28 Eylül 2018 Cuma

Cinayet



Sis perdelerinin bizden kaçarcasına,
Geçtiği günbatımında sevdim yalnızlığı.
Tel tel inmişti zaman bir saç misali.
Duygularım ip gibi bağlanmıştı zamana.
Kördüğümler atılmıştı anılarıma.
Çözülmesi imkansız olan o acılar,
Uykularımı ziyaret ederdi elinde çakmakla.
Hayatımı kül etmeye hazır bir vaziyette,
Odamın kapısını sessizce kilitlemişti.
Ruhum kapıdan geçemiyordu.
Çığlıklar doldururdu o boş koridorları.
Ay ışığı terk etmişti puslu camlarımı.
Savaş enkazı ve eksik bir hikaye kaldı geriye.
Mutluluğum kurbanı olmuştu acılarımın.
Cansız bir bedene benzercesine,
Sallanıyordu kolları boşlukta.
Gözleri açık bir durumda,
Yüzünde ufak bir tebessümle,
Veda etmişti içimdeki bana.
Ne o geceden sonra,
Ne de o savaştan sonra,
Yaşayabilirdim zamanı.
Yürek burkan dizelerim,
Geceye küfür edercesine,
Yazılmıştı o cesedin üzerine.
Saygıda kusur etmeyen,
Güzelim karanlığım,
Benim o odada ölmemi istiyordu.
Lanetlenmişti yalnızlığım.
Güneş doğdu sonra.
Devam ettim anlamdan yoksun,
Düşünülmeden geçirilen hayatıma.

Mezar Taşı



Büyük bir sessizlik kaplamıştı dört bir yanımı.
Ellerinde bayraklar taşıyan ölümün fedaileri,
Ömrümü alıp giden rüzgarlara karşı bir yürüyüşteydi.
Geçmişin ağzını kapalı tutmasıyla yanıma gelen suskunluk,
Böyle zamanlarda düşüncelerime silah doğrulttu.
Görgü tanığının olmadığı bir cinayet işlenmişti ruhumda.
Cesedime bir mezar taşı sapladı zaman.
Birkaç dua ile bitirdiler cenazemi melekler.
Yalnızlığımın kara toprağın altından çıkmasıyla,
Başladı bu bitmek nedir bilmeyen acılar.
Tanrının beni yeryüzüne tükürmesiyle,
Var olmaya başlamıştı bu kuru kimsesizlik.
Sonsuz bir arayışın getirdiği tükenmişlikle,
Düğümlerini çözüyordum geçmişimin.
Nihai olduğu zannedilen suskunluk,
İşte o an bozuldu.
Kabuslarımın başkahramanı,
İsimsiz mektuplarımın yaratıcısı,
İşte o an çiğnerdi ayaklarının altında tüm duygularımı.
Ölüm getirenlerin yüreğinin tam ortasından,
Umut getireceğine inanılan bir ağaç çıktı ortaya.
Daha bir çiçek bile açmadan,
Taşlamaya başladı o ağacı karanlığım.
Güneş doğmamaya başladı yeni hislere.
Sonsuz bir gece başladı ardından.
Pençeleri sökülmüş canavarlar hüküm sürdü.
Bu amansız yalnızlığa ev sahipliği yapan,
Tekil diyarlara.
Korkularım adım attığı sürece,
Cesedim çürümeyeceğine yemin etmişti.
Geleceğim beni terk edip,
Yüzüme tükürmüştü.
Ve bir yazı belirdi mezar taşımın üstünde hiç yoktan:
‘’Yalnızlığıma hoşgeldiniz!’’


Mücevher



Yaşanmışlıkları hatırlatırdı soğuk rüzgarlar.
Terk edilmiş bir masanın kırık sandalyesinde,
Hatırlardım tüm olan bitenleri.
Tesadüflerin hayatımıza yol çizdiğini bildiğimiz halde,
Bir yemine bağlı kalmak kadar saçmaydı yaşamak.
Varoluşun tohumları saçılırken yeryüzüne,
Gün ışıkları vururdu  ruhumun derinliklerine.
Yepyeni diyarlar ayaklarımın altında oluşurdu.
Hayallerimizden yapılma kapı açılırdı o zaman.
Ölüm çıkar giderdi o kapıdan.
Hiçbir silah kuşanmadan,
Ümitlerimize saldırmaya giderdi.
Çıplak elleriyle boğardı geleceğimizi.
Yaşadığımız tüm duygular bize sırt çevirir,
Düşüncelerimiz ise ruhumuzu infaz ederdi.
Kayıp eksiklikler doldururdu o boşluğu.
Küfrederdik tanrıya bizi sevmediğinden.
Bulutların ardından her gece,
Bu gece öleceğime dair bahse girerdi meleklerle.
Kahkaha sesleri yağmur dolu bulutları getirir,
Tüm neşemizi ve yanılgımızı yıkayıp giderdi.
Sadece yalın bir acının parçaları kalırdı elimizde.
Kuyumcular dahi paha biçemezdi bu mücevhere.
Onu kullananı yüce kılan,
Aynı zamanda yok eden bu eşya,
İnsanın keşfettiği en gerçek şeydi.
Geceyi dahi kontrol eden,
Bu değişmez cisim,
Bize bütün eksiklikleri yaşatırdı.
Ta ki bir gün,
Mükemmelliyete erişip.
Tanrıyla savaşabilmek adına.

23 Eylül 2018 Pazar

Kraliçe




Gözyaşlarımın bana küfretmesiyle başladı her şey.
Soğuk bir günbatımına inat,
Korkularımı yumrukluyordum tahta bir kapıya karşı.
Hıçkırık sesleri doldururdu sadece yalnızlığımı.
Bir de yalancı ve çaresiz olan karanlığımı.
Eskimiş binaların yanında bulduğumu zannederdim huzuru.
Art arda gelen düşüncelerle birlikte,
Ruhum tükenişe karşı bir bayrak çekerdi.
Amansız rüzgarlarda dalgalanırdı durgunluğum.
İnsanların sevgisinden tatlı gelirdi ölüm.
Yok oluşların tarihçesini elinde tutan,
Bu dünyaya ait olmayan güzelliğin kraliçesi,
Beni beklerdi her gece kırık bir duvarın ardında.
Çıkmaz sokaklarda kaybolurdu arzularım.
Arkasında bir iz dahi bırakmadan,
Beni o unutulmuş yerde terk ederdi.
Devam ederdim iplerimi kör bir bıçakla kesmeye.
Uçurumları birbirine bağlayan köprülerden,
Aşağıya atardım kendimi gözlerim kapalıyken.
Azametli bir işe benzerdi yaşamayı sevmek.
Ona bağlı kalmak ve devam etmek.
Yalnızlığımla övünürdüm kraliçeye karşı.
İşte o zaman daha çok severdi beni.
Milyonlarca insanın son nefesini,
Üstü kapalı kutularda saklardı.
Sahip olduğum her şeyi elimden alırdı da,
Çaresizce kağıda dökülmüş cümlelerimi alamazdı.
Bazen benden nefret eder,
Bazen ise beni severdi.
İhanet nedir bilmeden,
Sıkı sarılmış bir ipin bağlı olduğu darağacında beklerdi beni.
Bir gün bu diyarı terk etmenin hayaliyle,
Ay ışığının yüzüme vurduğu gecelerde beklerdim ben de onu.


Yalnız Astronot



Dumanlar anlatırdı tüm olan biteni.
Beyaz duvarlara ulaşırdı aklımdakiler.
İnsanın gözünü alan bir ışık sarardı beni.
İçindekilere hiç ulaşmamış bir kadın dururdu.
Soğuk yağmur bulutlarının bolca bulunduğu bir akşamda,
Gözlerine bakardım bir kelime dahi edemezdi.
Kim bilir en son ne zaman ağlamıştı?
Köşe duvarlarda saklanarak severdim onu.
Koskoca bir boşluk vardı içinde bol gezegenlisinden.
Kaskını kaybetmiş bir astronot gibi,
Nefesim kesilerek dolaşırdım o uzayda.
Gezegenleri teker teker dolaşır,
Bir yaşam arardım.
Yıldızlar kayardı üstümden,
Bir dilek tutardım elimde hiçbir şey olmadan.
Veda ederdim ayrıldığım her gök cismine.
Uzaylılar kaçırırdı beni .
Anlatmamı isterlerdi içimdekileri.
Bir oraya bir buraya savrulurdum.
Biraz şundan biraz da bundan hesabı,
Kapatmaya çalışırdım içimdekileri.
Tam doğru yere ayak bastığımı zannederken,
Bir kasırga çıkardı beni atardı oradan.
Devam ederdim yaşamaya.
Devam ederdim o kadını sevmeye.
Böyle bir arayışa benzerdi seni sevmek.
Tüm duygularımı bir uzay mekiğinde saklayıp,
Gezegenlere fırlatırdım.
Hangi gezegenin doğru olduğunu bilmezdim belki ama,
Bir gün o gezegeni bulup,
Sana ulaşacağımı bilirdim.
Çünkü sen gündoğumundaki ışıklar kadar,
Canlıydın benim ruhumda.


Çapa



Zamanın bardaklardan taşıp,
Umarsızca aktığı sahillerde bekledim karanlığı.
Güneş terk ederdi gönlümün kıyılarını.
Melekler ağlardı kanatları kırık.
Özgürlüğe doğru çırpacakken kanatlarını,
İçimdekilere tutundular çaresizce.
Sonsuz yaşamın gözyaşları doldururdu yalnızlığımı.
Tüm acılar yıkanırdı o bitmek nedir bilmeyen,
Çağlayan ak nehirlerde.
Başını öne eğerdi sevincim.
Mavinin ahengini yücelten sesler de eksik olmazdı.
Bekleyişin hayatımızdan çalıp getirdiklerini,
Avcuna para bırakılmış dilenciler gibi,
Büyük bir tutkuyla tutardık.
Ardından ise saklardık.
Bazen dokunmaya bile kıyamaz,
Bazen ise yarını yokmuş gibi harcardık.
Tüketirdik tüm o güzellikleri.
Yok oluşun bizi hangi kapılardan geçirdiğini,
Hangi zorlukları başucumuza yeni yıl hediyesi misali,
Bıraktığını bilemezdik.
Yalnızca beklerdik tüm yaşanacakları.
Belki tanrı değildik ama,
Yenilikleri sadece biz yaratabilirdik.
Bunu kabul etmeden çapamı atıyordum.
Bilinmezlik denizinin en derin noktasına.
Ay’ın Güneş’i,
Güneş’in ise Ay’ı kovalayışını,
Birkaç dumanla beraber izliyordum.
Dalgalar aşardı boyumu.
Bir öpücük bırakıp ayrılırlardı yanımdan.
Tüm bu evrendeki parçaları,
Bir düzensizliğin yaratıcısı olarak görüp,
Atardım kendimi mavi cehennemin en dibine.
Bu hayatı sonsuzluğa armağan etmek adına.

Anlamak




Ansızın gelirdi yanıbaşıma mutluluk.
Ne diyeceğimi bilmeden açardım kapımı.
Bir balyozla yıkardım duvarlarımı.
Kırmızı halılar sererdim yerlere.
Bir tebessümle gelirdin evime.
Sakladığın neşen de eksik olmazdı.
Yeni bir gün doğardı dağların ardından.
Bir kıvrıma takmıştım o geceden kalanları.
Müzikler yüceltirdi içimdekileri.
Bir kelime bile etmeden,
İkimiz akıp geçen zamana meydan okurduk.
Ortalığı kalabalıklar doldururdu.
Köşe bir yerde yaşardık hayatı.
Bir kağıtta temize çekerdim sevgimi.
Sen okurdun o gizemli cümleleri.
Anlaşılması zor olan o şiirleri,
Durmaksızın yazıyordum sana.
Beni biraz da olsa anlayabilmen adına.


13 Eylül 2018 Perşembe

Yaşlı Adam


Yavaş yavaş beni terk edercesine,
Kapıyı çarparak gidiyordu bilincim.
Kör koridorlarda yankılanırdı paslı yalnızlığım.
Hep bir tükeniş hep bir bekleyişle birlikte,
Yarınlardan medet umardım.
Umutlarım ayaklarına bir gülle bağlamış,
Ve bir denize atlamıştı.
Bir kulaç dahi atamazdım.
Kül kokardı gençliğim.
Birkaç sigaranın ardından kendimi yakardım.
Yaşamak neydi?
“Bilmem ben hiç yaşamadım.”
Dedi yaşlı adam.
Bir kadeh şarap ikram ettim.
Biraz içer sonra anlatmaya başlardık kendimizi.
Bir de gelip geçen zamana yakınırdık.
Bir soru daha takıldı sonra aklıma:
Umut neydi?
“Uzun zaman önce battılar karanlık bir denizde.”
Dedi yaşlı adam.
Bir sigara ikram ettim sonradan.
Şu ana kadar içilmemiş en ağırından.
Bir şarkı çalardı gecenin bu saatinde.
Başlamıştı yeniden dans etmeye sorular zihnimde.
Yargılanmak neydi?
“Tanrının aptal bir oyunuydu sadece.”
Dedi yaşlı adam.
İkram edebileceğim tek bir şey kalmıştı:
Kırık bir kalem uzattım ona.
Yeni bir dünya dalgalandı sonra göklerde.
“Daha önce buralarda yürümüştüm.”
Dedi yaşlı adam.
Özgürlüğüme bıraktılar kendilerini gözyaşlarım.
Kapkaranlık bulutlar sarmıştı dört bir yanımı.
Bir yağmur başladı sonradan.
Yağmur damlalarıyla yıkanmıştı yalnızlığım.
Yeni bir yaşama yelken açarcasına,
Koşuyordum mutluluğa ulaşmanın hayaliyle.
Yaşlı adama buruk bir gülümseme hediye edip,
Veda ettim.

Yalnız



Yalnızlığın denize indiği bir akşamda,
Geçmişin dokunuşuna sahip rüzgarlar geçiyor.
Dağların ardından beliren kızıl cehennem,
İçimdekiler kül olana dek beni yakıyor.
Uzaklardan gelirdi hayatım.
Yerin altında sürünen yılanlar gibi,
Sinsice acıtırdı canımı dişleriyle.
Veda mektuplarında geçerdi adım.
Öylesine yazılmış cümlelerin baş tacı olurdu.
Yüzü olmayan bir adamın yansıması gezerdi.
Düşüncelerimle kirlenmiş bulanık sulardan,
Günyüzü görmemiş çaresiz yalnızlığıma kadar.
Karanlığın ahengini bozan sesler,
Yankılanırdı tek bir yıldıza sahip göklerde.
Ne zaman baksam yukarıdaki yaşlı adama,
Yaptığım hataları görürdüm durmadan.
Kapardım gözlerimi,
Bir çakmak alıp yakardım kirpiklerimi.
Bir şiire benzerdi gözyaşı dökmek.
Her bir damlada bir anlam hayat bulurdu.
Ben bulamazdım.
Ben hiçbir şeyi bulamazdım.
Bir odaya kilitlerdi kendisini mutluluğum.
Ne o kapıya giderdim,
Ne de bir anahtar arardım.
Yalnızlığın kol gezdiği sokaklardaki evsizleri,
İşte bu yüzden severdim.
Bu yüzden çıplak bir şekilde,
Koşardım sırtımdakilerle birlikte.
Bulduğum ilk çukuru,
Kendi evim zannederdim.
Lağımlardan akıp geçerdi ömrüm.
Denize dökülürdü sonra.
Neyim varsa bırakırdım ardımda.
Gözlerimi açar atlardım sonra.
Bu yalnızlığı bir nebze de olsa,
Unutabilmek adına.

11 Eylül 2018 Salı

Eğer ki


Eğer ki kapatırsan bir gün kapılarını,
Bir köşe başında beklemeye razıyım.
Eğer ki karalarsan bir gece renklerini,
Karanlığın altında rengin olmaya razıyım.
Eğer ki yakarsan bir akşam şiirlerimi,
Yeni cümlelerin olmaya razıyım.
Eğer ki yok edersen bir sabah sevgini,
Gözlerinden akacak gözyaşın olmaya razıyım.
Eğer ki bağırırsan bir sahilde tek başına,
Ağzından çıkacak her kötülüğü duymaya olmaya razıyım.
Eğer ki yalnız kalırsan bir kabusun içinde,
Seni uykundan uyandıracak ses olmaya razıyım.
Eğer ki gözlerini kapatırsan üzgünken,
Yüzünü güzelleştiren tebessümün olmaya razıyım.
Eğer ki çizeceksen bir odada resim,
Bembeyaz tuvalin olmaya razıyım.
Eğer ki korkarsan gecenin bir yarısında,
Odanı aydınlatacak ışık olmaya razıyım.
Eğer ki acı çekiyorsan yaralarından,
Beni yaralayacak tedavin olmaya razıyım.
Eğer ki sileceksen kendini dünyadan,
Ben sen olmaya razıyım.
Eğer ki çekip gideceksen,
Bu yalnız adamı yaralayacaksan,
Dudaklarının arasından çıkmayı bekleyen hoşçakal sözcüğü,
Olmaya razıyım.
Her şeye razıyım da,
Bir seni sevememeye razı değilim.