Yalnızlığın
denize indiği bir akşamda,
Geçmişin
dokunuşuna sahip rüzgarlar geçiyor.
Dağların
ardından beliren kızıl cehennem,
İçimdekiler
kül olana dek beni yakıyor.
Uzaklardan
gelirdi hayatım.
Yerin altında
sürünen yılanlar gibi,
Sinsice
acıtırdı canımı dişleriyle.
Veda
mektuplarında geçerdi adım.
Öylesine
yazılmış cümlelerin baş tacı olurdu.
Yüzü olmayan
bir adamın yansıması gezerdi.
Düşüncelerimle
kirlenmiş bulanık sulardan,
Günyüzü
görmemiş çaresiz yalnızlığıma kadar.
Karanlığın
ahengini bozan sesler,
Yankılanırdı
tek bir yıldıza sahip göklerde.
Ne zaman
baksam yukarıdaki yaşlı adama,
Yaptığım
hataları görürdüm durmadan.
Kapardım
gözlerimi,
Bir çakmak
alıp yakardım kirpiklerimi.
Bir şiire
benzerdi gözyaşı dökmek.
Her bir
damlada bir anlam hayat bulurdu.
Ben
bulamazdım.
Ben hiçbir
şeyi bulamazdım.
Bir odaya
kilitlerdi kendisini mutluluğum.
Ne o kapıya
giderdim,
Ne de bir
anahtar arardım.
Yalnızlığın
kol gezdiği sokaklardaki evsizleri,
İşte bu
yüzden severdim.
Bu yüzden
çıplak bir şekilde,
Koşardım
sırtımdakilerle birlikte.
Bulduğum ilk
çukuru,
Kendi evim
zannederdim.
Lağımlardan
akıp geçerdi ömrüm.
Denize
dökülürdü sonra.
Neyim varsa
bırakırdım ardımda.
Gözlerimi
açar atlardım sonra.
Bu yalnızlığı
bir nebze de olsa,
Unutabilmek
adına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder