımıyordu.
Özgürlüğün arzularıyla donatılmış bir arenada,
Bütün düşmanlarını yenmiş bir gladyatör gibiydi ruhum.
Bu zorlu zaferleri dillerinden düşürmüyordu izleyiciler.
Yeniden doğmanın getirdiği tüm o farklılıklar,
Mükemmelliyetler ve çabalar,
Soğuk bir günün ortasında yok oldular.
Zaman bile unutmuştu oysaki bana nasıl dokunacağını.
Bu noksan diyarların sokaklarında,
Hayatım boyunca yürümüştüm meçhul cevaplar uğruna.
Hiçbir zaman dolmadı avuçlarımın içi huzurla.
Sevilen ve dokunulan tüm o yaralı bedenler,
Sahip olduğum en büyük yalanlarmış meğer.
Esiriydim eskiden hayatın izbe tepelerinde.
Öğretmenler, askerler ve melekler tanıdım onlarca,
Lakin hepsi birer kandırmacadan ibaretmiş.
Köpük köpük ayağımın ucuna gelen dalgalarda,
Yok etmişim geleceğe dair umutlarımı.
Ağrılar ve kafa karıştıran rüyalarla doldurmuştum yerini,
O yakıcı ve ömrümü tüketen gecede.
Onlarca şiir yazmıştım bu yalnızlığı,
Hiç ara vermeksizin anlatmak için.
Bir kül gibi uçup gittiler gözümün önünden.
Yeni güneşler doğmuştu eskilerin ardından.
Var oluşum boyunca mahsur kaldığım parmaklıkları,
Geceler boyu yüreğime saplamıştım kaybolmuşken.
Görmüştüm bir harita olarak mükemmelliyeti.
İçimde varlığını sürdüren bu ahval keder,
Ne zaman dalsam uykuya beni kendisine çeker.
Üşüyen ellerimle dökmüştüm yanılgılarımı bir kağıda.
Hepsi birer yalanmış kurulan dostlukların.
Sahip olunan ve yaşanılan tüm o aşklar,
Aşk zannettiğim duyguların tamamı,
Anlamsızdı o gece döktüğüm düşüncelerimin yanında.
Nakış nakış işlemiştim aşkımı beyaz bir kağıda.
Sanat eserleri, tuvaller, şaheserler ve geçirilen günler,
Kalakalmış yokluğun aynasında.
Gözlerimden fırlayamazdı bu adamın hiddeti.
Neye sahipse atmıştı bir cam kenarına.
Martılar ötmezdi bugün bu güzelim mavilerde.
Bir ben kalmıştım yapayalnız bir de içimdeki.
Söylenmiş sözlerin altında kalan,
Vaktinde atılmamış adımların getirdiği bir pişmanlık,
Çöküvermişti hayatıma selam dahi vermeden.
Dostum bellemiştim bütün yok
oluşların,
Tutuculuğunu ve yaradılışını
barındıran ölümü.
Geleceğin güzel sayılabilecek tahayyüllerini,
Bir yaz akşamında kitlemiştim bir
dolabın içine.
Aylar ve nice ömürler geçerdi
sonra.
Hiçbir şey kalmamıştı ortalıkta.
Yeni bir ev yarattım kendime
çaresizliğin kalbinin,
En derin noktasının tam da içine.
Akıp giden zamana ayak
uyduramayan,
Gözleri kapalı yaşayan ölüler,
Böyle zamanlarda çaldılar kapımı
hiçbir şey getirmeden.
Tüm gün aynı şarkı çalıyordu
zihnimde.
Kırgınlıklarım ve özümsediğim
hayatlar,
Bir sır gibi yerin altına
saklandılar.
Ufuktaki dağların koynundan kopup
gelen,
Aptal ve anlamsız heyecanlar,
Bir kılıç saplayıp gittiler
yüzüme bile bakmadan.
Şaka bir yana kaç yüze sahipti
bedenim?
Uğruna hayatımı döktüğüm
yalancılara,
Karşı koymadan eğiyordum boynumu
artık.
Zihinlere ev sahipliği yapan
tarihleri,
Ve edilen bir iki çift lafları,
Yavaş yavaş ölüme daha da
yaklaşarak unutuyordum.
Savaşçı ve canavar arasında
sergilenen mücadeleler,
O soğuk günün ortasında yitip
gittiler.
Savaşçı bir mezar kazmıştı
kendisine.
Canavar ise kafesine
zincirlemişti kendisini.
Kapatmıştı gözlerini gözcü artık
ebediyete,
Veya yeni bir ölüme tanık olana
dek.
Bulmuştum harabe olan otel
odalarının kapısından bir veda hediyesi.
Kimden olduğunu bilmeden atmıştım
o kutuyu,
Kazmış olduğum en derin çukurun
içine.
Bilmiyordun düşüncelerimin
hiçbirini esasen.
Yalnızca çektiğim acıların
çilesinden,
Ve içtiğim birkaç sigaradan
ibaretti beni tanımışlığın.
İmkansız yarınlara uzatmış
olduğum ellerimi,
Bileklerinden olacak şekilde
kesmiştim kör bir bıçakla.
Yaratıcılarımın diğerlerini
yaktığım bir ateşin içinde,
Ölüme terk etmiştim uzun zaman
önce.
Bir ağıt yakmıştım ruhumda
onların anısına.
Boş bakışlarla dolduruyordum
günlerimi.
Ne kenarda ağlayan insanların
yüzüne bakardım,
Ne de yağmurun altında üşümüş
sevgime.
Sadece kırık kaldırımlarda
geçiriyordum hayatımı.
Bir durgunluk gelirdi yanıma
aniden.
Kırdığım bütün kapıları ve
duvarları,
Arkama döndüğümde göremez
olmuştum artık.
Geçmiş zamanlardan kalma
duygularım,
Kısa bir süreliğine bile olsa
yeniden doğmuştu alevlerden.
Tüm yalnızlığımı bile kapatacak
kadar büyük olan,
O bulutların arasından yansıyan
soğuk gün ışığı,
Öldürdüğüm bütün benleri,
Vuruyordu yüzüme bir tokat
misali.
Acımasızlaştırmıştı beni çektiğim
acılar.
Unutmuştum eski düzende kaybolan
o çelimsiz adamın,
Yüz karartan eksik yaşamını.
Birkaç anıyı ve olayı hatırlardım
biraz.
O güzelim ve nefret edilesi
gecelerin şafağında,
Duvarlara astığım yeminlerin
çerçevelerini,
Fırlatmıştım öfkenin
sonsuzluğuna.
Benimsenen ilkelere sırtını
dönmüş,
Sahip olduğu tek şey değersiz
zaman olan bir adam haliyle,
Anlatıyordum artık kalan
duygularımı.
Kaybetmiştim umutlara bağlanarak
yaşama yetisini.
Bir ateş çemberi çıktı ortaya.
Yanından geçenlerin ve üstünden
atlayanların,
Onlar hiç fark etmeden yakıyordu
gençliklerini.
Gözleri yaşlı ve tırnakları
sökülmüş bir vaziyette,
Yalnızlık dağlarını aşmaya
çalıştılar.
Bir taş aldım yerden fırlattım
tüm gerçek sandığım doğrulara.
Bağladım onları iskelelerin demirlerine.
Terbiye ettim içimdekileri
dalgaların hıncıyla.
Dizginleştirmek isterken bu güçlü
fırtınaları,
İnancımdan oldum ben bir köşede
ağlarken.
Tek bir şey yok olmamıştı şimdiye
dek.
Yok olduğunu zannetmişti oysaki
zaman.
En büyük yalanı kendime
söylemişim bunca zaman.
Bir taş daha aldım yerden.
Meçhul geleceğimin kıyılarına
fırlattım bu sefer.
Gökte gördüğüm her yüceliğe,
Baktım yaratıcılara küfredercesine.
O soğuk günün ortasında ben,
Bir sigara daha yaktım.
Tüm yanılgıları bir cenaze
kabrinin içine hapsettim.
Kabul etmediler kara topraklar bu
hatayı.
Yastığımın altında buldum sonra onları.
Ruhumun bedenimden ayrıldığı her
an,
Bir karabasan gibi çöktün
düşüncelerime.
Ne büyük acıydı ki bu,
Onu yaşayanın hayatını yok ederdi.
Git gide küçülürdü baktığım
insanlar.
Rüzgar kumların sırtlarını okşar,
Bir iki tanesini yüzüme atardı.
Devam ederdi üşümeye ellerimle
yüreğim.
Ben bile bilemezdim bu
yanılgının,
Beni bu sahillerde
süründüreceğini.
Yeni bir ben daha yaratmaktansa,
O soğuk günün ortasında bir kılıç
da ben sapladım yüreğimin ortasına.
Yarınlardan umulabilecek medet
kalmamıştı zaten.
Kimsesizliğin havalarda atılan
naralarını,
Bir marş olarak dinlemeye başladı
varlığım.
Gölgelerim boyunca uzayan
günlerim,
Kısalmıştı son nefesimin
harcayacağı zaman kadar.
Yaşayan bir ölüden ziyade,
Mezarına geri dönen bir ceset
gibiydim.
Hoşçakal bile demeden,
Terk ettim acılarımı ben.
Vaktinde patlamış olan volkanlar,
İşte bu soğuk gün bittikten sonra
söndüler.
Mezarıma biraz
da sağ kalan yaratıcı atmıştı toprak,
Yeni bir ölüme merhaba demek
uğruna.