Gözyaşlarımın bana küfretmesiyle başladı her şey.
Soğuk bir günbatımına inat,
Korkularımı yumrukluyordum tahta bir kapıya karşı.
Hıçkırık sesleri doldururdu sadece yalnızlığımı.
Bir de yalancı ve çaresiz olan karanlığımı.
Eskimiş binaların yanında bulduğumu zannederdim huzuru.
Art arda gelen düşüncelerle birlikte,
Ruhum tükenişe karşı bir bayrak çekerdi.
Amansız rüzgarlarda dalgalanırdı durgunluğum.
İnsanların sevgisinden tatlı gelirdi ölüm.
Yok oluşların tarihçesini elinde tutan,
Bu dünyaya ait olmayan güzelliğin kraliçesi,
Beni beklerdi her gece kırık bir duvarın ardında.
Çıkmaz sokaklarda kaybolurdu arzularım.
Arkasında bir iz dahi bırakmadan,
Beni o unutulmuş yerde terk ederdi.
Devam ederdim iplerimi kör bir bıçakla kesmeye.
Uçurumları birbirine bağlayan köprülerden,
Aşağıya atardım kendimi gözlerim kapalıyken.
Azametli bir işe benzerdi yaşamayı sevmek.
Ona bağlı kalmak ve devam etmek.
Yalnızlığımla övünürdüm kraliçeye karşı.
İşte o zaman daha çok severdi beni.
Milyonlarca insanın son nefesini,
Üstü kapalı kutularda saklardı.
Sahip olduğum her şeyi elimden alırdı da,
Çaresizce kağıda dökülmüş cümlelerimi alamazdı.
Bazen benden nefret eder,
Bazen ise beni severdi.
İhanet nedir bilmeden,
Sıkı sarılmış bir ipin bağlı olduğu darağacında beklerdi
beni.
Bir gün bu diyarı terk etmenin hayaliyle,
Ay ışığının yüzüme vurduğu gecelerde beklerdim ben de onu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder